Herkeseeeee... günaydın-tünaydın-iyi akşamlar-vehatta-iyigecelerr! Evet! Hoş geldiniz. Nasılsınız, neler yapıyorsunuz? Neler neler neler oluyor hayatınızda ve belki sadece neler okuyup izliyor dinliyorsunuz? Ve belki neler hissediyor düşünüyorsunuz? Ve belki... Gerçekten veya yalancıktan nasılsınız? 'Dostlar, Romalılar, Neptün misafirleri; anlatın!' Beni soracak olursanız... Zzıızıız, vız vız, zızıız -tamam- iyiyim. Bugüne enerjik başladım, o yüzden hemen hemen hemen bakalım bu enerjiyi nasıl kelimelere tercüme edeceğim diye merak edip buraya geldim. Koşmadım yürüdüm. :)
Her gün yazarken insan anlatacak daha çok şey buluyormuş. Boş boş sayfaya bakıyorum ama ne anlatsam bilemiyorum. Oysa anlatacaklarım var ama ne anlatacağım? Ben aslında sana şunu yaptım bunu yaşadım olaylarını anlatmaktan çok, hislerimi anlatmayı seviyorum. Uzun bir zaman boyunca (hayatımın tamamı? hahaha *-*) bunu yapamadım. Bilmiyorum bana sanki insanlar hislerden çok, o hislere sebep olan şeyleri duymayı seviyorlarmış gibi geliyordu ve ben o hislere sebep olan şeyleri her zaman için anlatmak istemiyordum veya önce ve samimiyetle ve tabii her zaman için ön planda o olayların veya durumların üstümde yarattığı enerji tabakasını dile getirmek istiyordum. Bunu denediğimi sandığım zamanlar da oldu ama bir şeyi uzun süre istersen, sadece istersin. Sanırım bu nedenle, olaylardan çok elle tutulamayan şeylerin önemine vurgu yapmayı sevdim. Biri diğerinden daha önemli demiyorum, öyle sandım diyorum; ama değil. Önemli olan sensin işte. O olayları, evet, hissediş biçimin sen hissettiğin için biricik ve evet, bu çok değerli ama o küçümsediğin, evet evet aslında öyle yaptığın, olay ve durumlar da değerli. Her şey gelip geçecek diye bir şey yaşamayalım mı yani veya kendimizi mi tutalım? Tutmayın beni bırakın bırakın tutmayıığğnn. Kim seni tutuyor? Aaaa hiç kimse imiş, bak sen şu işe.
Aslında tam da bu nedenle bazen bazı şeyleri içimde tutmak istiyorum. Kendimi tutmamak için. Ben sanırım fazla sabırsız ve tez canlıyım. Dışarıdan hiç çaktırmam (insan neyi çaktırdığını da çakmıyor tabii ilk başta da neysem artık) ama öyleyim öyleyim. Oysa bir kelimenin bile onlarca anlamı olabilir; üç beş anlamı da olabilir, iki üç de... Ama sonuçta bir kelime bile tek anlamlı değilken, neden his ve düşüncelerimi tercüme etmekte bu kadar aceleciyim? İlk akla gelen her zaman için en doğrusudur tabii ama yine de biliyorsun işte, yıldızlar bile bazı geceler daha parlaktır. Gökyüzü daha siyah ve sen daha pussus ve suspus ve mutlu. Bir şeyleri paylaşmak çok değerli. Dinlemek, duymak ve konuşmak, anlatmak - okumak, anlamak ve yazmak, ifade etmek. Hepsi kıymetli. Ama bunların ötesinde bir yerde bazı şeyleri hissetmenin verdiği his daha başka. Seni asıl dönüştüren şey bu. Sana asıl iyi gelen şey bu; olabiliyor.
Geçen gün yaşımı fark ettim. O yaşları çoktan geçmiş kişiler, o yaşların çok kıymetli olduğunu söylerler. Geçtiğin bazı yaşlar için sen de böyle düşünürsün. Mesela aklımda çok canlı bir anım var. Üniversitenin ilk yılındaydık. Bir arkadaşımın doğum günü yakın mıydı neydi, o bizden bir yaş büyüktü. 20 yaşına girecekti ve o an sanki hepimiz aynı anda büyük bir farkındalık yaşamıştık. Yaşımızın onlar basamağındaki rakam değişiyordu! Vaooovv vvuvuuuvuuu, tama- Bunun beni gerçekten etkilediğini hatırlıyorum. Yaklaşık altı ay sonra ben de 20 olmuştum. Sonra hayat tuhaf bir şekilde akmaya başlamıştı. Yaşımdan dolayı değildi ama yine de bu bir bahane de değildi. 20'li yaşlarımın ilk yarısını nasıl geçirdim acaba? Büyüdüğüm kesin. Böyle geçireceğimi hayal etmediğim de kesin. Peki ama hayal etmiş miydim? Yani, bir şeyler; hayal etmiş miydim? Geçen gün bu da pat diye aklıma gelmişti biliyor musun? Sana söylemeyi bile düşündüm ama söylemedim diye hatırlıyorum. Hiç hayal kurmadığımı. Şaşırdın mı? Öyle oldun itiraf et. Ben hislerimle en son ne zaman hayal kurduğumu hatırlamıyorum bile. Arada bir geldikleri olurdu, yani hislerin. Ama ben, düşüncelerimle hayal kurardım. Kavramlarla, hani elle tutabileceğin. Hani o çok eleştirip yakındığım. Kime yakınıyordum, kim için yakınıyordum? Kendime mi? Kendimizde olmayan bir şey bizi gerçekten de mutlu veya öfkeli hissettiremez. Hatta korkutamaz bile. Bu, basmakalıp bir gerçek değil; bu, saf gerçek. Bunu anladım.
Geçtiğimiz günlerde kendim için bir şey yaptım. Yedi yaşındaki İlkay için. Sonra, bakış açım değişti. Biliyor musun bu beni gerçekten çok şaşırtmıştı. Vay be demiştim. Bak senn... Teşekkür ederim tatlı bücür halim, seni çok seviyorum. Kendimi daha güçlü hissetmiştim, içimde yani, inançlarımda güçlü. İnandıklarımda, basmakalıp gerçeklerimden çıkacak şekilde daha güçlü. Doğru olduğunu bildiğim ama inanamadığım şeylerde daha güçlü. Kendime değer verme anlamında daha güçlü. Daha sonra karşıma sevgili Yeliz Ergün'ün bir videosu çıkmıştı. Hangisiydi hatırlamıyorum ama bir anda 'aaa' olmuştum. Bunlar psikolojiyle ilgili konular ama bir de sevgili Yeliz Hanım'ın hesabına göz atmak isterseniz tıklayabilirsiniz. (reklam değil, içimden koptu geldi).
Bir şeylerin neden olduğunu irdeleyerek kendim ve ''varoluş (vaoovv)'' hakkında bir şeyler keşfetmiştim. Ancak bazen bir şeyleri irdelemek sadece saklanmak oluyor. Hile yapmak. Oysa cevap çok basittir. Sadece kendi değerini bilmelisin. Başkalarının ''kendi değerini bil'' dediği şekilde değil, o zaman sadece bu cümleyi bilirsin; kendin olarak kendi değerini ''bilmelisin.'' Bunu söyledim sanırım kendime. Kuantum evrendeki his boyutunda - vaoooovuvuuvu. Şimdi de kelime boyutunda hepimize söylemiş oldum, yatırım tavsiyesi değildir.
Önceden, böyle karamsar, böyle vaov dedirten ama aslında çok da derine seni götürmeyen ama yine de kimsenin bunu çakmadığı veya rezil olmayayım diye çakmayayım dediği ve paradoksa düşeceğin felsefi fikir ve hayat gerçeklerini okumaktan inanılmaz ama bak i-na-nıl-maz keyif alırdım. Kendim de bu tip düşünceler üretirdim tatlı küçük defterlerimde. Bunu seninleyken hiç yapamadım çünkü seninleyken daha da derinlere daldık, itiraf et öyle yaptık. Bence, basit olan derindir. İnsan bir şeyleri karanlık görerek veya öfkeyle, hüzünle ya da acayip mantıklı olduğunu düşündüğü his kırıntısı bile barındırmayan robotik düşüncelerle veya histerik nöbetlerle derinlere inemez. Hisler, ama kendi hislerin hani sana ait olan, onlar derin olanmış. Bu da inanılmaz derecede pratik istiyor tabii. Bak gerçekten öyle. Her yerden ama her yerden uyaran çıkıyor, HER YERDEN. Böyle bir gerçeklikte, kendini nasıl duyabilirsin ki? Üstelik herkes son yüzyılda takıntılı bir şekilde şu kendini duyma olayına kafayı takmışken! Her neyse. Bunlar bireysel konular. Benim düşüncelerim ve kendimi duyma yolum bana aittir. ''Sana söyleyeceklerim benimdir, asla senin olamazlar,'' olayına çıkıyor. Ve ben bilir kişi değil, konuşur kişiyim; sus-tum.
Galiba büyüdüm ben ya. Değil beş yıl öncesi, iki yıl öncesine göre bile ne farklı düşünüyorum. Bu beni gerçekten hayrete düşürüyor. Aynı zamanda heyecanlandırıyor. 25 yaşında olmama yaklaşık altı ay kaldı. Ah, bu bir zamanlar ne uzak bir sayıydı! Kendime geçmişten gönderdiğim dijital mektupları düşünüyorum. Hepsinde aynı şeyi yazardım biliyor musun? Kendimi cesaretlendirir ve sıkıca sarılırdım. Dört yıl boyunca bunu hep yaptım. Hatta geçenlerde yine geleceğime mektup gönderdim. Future Me diye bir site vardı, daha evvel sana söylemiştim belki hatırlarsın; oradan işte. O mektupları okurken hem mutlu olurum hem de ağlayacağım gelir. Önceden, geçmişimden geleceğime sarılırdım. Şimdiyse, şimdiden şimdime sarılıyorum. Galiba gerçekten büyümüşüm. Bu beni duygulandırdı. Vaooov.
Hoşça kal.
:)
bir şeyler dinlemek için tıklayabilirsiniz.