21 Ağustos 2023 Pazartesi

Şeyler ve Şey'ler.

Sanırım hep tek bir şey olmak istedim. Veya; kendimi tek bir şeye adamak. İstedim mi? Yoksa inandım mı? Belki de buna inanmak istedim. Ancak sevdiğim pek çok şey vardı ve bunları tek bir şey'in içine oturtamıyordum. O şey ne, ne olmalı bunu bile bilmiyordum. Bu, büyüme sancısının ötesinde, var olma sancısının berisinde bir şey'di. Yoksa bu adanacak bir şey miydi? Her şeyimle bağlanabileceğim bir şey.

Bu ''adanma'' hali veya ihtiyacı başka ve biraz evrensel bulduğum bir sorun olmakla birlikte; aslında asıl sorun meselelerin mesele olmadığını kavrama sancısıydı. Bir şey vardır ve onu görürsün; sonra başka bir şeyler keşfedersin, o diğer şeyi olduğundan daha farklı, büyük ihtimalledir ki daha manalı, daha büyük görürsün; en sonundaysa başa dönersin, ama bu sefer o şey'i görürsün. Bu noktada benim çok sevdiğim bir alıntı var. Erich Fromm'un Psikanaliz ve Zen Budizm isimli kitabından: ''Aydınlanmadan önce bana göre nehirler nehir, dağlar da dağdı. Aydınlanmaya başladığımda artık nehirler nehir değil, dağlar da dağ değildi. Artık, aydınlandığımdan beri, nehirler yine nehir, dağlar yine dağ.''

Sana daha evvel yıldız oyunumdan bahsetmiştim. Hani ''seni seçtim Pikachu, ya sen nereden katılıyordun yarışmaya?'' oyunumu. Bu oyunda bir yıldız seçerdim, sonra da onu ''mektup'' arkadaşım yapardım. Bazen postanede mektuplar kaybolabilir, o hesap, mektuplar yerine hiç ulaşmazdı. Ama o an, mektup yazardım! Telepatiyle? Belli bir adresi veya yeri yoktu. Ama kişiler vardı. Pek çok ülkeden. Neresi olursa olur. Sonuçta düş gücü ışık hızından bile hızlıdır...

Geçen yıl sana bir kitabın yorumunu yazmıştım. Başka bir halimle var olduğum başka bir evrende. En güzel halim miydi bilmesem de, mutlu bir halimdi. Kitabın ismi Dra-ku-laaa'ydı! Sevgili Mina'yı çok sevmiş, Van Helsing ile tanışmak istemiştim. Draculayla empati kurmaya çalışmış, sonra da gerçek dünyaya dönmüştüm. Ama o kan emici bir vampir! idi. Uzun ve yazarken çok eğlendiğim bir yorum yazımdı bu. Saat gecenin bilmem kaçıydı. Ama kanım delice akmıştı. Dracula yarasaya dönüşüp penceremde belirse bile içeri giremezdi bilene ama ben dışarı çıktım. Müzik olarak neyi açtım bilinmez; diğer yandan gökyüzü açıkken ne dinlense uygun kaçar zaten. Yıldızlar her şarkıyı kaldırır. Hepsine uyar ve başlarlar dönmeye. Kimse bilmese de neden döndüklerini; sen bilirsin. İşte o gece ben çok heyecanlı olduğumdan, yıldızlar da heyecanlıydı. O an bir mektup arkadaşını görmemiştim onlarda. Yalın halleriyle dümdüz yıldızları da. Gözlerimi kapatmış mıydım anımsamıyorum artık o kadarını; ama o an şey'leri görmüştüm. İçinde varlığımın her zerresini taşıyabilecek benden hayalleri. Başrolde ben vardım. Başkaları değil. Başka kişi veya şey'ler değil. Ben.

Hayal kurarken buna dikkat etmenin çok önemli olduğunu keşfetmiştim. Başrol benim, ne heyecanlı ve doğal. Sonra biraz zaman ve pek çok gün ve gece iç içe geçtiğinde başka bir şeyi daha fark etmiştim. Aslında o hissi sadece bir hayalin içindeyken hissetmemiştim. Hatta o gece sana pek sevgili Mina ve pek sevgisiz Dracula'yı anlatırken bile o şey benimleydi. 

Bugünlerde ders çalışıyorum. Pek çok yeni şey öğreniyorum ve tüm o şeyler koca bir ışık halinde heyecana dönüşüp kalbimde çarpıyor. Ufkumun açıldığını hissediyorum; başka dünyaların var olduğunu. Bir sürü düşüncenin; ve bunlar, bir kilit olup yıldızları açıyor sanki. Ufukta şeyler yerine şey'leri görüyorum. 

Ana karakter olmak pek çok sahneden haberdar olmak aslında değil mi? Her sahnede sen olursun böyle olursan. Ama tek bir şey'e bağlı kalır, diğerlerini dışlarsan; o şeyin rolü bitince hayal kırıklığı yaşayabilirsin. Ne yani, dersin sözgelimi, sahne bu kadar mıydı?.. Sonra belki başka yapımlarda başka rollerde olursun; ancak, mühim olan, tabii bence, hepsine zaten sahip olduğunu kabullenmek. Gökyüzüne baktığında tek bir yıldız görmemek gibi. İçimizde parıldayan pek çok şey olabilir. Bazen karanlıkta kaldığımızda onları görebiliyoruz tabi. Ancak yıldızlar hep vardır. 

Küçük kuzenim bir keresinde bana gündüzleri yıldızların nereye gittiğini sormuştu. Ben küçükken bu konuda ne düşünüyordum acaba; bunu o an gerçekten ama gerçekten çok merak etmiştim. Bunu bilmemin bir imkanı yoktu; ancak büyük ben, bu soruyu düşündüğümde aklıma ışık geldi. Alev topu olan yıldızların, tek bir yıldızın ışığında kaybolması. Oysa o tek yıldız da geceleri gözükmüyordu. Oysa hepsi zaten vardı ve hep parlıyorlardı. Oysa biz hep onlara kavuşuyorduk. Günler ve gecelerce.

Gün ışığı da, gecenin ışığı da farklı hisler veriyor. Hepsini kucaklayasım geliyor. Hepsini kucaklamayı seçiyorum. Çünkü sanırım ancak böyle olduğunda tüm o kafa karıştıran şeyler, benim şey'lerime dönüşüyorlar.

Hoşça kal.

:)


bir şeyler dinlemek için tıklayabilirsin.




10 yorum:

  1. Sonuçta düş gücü ışık hızından bile hızlıdır... Harikaymış bu.

    YanıtlaSil
  2. ne hoş bir sürü bişey anlatmışsın pikaçu :) yıldız oyunu en hoşuydu, bencesi de bir şeye adamalı, öğrenmek gibi, yazmak gibi :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ama sadece o şey olmamalı. :) Bu, insanı yoruyor. Beni yoruyor daha doğrusu. Ben tek bir şey olmak istemiyorum. Sanırım kendini bir şeye ''adamak'' ile o şeyin ''iliğini kurutmak'' farklı şeyler. Ben o şey değilim, o şeye emek vermeyi seçmişim; bu ayrımı yapmak mühim. Ben yapamıyorum. İnsan ilişkilerinde de bu böyle ve bu en fenası. Hadi eylemlerde dengeyi kaçırsan da yine yakalarsın zamanla da, insan ilişkileri yıpratır. Ben birini sevince o her şeyim oluyordu. Buna arkadaşlık vs de dahil. Hemen romantik falan düşünmeyelim sadece. Oysa bu yanlış. Ne tip bir bağ olursa olsun. Yanlış olduğunu bile bile yapmak da komedi tabi. Ancak artık olaylara aydım. Bu yazı da kanıtım. :)

      Sil
    2. eh o zaman iyi tamam :) yani, yazmak filan adanır bencesi de evet insana adamak biraz tuhaf yani o kişi hasta ve muhtaç değilse :)

      Sil
    3. Ben yazmak gibi konular için de aynısını düşünüyorum. :) Bence hiçbir şeyi kendinin ötesine koymaman lazım. Ben bir şeyi sevince o şeye çok bağlanıyorum. Sonra da boşluğa düşüyorum. Yazmaya adansam ve yazamama sendromu yaşasam dünyam kararırdı. Bu, insanı yıpratıyor.
      Bu nedenle adanmak fiili doğru mu veya doğru mu kullanıyoruz\ anlıyoruz veya veya ben doğru kullanıyor\ anlıyor muyum? Bunlar mühim. Önce ben varım, sonra şeyler var. Böyle olursa o ''şeyler'', benim ''şey'' lerim olur. Aitlik anlamı kazanır yani.
      Ben benden beklenen rolde biri olmak zorunda da değilim. Ben çok başarılı, iyi, mükemmel olmak zorunda değilim. Ben şöyle görünmek, böyle davranmak zorunda değilim. Önce ben varım, sonra eylem, durum ve hayatımdaki kişiler var. Sonra seçimlerim var. Ama ben önce seçimlerim var, sonra ben varım kafasında kendimi var etmeyi denemişim yıllarca. Bunu sadece ben yapmıyorum aslında. Çevremde gözlemlediğim pek çok kişi önce başka şeyler, sonra onlarla şekillenen ben varım yaşantısında. Belki doğrusu budur, belki akış budur. Bilmiyorum ve bilmek zorunda da değilim. Ben tam tersini seçiyorum.

      Sil
    4. o zamaaan, yaşamak, keyif almak, uyumak, yemek, gezmek, yazmak, öğrenmek, dans etmek, herşey, hayat güzeel :)

      Sil
    5. Evet, aslında demek istediğim de sadece bu kadar. :) Ama işte benim ''nehirlerin nehir, dağların dağ'' olduğunu anlamak için kulağımı tersten dolaşıp tutmam gerekti. :) Belki hala tutamamışımdır, onu da bilmiyorum ya neyse yaşayalım bakalım ne yapalım :)

      Sil
  3. Başrol benim:) Bunu sevdim ve kesinlikle ben de son birkaç yılda öyle düşünmeye başladım:) Yazının başında yazdığın cümle beni düşündürdü, kendime sordum sonra:) Ben hiçbir zaman tek bir şey olmak istemedim, içimdeki ruh halimin karışıklığı diyebilirim, içimdeki heves diyebilirim:) Benim için etkenler fazla:)))
    Çok sevdim bu yazıyı:)))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aslında bu ''başrol benim olayı'' başka yerlere de çekilebilir ama benim burada üstünde durduğum nokta ''başkaları bunu hayal etmeme ne der'' olayı değil, daha çok ''benim hayalimdeki başrol falanca filanca ve ben o olursa mutlu olacağım, her şey güllük gülistanlık olacak'' olayı. Bu bir yanılgı. Bazen hayalimiz bile başrolü bizden çalabilir. Benim burada kastettiğim anlam aslında bu. Ama evet her ne olursa olsun ''başrol benim'' demeliyiz. Çünkü öyle. :)

      Aslında kendini tek bir hedefe kilitlemek başarıya götürür. Ancak benim kastettiğim tek bir şey olma hali bu odaklanma tarafı değil. Bu işin aydınlık yönü, ben ise burada gölge yön çalıştırıyordum. Yani ''bu şey olmazsa ben yıkılırım'' gibi. Buna inandığımdan değil ama bir şeye çok bağlandığımda genelde yıkılıyorum çünkü o şey başrolü elimden alıyor.

      Farklı farklı yönlerimizi bilmemiz ve bunları kabullenip aydınlık taraflarını hayatımıza uygulamamız ise çok doğru ve yapılması gereken bir durum bence. Siz başarabiliyorsanız bu çok güzel bir özellik. Ben pek yapamadım. Beni kısıtlayan hep benim bu yüzden de.

      Yorumunuz için teşekkür ederim. Biraz uzun bir yanıt verdim ama sanırım şimdi konuşmak istedim biraz, bu yüzden. :)

      Sil

Diğer yazılarıma da göz atabilirsiniz.