19 Eylül 2023 Salı

Sırça Fanus (Sylvia Plath) | Kitap Yorumu

Yazar: Sylvia Plath, Çevirmen: Handan Saraç,
Yayınevi: Kırmızı Kedi Yayınevi

Kitap, gittikçe daralan fanusunun içinde dertop olmuş bekleyen genç bir kadının hikayesini anlatıyor. Bu kadın Esther Greenwood. Ödüller ve burslarla dolu başarılı bir öğrencilik yaşamının ardından, yine zihninin akıyla kazandığı New York biletiyle bir eğitime kabul ediliyor. Burada kendisi gibi ödül kazanmış kızlarla hem eğitim ve staj görüyor, hem de çeşitli davetlere ücretsiz katılma imkanı ediniyor. Bu bir aylık eğitim Esther için eşi bulunmaz bir fırsat şüphesiz; ancak öte yandan, her şeyin başlangıcı oluyor.

New York'tayken Esther kendisiyle yüzleşmek zorunda kalıyor. Gerçekten ne istiyor? Hayatının otomatik gidişatından memnun mu? Peki bu gidişata hayatı boyunca hiç müdahale etti mi, katkıda bulundu mu? İstediğini söylediği bu kariyer için ne yaptı, neler var elinde diğer herkese gösterebileceği? Bursları ve ödülleri var şüphesiz. Ancak bunlar ''yetersiz'' diyor, danışmanı. O noktada Esther tepesindeki cam kubbeyi fark etmiş olsa gerek. Yıllarca her yerde söylediği hayat planında aslında o kadar da yeterli olmadığını fark ediyor. Yarışlar, yarışlar, yarışlar. Daha iyi olmalı! Yoksa en iyilerin yanında çalışamaz. Dahası, bakalım Esther gerçekten ne istiyor... Muhtemelen kendi de bunu tam olarak bilmiyor. Cam kubbe kapanıyor, kapanıyor, kapanıyor ve işte Esther artık bir fanusun içinde. Belki de hep oradaydı, kim bilir...

Eğitim\ kariyer hayatı böyle giderken, aşk yaşamı da pek yolunda sayılmaz Esther'ın. Altı yıllık platonik aşkına nihayet karşılık bulsa da, bir şeylerin büyüsü kaçmış gibi. Yıllardır hayalini kurduğu şeyler birer birer ufalanıyor sanki. Sonra New York... O ışıltılı şehir. Esther için kapkaranlık oluyor. Aşk, kariyer, arkadaşlık, aile... Hepsi bu cam fanusu daha da sıkı kapatıyor. Esther bu sırça fanusun içinde daha da büzülüyor. Oysa o sadece on dokuz yaşında çok genç birisi. Çok çok genç.


Sylvia Plath'ın kaleme aldığı Sırça Fanus içerisinde otobiyografik özellikler de taşıyor. Zaten kitabı okumak istememin de, başlamadan evvel çok merak etmemin de sebebi tam olarak bu. Kitabın yazarı ile ana karakteri arasında bariz benzerlikler olduğu açık. Sylvia Plath hakkında daha evvel araştırmalar yapmıştım. Kendisi ışıl ışıl gülümseyen bir genç kadın gibi görünüyor tüm fotoğraflarında. Ancak içinde onu tüketen bir karanlığın olduğunu da açık açık söylüyor. Kendisi bipolar bozukluk tanısı almış birisi. Öte yandan o da tıpkı Esther gibi çok başarılı bir öğrencilik yaşamı geçirmiş ve edebiyata tutkulu bir genç şair. Evet yazar değil, şair. Tek romanı Sırça Fanus. Ölümünden yalnızca bir ay önce basılmış tek romanı bu kitap. Sanki neler hissettiğini birilerine anlatmak istemiş gibi geliyor insana. Kendisi başarısız intihar denemelerinden sonra yürek sızlatan bir şekilde artık son kez intihar ederek yaşamına son veriyor. Burada intiharının içeriğini de açıklamalı mıyım bilmiyorum ama merak edenler olacaktır diye düşünüyorum. Onlar da yazarın adını googlelayarak detaylı bilgiye ulaşabilirler diyerek bu konuyu kapatalım.

Yazar ile Esther karakterinin benzer özellikler taşıdığı bilgisini kitabı okumadan evvel de biliyordum. Aslında beni en çok heyecanlandıran ve kitabı okumaya karşı çekince oluşturan da buydu. Kitabın çok depresif bir kitap olduğunu düşündüğüm için okumayı birkaç yıldır erteliyordum. Ancak bu ay gözümü karartıp da kitaba başladım. Bu okuma deneyimi başlangıçta beni fazlasıyla şaşırtmıştı. Çünkü kitabı okurken karalar bağlamak şöyle dursun, ben kitabın ilk yarısında Esther'ın şaşkınlıklarına baya baya gülüyordum. Kitabı okuyan sıradan bir okurun benim gibi güleceğini düşünmüyorum, hayır. Sanırım benim bu tepkilerimin nedeni kitabı doğru zamanda okumamdan kaynaklanıyordu. 

Kendi sırça fanusumun içinde kıvrıldığım günlerde kitabı okusaydım aynı tepkiyi veremezdim şüphesiz. Dahası, bu gülümsemelerin sebebi kendi duygularımı dışa vuruşumdu muhtemelen. Ana karakterle en azından kitabın ilk yarısında bağ kurdum. Sonrasında ise onun yanında olmak istedim. Yine, kitabın başlangıçta düşündüğüm kadar depresif olmadığını düşünmekle birlikte; insanın içini darlayabileceği de bir gerçek. Özellikle de karamsar bir döneminizdeyseniz, hatta ve hatta depresyon gibi psikolojik hastalıklara sahipseniz, kitabı okumanızı asla ama asla önermiyorum. Size kendinizi çok daha kötü hissettirecektir. Kitabın ikinci yarısından itibaren Esther'ın yalnızlığı, nasıl hissettiğini kimsenin umursamayışı çok üzücüydü. Bahsettiğim ilk yarıda beni güldüren durum ise Esther'ın doğallıydı. Tıpkı yazarın fotoğraflarına bakarken hissettiğim hissi hissettirdi bana. Cıvıl cıvıl bir genç kadın. Ciddi, belki hüzünlü, çokça da hırslı duruyor; ama yine de, ona bakınca umudu görüyorsun. Esther'ı tanıdığım ilk anlardan itibaren tam olarak böyle hissettim.


Kitabı okurken bunalıma girmedim evet ama istisnasız kitaptaki tüm erkek karakterlerden nefret ettim. Kelimenin tam anlamıyla nefret ettim hem de. Hepsi ucuz tiplerdi ve sadece erkek oldukları için kadınlara tepeden bakabileceklerini, onlardan üstün olduklarını sanıyorlardı. (Çevirmen çocuk biraz nazikti kabul ediyorum, neyse.) Kendilerini bir şey sanıyorlardı; üstelik karşılarındaki çok şey olan hanımları küçümseyerek! Ne saçmalıktı. Esther de neyse ki benim gibi düşünüyordu. Aklı başında bir kızdı ancak yaşadığı yıllar, 1960'lar, ona sınırlı bir alan tanıyor gibi görünüyordu. Elbet bir gün evlenmesi beklenecek, diye düşünüyordu. Peki ya çocuk doğurursa! Ya kariyeri ne olurdu... Çünkü bir kadın hem eş, hem anne, hem de evin her işini yapan kişi olmak; üstüne bunu sessizce sindirmek zorundaydı. Doğal olan buydu (!). 

Doğal olarak, Sırça Fanus gittikçe daraldı...

Kitabın ilk yarısında Esther'ı endişeli ama umut taşıyan bir halde görürken; ikinci yarısında depresyona girmiş, üstüne bu depresyonu ciddi boyutlara varana değin önemsenmemiş bir halde görüyorduk. Esther tıpkı yazarının kaderini yaşamış gibi görünüyordu. Yine de içinde umut taşıdığını, ışığın fanustan içeri sızabildiğini görmek mümkündü. Keşke, diye düşündüm kitabın arka kapağını kapattığımda, Sylvia için de bir aralık olsaydı ve oradan ışık huzmeleri içeri süzülebilseydi. Keşke...

Kitapta Esther ile aynı hastanede tedavi gören diğer karakter (ismini söylemeyeceğim) de yazarın psikolojisini anlayabilmek için üstünde durmaya değer diye düşünüyorum. Esther ile bu diğer karakterin yaptığı seçimler belki de yazarın içinde bulunduğu ikili durumu gösteriyordu. Karanlık veya loş da olsa biraz ışık... Aynı zamanda yukarıda bahsettiğim gibi Esther'ın her ne kadar başarıyla dolu bir öğrencilik yaşamı olsa da, danışmanının ona direkt olarak çalışmalarının ''yetersiz'' olduğunu söylemesinin, Sylvia Plath'ın annesiyle olan ilişkisinin bir yansıması olabileceğini düşünüyorum. Sylvia da kendi yaşantısında o kadar başarısına rağmen kendisini annesinin gözünde asla yeterli görmüyordu. Çocukken babasını kaybetmiş yazarın babasının ölümüne karşı olan hislerini, aynı şekilde çocukken babasını kaybetmiş Esther'in, babasının mezarını aradığı kısımlarda görebiliyoruz. İçinde bulunduğu sırça fanusa sığamayacak kadar çok şeyi deneyimlemek isteyen, ancak kendisinin kim olduğunu kendisi bile daha keşfedemeden bu yaşamı terk eden genç bir şair Sylvia. Onu hatırladığımda en çok da kocasına sinirleniyorum. Yanında olmak yerine onu her seferinde bu fanusunun içinde tek başına bıraktığı için.


Kitap sadece kadınlara yönelik tanımları değil; psikolojik rahatsızlıklara sahip hastalara yöneltilen bakış açısını, sıfatları ve uygulanan tedavi yöntemini de eleştiriyor. Esther'ın ilk psikiyatrıyla olan görüşmesinden itibaren başlayan tedavi sürecinde aslında hem yazarın kendi hastalığına yönelik hissettiklerini görüyor, hem de bu tedavi yönteminin hastaları nasıl olumsuz yönde etkileyebileceğini fark ediyorduk. Esther'ın birbirinden tamamen farklı yaklaşımlara sahip iki doktorla tedavi süreci yaşaması ise, doktorların farklı yaklaşımlarının Esther'ın hastalığına olan etkisini gösteriyordu. İlk doktoru Esther'ı bir birey olarak görmezken, ikinci doktorunun yaklaşımı daha güven verici bir şekilde çizilmişti. Bunu en bariz olarak Esther'ın tedavi yöntemlerine verdiği tepkilerden anlamamız mümkün. Bu bakımdan da kitabın önemli bir konunun altını çizdiğini ve eleştirdiği durumla birlikte, yanlış veya eksik olan durumları belirtmek bakımından öncü özellik taşıdığını düşünüyorum. Ana karaktere karşı geliştirdiğim duygusal bağ bir yana, kitabı benim gözümde önemli kılan durumlardan biri de bu aslında.

Basit bir dili, akıcı bir anlatımı olan bir kitap. Ana karakteri fazlasıyla akılda kalıcı ve kitabın basıldığı dönemi hesaba kattığımızda çok da cesur ve çarpıcı. Bazen bazı kitapları basıldığı yıllarda okusaydım acaba ne düşünürdüm diye merak ediyorum. Düşünsenize, 1960'lı yıllardasınız ve okuduğunuz kitapta Esther gibi toplumda kalıplaşmış olan düşünceleri sorgulayan, üstüne bunları eleştirip baş kaldıran bir ''kadın karakter'' var. Vaov!..  Buna ek olarak Esther karakteri bir o kadar da doğal ve gerçek. Bu da olayları canlı kılıyor. İlgisini çekenlere kitabı tabi ki öneriyorum.

Hoşça ve kitaplarla kalın.


ALINTILAR

''Eğer birinden hiçbir şey beklemezsen hayal kırıklığına uğramazsın.'' (sayfa: 66)


''Kendimi duygusuz ve boş hissediyordum, aklım, paramparça olmuş hayallerimin kırıntılarıyla doluydu.'' (sayfa: 67)


''Ne var ki ben, erkeklere herhangi bir biçimde hizmet etme fikrinden nefret ediyordum.'' (sayfa: 82)


''Yaşamımın öyküdeki yeşil incir ağacı gibi önümde dallanıp budaklandığını görüyordum. Her dalın ucunda tombul, mor bir incir gibi eşsiz bir gelecek beni çağırıyor, bana göz kırpıyordu. İncirlerden biri, eş, mutlu bir yuva ve çocuklardı; bir başkası ünlü bir şair, öteki parlak bir profesör, biri şaşırtıcı bir editör Ee Gee, öbürü Avrupa, Afrika ve Güney Amerika, biri Constantin, Socrates, Attila ve garip adları, değişik meslekleri olan bir yığın aşık, bir başkasıysa Olimpiyat şampiyonu bir kadındı, ve bu incirlerin üzerinde ve ötesinde, ne olduklarını pek çıkaramadığım bir sürü incir daha vardı. Kendimi dalların çatallandığı noktada otururken görüyordum, incirlerden hangisini seçeceğime bir türlü karar veremediğim için açlıktan ölüyordum.'' (sayfa: 83)


''Hiç deneyimim yoktu. Başımdan hiç aşk macerası geçmemişken, hiç çocuk doğurmamışken, ölen birini bile görmemişken, yaşam hakkında nasıl yazabilirdim?'' (sayfa: 129)


''Yılın önümde uzanan günlerini bir dizi parlak, beyaz kutu gibi görüyordum, bir kutuyu öbüründen siyah bir gölge gibi ayıran şey uykuydu. Yalnız benim için bir kutuyu bir sonrakinden ayıran gölgeler birdenbire kaybolmuştu ve önümde uzanan günleri beyaz, geniş, alabildiğine ıssız bir yol gibi görüyordum. Bir gün sonra yine yıkanmak gerekeceğine göre bugün yıkanmak düpedüz aptallıktı. Bunu düşünmek bile yoruyordu beni. Her şeyi birden, ilk ve son kez yapıp kurtulmak istiyordum.'' (sayfa: 136)


''Ben buyum,'' diye düşündüm. ''Neysem oyum işte.'' (sayfa: 182)


Nefret ettiğim bir şey varsa, o da insanların kendinizi berbat hissettiğinizi bildikleri halde neşeyle hatırınızı sorup, ''İyiyim,'' demenizi beklemeleridir. (sayfa: 186)


''Çünkü nerede olursam olayım -bir gemi güvertesinde, Paris'te bir sokak kafesinde ya da Bangkok'ta- hep aynı sırça fanusun içinde kendi ekşimiş havamda bunalıyor olacaktım.'' (sayfa: 195)


''Sırça fanusun içinde ölü bir bebek gibi tıkılıp kalan insan için dünyanın kendisi kötü bir rüyadır.'' (sayfa: 247)


''Belki de unutkanlık, kar gibi her şeyi örtüp susturmalıydı. Ama onlar artık benim bir parçamdı. Benim manzaramdı.'' (sayfa: 247)


''O kızlar da bir tür sırça fanusun içinde yaşamıyor muydu?'' (sayfa: 247)



22 yorum:

  1. kocası ünlü şair ted hughes. onun da konuşmalarını okudum. sylvia nın hastalıkları sylvia nın kendisinden kaynaklanıyor herhalde. bilemiyorum onun gibi insanların huzurlu olması çok zor olmalı. evet çok da tatlı biri. onunla ilgili filmler de var :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet biliyorum. Muhtemelen o da bir şair olduğu için Sylvia Ted Hughes'ten etkilenmiş olabilir. Çünkü sözlerine baktığımızda Sylvia'nın pek çok şeyi deneyimlemek istediğini söylediğini görüyoruz. Oysa genç yaşta evlenip çocuk sahibi oluyor ve bir noktadan sonra ev işlerine yoğunlaşıyor. O çok sevdiği şiirleri ve çalışmaları yerine. Üstelik kocası onu aldatıyor. Yetmiyor Sylvia'nın intiharının sonrasında Ted'in metresi ile Sylvia'nın çocukları falan aynı evde yaşıyor. Resmen kadın, Sylvia'nın yerine geçiyor. Sonra o kadın da dayanamıyor ve intihar ediyor. Hem de kendi kızıyla birlikte! Ki kızının babası da Ted Hughes olabilir, emin değilim. Üstelik bu kadın komşularıydı. Yıllar sonra Sylvia'nın çocuklarından biri de intihar ediyor. Adam resmen (Ted Hughes) lanetlenmiş. Ki bunu kendi kendine yapmış, o yüzden ona gram üzülmüyorum. Sadece o kadınlara ve çocuklara üzülüyorum. Hissettikleri bu korkunç hisler ve ruh halleri için.

      Öte yandan evet Sylvia hasta. Bildiğim kadarıyla bipolar bozukluk zaten genetik bir hastalık, doğuştan. Tabi ki çalkantılı bir ruh hali vardır. Tabi ki bu iniş çıkışlı ve bir tepede bir dipte ruh hali Sylvia'nın ve etrafındakilerin dengesini bozuyordur ve tabi ki bu hastalığa sahip birisiyle birlikte olmak sabır da isteyebilir. Ama tutup da karını aldatmanın ve çocuklarınla bir başına bırakıp da gitmenin bir mantığı yok. Üstelik kadın depresyonda. Bir de bunu bilerek Sylvia ile evlendin sonuçta. Bana göre Sylvia'nın intiharında hastalığı bir yana, kocası Ted de tetikleyici. Çünkü belli ki Sylvia ona güvenmiş ve hayallerini kenara itip evlenmiş. Mutlu olmak için evlenmiştir kadın. Ted Hughes'ı sevdiği için. Ama adam aldatıp durmuş onu. Neresinden tutarsak tutalım elimizde kalıyor. Üzücü.

      Sil
    2. bu konuda yazı okursan paylaşsana bizimla :) yani bu hughes plath ilişkisi ile ilgili :) mektupları varmış :) onu bulursak okumalı :)

      Sil
    3. Ben öğrendiğim her şeyi internette okuyarak oradan buradan öğrendim ama hepsi gerçek. Hatta bahsettiğim kişilerin fotoğrafları, haberleri vs de var. Ted Hughes'ın bu iki kadının intiharıyla ilgili bir sözü var. Sylvia'nın intiharını ''önlenemez'' olarak tanımlarken, Assia Wevill'in intiharını ''önlenebilir'' olarak tanımlamış. Bu noktada kendime hakim olamayarak lafa karışacağım... Pardon da bu tanımlama hakkını sana kim verdi be adam. Bir de pişkince önlenemez demiş. Evet, kadının psikolojik hastalığı varmış ama senin yaptığının da elle tutulur yanı yok. Gerçekten objektif olayım diyorum ama asla olamıyorum. Kendini kendine mi haklı çıkarmaya çalışıyormuş bu sözüyle bilemiyorum. Sinirlendiğim için bu konuda bir yazı da yazmayacağım. Zaten bildiklerim bu kadar.

      Bu arada Assia Wevill de tıpkı Sylvia gibi gazı açıp mutfakta intihar ediyor. Kan dondurucu. Ki iki intihar da pek tabii önlenebilirdi. Assia da şiir yazıyormuş sanırım ama o da tıpkı Plath gibi Ted Hughes'ın gölgesinde kalmış. Plath için ''gölgesinde kalmış’’ demek şu an günümüzde asla doğru olmasa da, evet, yaşadıkları yıllarda öyle bir baskı hissediyormuş. Assia da hissetmiş. İntihar tabi ki kişisel bir karar ve Ted Hughes'ı suçlamıyorum ama asla sevdiğim biri değil. Bencil olduğunu düşünüyorum.

      Bir de Ted Hughes, kaç yıllık karısı ve iki çocuğunun annesini bir kenara bırakıp Assia benim gerçek aşkım ve eşimdi diyebilen biri. Yani evet, aşık olmuşsundur bla bla. Ama yani, yuh artık. Drama yapmak istemesem de, Sylvia için çok üzücü olsa gerek. Bu olayların insanı karamsar düşüncelere sürüklemesi için psikolojik hastalığı olmasına da gerek yok bence. Olaylar başlı başına psikolojik hastalık sahibi yapabilecek kadar travmatik görünüyor. Ama Ted Hughes Assia'dan sonra da evleniyor. Çok ilginç biri gerçekten.

      Sil
    4. Bir de şimdi yazacağım şeyler kitaptan yaptığım tamamiyle kendi çıkarımlarım olacak. Yani Sylvia bunu düşünüp mü yazdı hiçbir fikrim yok. Ben şimdi söyleyeceğimi anladım sadece.

      Şimdi kitapta Esther’ın platonik aşkı Buddy Willard, saygın bir aileden gelen başarılı bir tıp fakültesi öğrencisi. Herkes ona hayran falan. Bizim kızımız da hayranmış tabi. Ama biz onun hayranlık zamanlarını okumuyoruz, sevgili olduklarından itibarenki kısımlarda Esther’ın Buddy hakkındaki his ve düşüncelerini okuyoruz. Esther hayal kırıklığına uğramış görünüyor ve hatta Buddy’den ayrılmak, onu bırakmak vs de istiyor. Bunun nedenlerine de ara ara bazı anılara da değinerek yer veriyor. Buddy ve özellikle de annesi cinsiyetçi insanlar. Kalıplaşmış toplumsal cinsiyet rollerine sıkı sıkı bağlılar. Buddy annesine aşırı düşkün. Bir de tabii bu ‘’erkek kadından üstün olmalı’’ fikri egosunu okşuyor, işine geliyor. Neyse, bizim kızımız da yazar adayı tabi. Edebiyat öğrencisi. Buddy şiirin ş’’sinden anlamıyor Esther’e göre. Ama Esther’in şiirlerini dinlemeyi seviyor. Her buluşmalarında da anne olduğunda artık şiirin ilgisini çekmeyeceğini, şiirin boş iş olduğunu söylüyor. Hayatı şiir olan birine evet. Bunu söylerken de kendi mesleğini yüceltiyor. Hep kendini öne çıkarıyor.

      Bir de kadının bekaretine bu kadar önem veren bu Buddy beyefendimiz bir noktada Esther’e onu aldattığını itiraf ediyor. Sözümona bir garson kız onu ‘’baştan çıkartmış.’’ Hem de tüm yaz boyunca! Tabi bu bardağı taşıran son damla oluyor ama Esther hiç renk vermiyor. Planı Buddy’e tekmeyi basmak.

      Neyse efenim bir noktada Buddy hasta oluyor ikili ayrı düşüyor. Esther, Buddy’den iyice uzaklaşmış zaten ama hasta diye ayrılamıyor da. Tam bir drama. Neysem, Esther’in soğukluğunu fark eden Buddy durur mu, hayır Esther’e evlilik teklif ediyor. Azıcık spoiler oldu ama napalım… Esther gözünde değerleniyor, kıymete biniyor yani onu diyorum. Onu kaçırmak asla istemiyor. Gelgelelim Esther bu bencil, kibirli ve duygusuz adamla evlenmek istemiyor. Altı yıllık hisleri zamanla tükenmiş, bunu fark ediyor.

      Sil
    5. Şimdi Sylvia ile Ted ikilisi ne zaman tanışmış bakalım. 1956 yılında. Sylvia bu kitabı ne zaman bastırmış? 1963 yılında. Arada kaç yıl var? Altı. Ted’i altı yıldır tanıyor diyebiliriz o halde.

      Hah bir de bir şeye daha büyüteç tutmak istiyorum. Şimdi Esther bir hastaneye yatırılıyor. Orada olaylar olaylar oluyor tabi. Bu olaylar Buddy’nin bile suçluluk hissetmesine neden oluyor ve Buddy sadece kendini rahatlatmak için Esther’a bu kadınlar benim yüzümden mi intihar ediyor diyor. Esther da duraksıyor ve sonra içtenlikle, sorun sen değilsin Buddy, diyor. Buddy rahatlıyor ve yaşamına dönüyor. Esther da tedavisine.

      Bu da çok trajik. Sylvia, hastanedeki diğer kadın karakteri yaratırken Assia’dan ilham almış olamaz o ayrı. Ya da müneccim falan olmalı. İki kadın karakter de muhtemelen kendisiydi. Kitabı okursan ve okuduysan dediğimi anlayacaksındır. Şimdi o kadar açık açık o diğer karakter kimdi yazamıyorum. Neyse, ama ilginç bir şekilde sanki kendini gerçekleştiren kehanet olmuş. Ted Hughes’ın hayatındaki iki kadın da intiharla öldü. Tıpkı Buddy’nin başına gelenlere benzer şekilde.

      Velhasıl kelam, bence Sylvia, Buddy karakterini kurgularken eşinden ilham almış. Bu, Ted Hughes’ı rahatlatır mıydı bilmiyorum ama Esther, Buddy’e öfkeli veya kinli değildi kitapta. Hatta bir noktada bacağını kırdığı bir anısını hatırlıyor. ‘’Hepsi Buddy yüzündendi’’ diyor. Sonra duraksıyor ve ‘’hayır Buddy bir şey yapmadı, ben kendi kendime düşüp bacağımı kırdım’’ diyor…

      Kitap ilk bakışta basit görünüyor ama içinde bir şairin yaşamının detayları gizli gibi görünüyor. Ya da benim hayal gücüm aşırı geniş ve bunları uydurdum, bilemiyorum. Diğer okurlar da sohbete katılıp fikir belirtebilir tabi.

      Sil
    6. Bu arada elimde Sylvia'nın günlüğü var. Kırmızı Kedi Yayınları'ndan çıkan Günlükler isimli bir kitap. Orada yaşamına, duygu ve düşünce dünyasına dair daha çok şey öğrenebileceğimi düşünüyorum.

      Sil
    7. Yukarıda yanlış işlem yapmışım puuu bana :) Yedi yıl olacak doğrusu tabi ki. Resmen anlatasım varmış, minicik dokunmuşsun paragraflar döşemişim :) Ama ayrı bir yazı yazmayacağım diye buraya yazdım bildiklerimi. Bu yazımı okuyan okurlar buradan da okuyabilirler neticede. Çünkü dediğim gibi şudur diyeceğim kaynaklar yok. Dağınık dağınık oradan buradan okudum bunları ve okumamın üstünden geçti baya. Yeni öğrenmedim yani.

      Bir de tamam işlem hatası olmuş olabilir, ki bu destan gibi yazıyı yazdıktan sonra yapacağım işlerimdeydi aklım ondan olabilmiş bir hatadır :), yine de kurgudaki Buddy-Esther ikilisinde biraz da olsa Ted-Sylvia ikilisini görüyorum. Hatta belki birazdan fazladır bu etki ya da belki de birazdan da azdır. Bilemiyorum dediğim gibi. Sadece varsayımlar varsayımlar.

      Sil
    8. hıhıms :) plath sonrası hayatını bilmiyordum. ingilizler soğuk zaten bu ted de soğuk biri demek ki, kendini hiç suçlamayanlardan :)

      Sil
    9. Bilmiyorum da, yazınca rahatlamışım resmen :) İlk okuduğumdan beri içimde bir yara bunlar... Anlatınca adama olan öfkem geçti öte yandan. Sylvia deyince aklıma bu olaylar da geliyor ve kızıyorum çünkü. Tabii Sylvia Plath deyince de bir şair geliyor. O yüzden bazen özel hayatı şey etmeden geçmek de lazım...

      Sil
  2. Yazarın hayatından izler taşıması kötüymüş. Dolu dolu bir tanıtım olmuş, teşekkürler. Kitap aklımda bulunsun.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yazarının hayatı bilinip okunursa kitapta nelerin gerçek olduğu, nelerin neyi temsil ettiği net olarak görülüyor. Dümdüz okunduğunda da sevilebilir tabi, etkileyici ama asıl etkileyici olan bunların yazarın bizzat kendi hisleri olması bence. Yarı otobiyografik denmesinin nedeni kurgu olması muhtemelen. Yoksa her şeyin direkt yazarın yaşamından izler taşıdığını düşünüyorum. Hatta kitabın ana karakteri bile bir noktada kendi hayatını kurgu haline getirip yazmaya karar veriyor. Kitabın yazarının da yaptığı muhtemelen bu. Ve rica ederim. Yazımı beğenmene sevindim. :)

      Sil
  3. Yazının başlığını görünce kendi içimden bu kitabı okumaya bir türlü elimin gitmediğini düşünmüştüm, anladığım kadarıyla sen de benzer bir süreç yaşamışsın. Neyse ki benim aksime onu aşmışsın da bu önemli romanı okumuşsun :) Darısı benim başıma artık.

    Senin değerlendirmeni çok sevdim. Özellikle de Sylvia Plath'in hayatındaki paralelliklere değinmen önemli bence. Eğer kitabı okursam bu yazıya mutlaka geri döneceğim :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kitabı okumayı uzun zamandır istiyordum ama açıkçası beni bunalıma sokmasından korkuyordum. :) Bir de dilinin ağır ve depresif olacağını düşünmüştüm. Oysa öyle değildi. Hatta dediğim gibi yazar karakterin ağzından etrafındaki şeylerle eğlenen bir şekilde bir kurgu kaleme almış. Evet depresyonda bir karakter ama işte ilginç olan da bu; bu karakteri okumak içimi sıkmadı. Tabi başkalarını sıkar mı, sıkmış mıdır bilemiyorum. Ben sadece bazı durumlara çok kızdım ve üzüldüm ama bunalmadım.

      Sanki her şeyi net olarak gören, üstelik bunları kabullenmiş birini görüyordum bu kitapta. Bu yüzden yaklaşık bir ay sonra yazarın intihar etmesi daha da üzücü bir hale geliyor. Çünkü sanki kurtulabilirmiş gibi, sınırdaymış gibi hissettim kitabı okurken. Kitabın karakterleri de dediğim gibi simgeseldi bence. Yazar içindeki çatışmayı farklı karakterler üzerinden anlatmış gibiydi. Ama tabii doğrusu ne bilemiyorum, bunlar sadece benim çıkarımlarım.

      Kitabın diliyse çok sadeydi. Hatta bu sadeliğe başta şaşırdım. Evet mesela yukarıda yer verdiğim alıntılarda etkileyicilik görüyoruz. Dil kullanımı şiirsel duruyor. Çünkü yazar zaten bir şair. Ama bu kullanımlara yazar daha çok karakterin iç dünyasını açık açık anlatırken başvurmuş. Yoksa genel olarak kullanılan dil sadeydi.

      Teşekkür ederim, beğenmene sevindim. Ne zaman okursun bilmiyorum ama ben şimdiden iyi okumalar diliyorum. :)

      Sil
  4. İntihar ettiğini biliyordum. Ama yaşadıkları gerçekten kolay değilmiş.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet zor şeyler yaşamış ve aynı zamanda hissetmiş olmalı. İsmini duyunca, görünce bile üzülüyorum.

      Sil
  5. Yaa ne güzel anlatmışsın. Elimin altında olan, ama hep okumayı ertelediğim bir kitaptır Sırça Fanus. Beklentim yüksek olduğundan ya umduğum gibi çıkmazsa gibi bir korkudan dolayı mı okuyamadım bilmiyorum. Ama sen böyle güzel güzel anlatınca ilk fırsatta başlamak istedim. Varoluşsal sancılar, sorgulamalar beni her daim çeken konular oluyor ve böyle kitaplat okurken ben de kendi içimde bir yolculuk yapıyorum adeta. Bu güzel inceleme yazısı için çok teşekkürler🙏❤

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kitaba başlarken benim de beklentim yüksekti. Bu nedenle ilk başta beklediğimi bulamayacak mıyım acaba diye düşündüm. Ancak olaylar ilerledikçe ve Esther ile yazarın kendisi bütünleşince, kitap boyut kazandı gözümde. Hatta bu yorum yazısını yazdıktan sonra kitaba karşı olan beğenim daha da arttı diyebilirim. Çünkü bence kitabın asıl kilit noktası yazarın kendi hayatını kitaba nasıl kodlamış olduğu. Şiirlerinde kullandığı yöntemi romanına uyarlamış gibi görünüyor. Gizdökümcü şiirin temsilcisi olarak kabul ediliyor. Yani kendi hayatını şiirlerinde sembolleştirip anlatıyor. Bunu şimdi romanında yapmış. İşte bunu kavramak çok önemli diye düşünüyorum. Okurun kitaba bakış açısını değiştiriyor.

      Bu kitabı okurken ben de sadece bu sembolleştirmeye odaklanmadım tabi. Bu biraz kendiliğinden gelişti, yazarın yaşamına dair bilgim olduğu için. Kitapta kendimden de bir şeyler buldum. Zaten örneğin yukarıda yer verdiğim alıntıların sonuncusuna bakalım: ''O kızlar da bir tür sırça fanusun içinde yaşamıyor muydu?'' diyor yazar. Peki biz okurlar, biz nerede yaşıyoruz? :)

      Benim çok beğendiğim bir kitap oldu. Tüm bunların yanı sıra zaten akıcı da bir kitap. Okumak istiyorsanız öneririm. Ama ana karakterin depresyonda olduğunu da belirtmeliyim. Bunu bilerek kitaba uygun ruh halinizdeyken başlayabilirsiniz.

      Yorumunuz için teşekkür ederim, sevgiler.

      Sil
  6. Plath de 35'imden sonra okumaya bıraktığım yazarlardan biri olacak sanırım. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Uygun anda okumak çok önemli bence. Ben daha kendisinden hiçbir şey okumadan ona hayran olmuştum. Bilmiyorum, fotoğrafına bakınca bile çok yoğun bir his vermişti bana. Sonra hayatını araştırınca da duygudan duyguya koştum. Şiirlerine göz attım biraz. Şimdi de işte bu kitabını okumak nasip oldu. Dediğim gibi biraz beklettim ama iyi ki bekletmişim. Belki biraz daha bekletsem yine uygun an olmayacak, uygun an dediğim ruh halim kaçacaktı ve yine beklemem gerekecekti. Öyle bir yazar\ şair kendisi bence. Bunun sebebini de, şiirlerinde ve bu romanında da direkt kendi yaşamını ve hislerini anlatmasına bağlıyorum. İnsanlar karşıdaki kişi direkt kendinden bir şeyler anlatınca daha kolay bağ kurabiliyorlar. Ben dahil çoğu okurda da bu geçerli olmuş gibi.

      Sil
  7. Ben de bu kitabı büyük bir merakla okumuştum. Ne güzel anlatmışsın, detaylar çok iyi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim :) Üzücü bir kitap ama sevdiklerim arasında yerini aldı.

      Sil

Diğer yazılarıma da göz atabilirsiniz.