26 Temmuz 2024 Cuma

Naif. Süper (Erlend Loe) | Kitap Yorumu

Yazar: Erlend Loe, Çevirmen: Dilek Başak,
Yayınevi: Siren Yayınları

Yetişkinliğe adım atan ana karakterimiz için zaman, fazlasıyla tedirgin edici bir oluşumdur. Yirmi beş yaşına basmasıyla birlikte adeta dünyası değişir; ya da karakterimiz böyle olması gerektiğini düşünür. Bunun için de kendince kendinde ve hayatında bazı ufak değişiklikler yapmaya karar verir. Sahip olduklarını ve olmadıklarını karşılaştırır. Sonra da çok eskiden, henüz bir çocukken sevdiği ve sevmeye devam ettiği şeylerin izini sürer. Aşina olduğu o eski dünyanın kendisine yol göstermesini umar. Bu yolda yanında bir iyi bir de kötü arkadaşı, kendisi kadar sevimli olmadığını düşündüğü abisi, kitabında zamanla ilgili ilginç fikirler yazan yazar Paul Davies, küçük arkadaşı Borre ve güzel Lise vardır. Kitap boyunca genç bir adamın olgunlaşmaya çalışırken yaşadığı iç hesaplaşmaları okuyoruz.

Kitabın ana karakterini J. D. Salinger'ın Çavdar Tarlasındaki Çocuklar kitabındaki ana karakter olan Holden Caulfield'e fazlasıyla benzettim. Naif. Süper'in ana karakteri de, daha en başta kitabın adında bile gördüğümüz üzere, tıpkı Holden gibi hayat karşısında oldukça tecrübesizdi ama belki bu tecrübesizliği, belki de şahsına münhasır karakterinin etkisiyle sorunlarına karşı olumlu bir bakış açısına sahipti. Kitap, karakterin ağzından sade bir dille, hatta konuşma diliyle, anlatılıyor. Bu tip anlatımlar basit olmanın ötesinde aslında okurken bazen zorlayıcı bile olabiliyor. Karakterin üslubuna alışmak gerekiyor. Öte yandan bu tip direkt olarak karakterin ağzından anlatılan kitaplarda ben bir okur olarak kendimi karaktere daha çok yaklaşmış, hatta onunla 'kanka' olmuş gibi bile hissedebiliyorum. Bu kitapta da ana karakterin anlattıklarını okurken kendimi kendisine yakın hissettiğimi söyleyebilirim. Bunda pek tabii kitabın konusunun benim için tanıdık bir yerden olması ve karakter ile yaşlarımızın çok yakın olması da etkiliydi.

Büyümek kafa karıştırıcı bir süreç. Sanıyorum ki özellikle de bazı yaşlar insan yaşamında kilit rolde olabiliyor veya böyle bir kolektif algı yerleştiğinden dolayı biz de kendimizi bir 'tuhaf' hissedebiliyoruz. Ana karakterin kafasını fazlasıyla karıştıran zamanın göreliliği mevzusu gibi, büyümek de kişilere görelik barındıran çetrefilli bir süreç. Naif. Süper'in ana karakterinin bu konudaki acemiliğini okumak aslında kitaba dair en sevdiğim durumdu. Benim gözümde kitabı ve karakteri gerçek kılan da bu oldu.

Kitaba bayıldım diyemesem de, sevdim ve okurken de keyif aldım diyebilirim. İlgisini çekenlere öneriyorum.

Hoşça ve kitaplarla kalın.


16 Temmuz 2024 Salı

Öneri Makinesi'nin Çekilişinden Kazandığım Kitaplar.

Geçenlerde sevgili Öneri Makinesi'nin düzenlediği şu çekilişe katılmıştım. Sanıyorum ki şansıma katılımcı sayısı da azdı. Şu işe bakın ki çekilişi ben kazanmışım. Tabii ki mutlu oldum! Öneri Makinesi'nin önerdiği her şeye bayılıyorum. Kitapların arasından sadece Barış Bıçakçı'nın Bizim Büyük Çaresizliğimiz isimli kitabını çooook önceden okumuştum, şimdi yeniden bir okuyayım bakalım demekteyim ve dedim. Bunun dışında diğer kitapların hepsi de listemdeydi. Bu nedenle keyifle, mutlulukla, merakla ve sevgili Öneri Makinesi'ne çoook sevgiler göndererek okuyacağım - tekrardan teşekkür ederim.

Hoşça kalın.

:)



12 Temmuz 2024 Cuma

Ağustos böceklerinin sesini dinlemek beni rahatlatıyor.


Ağustos böceklerinin sesini dinlemek beni rahatlatıyor. Sanki, tanıdık birini duymuşum gibi bir his veriyor. Annemlerin bir akrabası vardı. Ben küçükken benimle uğraşmayı pek severdi. Sanırım ben de onun benimle uğraşmasını severdim. Bir çocuk için varoluşunun büyükler tarafından fark edilmesi büyük bir şeydir. Bu da böyle bir şeydi işte; sanırım en çok da fark edilmek ve orada İlkay olarak bulunduğum fikri beni mutlu ederdi. Kendim olarak var olma fikri. Bana bunu hissettiren o kişiyi, çocukluk hatıralarımın ötesine geçmese de, bugün de sevgiyle anımsıyorum. Bana ''cırcır böceği'' diyen kişi oydu.

Yine çocukken çok konuşurdum. Bunu hatırlıyorum. Konuşmaya başladığımda gerçekten susmazdım. Muhtemelen hemen hemen her çocuk gibi. Bir çocuk için dünya, sanırım, keşfedilecek koca bir evrendir. Tıpkı çocukken okuduğumuz ve etkilendiğimiz macera romanlarındaki gizemli adalar, uzaya yolculuklar, bilinmeyen diyarlara seyahatler; gibi olsa gerek. Yine sanırım, büyüdükçe bu özelliğimizi kaybettiğimize inanıyoruz. İnandığımız şeyler değişiyor. Keşfedilecek şeyler yerine, keşfetmemeye inanmayı seçiyoruz. Buna çeşitli adlar bile veriyoruz; umutsuzluk, yalnızlık, kaybolmuşluk... neyse ne, ben psikolog değilim, orasını bilemem ama şunu biliyorum ki, ben bazen çok yoğun bir şekilde bu hisleri hissediyorum.

Belki de büyüdükçe, buradayım, demenin farklı yollarını buluyoruz. Bunun için tüm eski sıfatlarımızı, yerini sadece bizim bildiğimiz yerlere saklıyoruz. Bak mesela, ben içimdeki bazı şeyleri nereye sakladığımı buldum ve yine unutmayayım diye sır taşıyıcım olarak seni seçtim. Ama şşş, bak aramızda, sana çok güveniyorum. Ağustos böcekleri. Yaza dair sevdiğim üç şeyden biri. Yani... sır sakladığım şeylerden biri.

Sen de içindeki bir şeyleri bir yerlere saklamış mısın, aklına geliyor mu?


bir şeyler dinlemek için tıklayabilirsiniz.


11 Temmuz 2024 Perşembe

Koralin (Neil Gaiman) | Kitap Yorumu

Yazar: Neil Gaiman, Çevirmen: Niran Elçi,
Yayınevi: İthaki Yayınları

Koralin, kaşif ruhlu küçük bir kızdır. Yeni taşındıkları gizemli ev, tuhaf komşuları ve kilitli kapıların ardı Koralin için oldukça büyük keşiflerdir. Yaz tatilinin son günlerinde canı sıkılan bu küçük kızı oldukça cesaret isteyen bir macera bekler ve Koralin de pek tabii bu maceranın içine dalar. Kitap boyunca Koralin'in misafir odasındaki kilitli kapının ardındaki 'diğer' Anne, 'diğer' Baba ve 'diğer' komşuların olduğu kendisininkine çok benzeyen alternatif bir evrende yaşadığı maceraları okumaktayız.

Bu kitabı daha evvel iki kez okudum. İkisinde de kardeşimin kitapları arasından 'araklamıştım.' İlk okuduğumda baskısı daha farklı bir kitaptı; Koralin'in adım attığı gizli dünya beni heyecanlandırmıştı. İkinci okumamda şimdi okuduğum bu baskıyı okumuştum ve yine Koralin'in maceralar yaşadığı gizli dünya beni heyecanlandırmıştı ancak bunun yanı sıra beni, küçük bir kızın iç dünyasına misafir olmak etkilemişti.

Koralin'in anne ve babası daima meşgul olan ve kızlarıyla hiç ilgilenmeyen ebeveynler. Koralin ise hayal gücü gelişmiş ve keşfetmeyi seven bir çocuk. Bir gün Koralin, hiçbir yere açılmıyormuş gibi görünen gizemli bir kapıyı keşfediyor ve tuhaf olaylar yaşıyor. Diğer anne ve baba Koralin ne isterse yapıyorlar ve bunun da ötesinde, küçük kızı dinliyor, onunla zaman geçiriyor ve ilgileniyorlar. Ancak tabi ki hiçbir şey bu kadar tozpembe değil. Hatta aksine bu gizli dünya aslında, bence, Koralin'in korku ve kaygılarından oluşuyor. Küçük kız ancak cesur olmayı seçtiğinde bu dünyanın gerçek olmadığını ele verecek belirtiler ortaya çıkıyor. Aslında çok korktuğu mekanların karalama birer çizimden hallice görünmesi, yaratığın gücünün yalnızca Koralin'in izin verdiği ölçüde var olması, kaybettiğini sandığı değerli şeylerin aslında hep yanı başında olduğunu anlaması ve kendisini sevmediğini düşündüğü bir karakterin aslında dostu olabilmesi gibi.

Kitabı her okumamda daha çok seviyorum. Kitabın ana karakteri bir çocuk olsa da, kitabın içerisindeki korku ögeleri nedeniyle yaşı küçük olan çocuklar için uygun olduğunu düşünmüyorum. Çocukları olumsuz etkileyebilir, tedirgin edebilir. Daha ziyade büyükler okusun bu kitabı, naçizane önerim. :)

Kitabın bir de film uyarlaması var ama HÂLÂ izlemedim.

Hoşça ve kitaplarla kalınız.



9 Temmuz 2024 Salı

Frances Ha | Film Yorumu


Yönetmen: Noah Baumbach

Senarist: Noah Baumbach, Greta Gerwig

Yapımı: 2012 - Brezilya, ABD


Frances (Greta Gerwig) 27 yaşında genç bir kadındır. En yakın arkadaşı Sophie (Mickey Sumner) ile yaşamakta, bir şirkette asistan dansçı olarak çalışmakta ve pek de memnun olmadığı bir ilişkiyi sürdürmektedir. Hayatta gerçekten emin olduğu iki şey dansa ve Sophie'ye karşı olan sevgisi olabilir. Bir üçüncüsü ise, muhtemelen, akıp giden hayatıyla ne yapacağını bilmemesidir. Film boyunca Frances'in değişen yaşamına tanık oluyor ve onun bu değişimlere karşı olan çabasını izliyoruz.


Kaynak: Pinterest

Film uzun zamandır izlenecekler listemde olmasının yanı sıra, ınstagramda dolaşırken sevgili jossedawy_ hesabının şu yorumuyla karşılaşmıştım. Bu yorum bana, filmi mutlaka izlemelisin, diye resmen baskı yaptı. Filmin de ötesinde, sevgili Frances'i merak ettim. İnsan bazen karakterleri merak ediyor değil mi? Filmi beğenmeyecek olsaydım bile hayal kırıklığı yaşamayacaktım, gerçekten. Hatta Frances'i sevmeyecek olsam bile. Çünkü daha en başta koca bir merak vardı içimde: filmin içimdeki bir noktaya dokunacağının teminatı.

Bu filme dair en sevdiğim şey, gerçek olması. Siyah beyaz bir film karşılıyor bizi. Buna tezat olarak ise renkli bir genç kadın. Frances hayata çocuksu bir merakla bakıyor. Bu aslında kaç yaşına gelirsen gel, içinde eğer varsa, kaybedemeyeceğin bir özellik. Zaten kaybedemeyeceğin bu şeyi tutmaya çalıştığında ise, muhtemelen, sorunlar baş gösteriyor. Frances'e olan buydu. Hayatının sorumluluğunu almaktan kaçıyordu; ya da, bunu nasıl yapacağını bilemiyordu. Bazen bazı şeyleri başkaları gibi yapamayız. Hatta bunu istediğimizi söylesek bile olmaz. Çünkü biz, zaten farklı biriyiz. Durum böyleyken, başkası gibi olmaya veya inatla olmamaya çalıştığımızda, ne yapacağımızı bilemediğimizi düşünebiliriz. Hiçbir şeyi bilemediğimizi. Tek başına olduğumuzu, bize hiç benzemeyen bambaşka birine dönüşeceğimizi ve mutsuz olacağımızı düşünebiliriz.


''Biriyle birlikte olduğunda sen onları seversin ve onlar bunun farkındadır, onlar seni sever ve sen de bunun farkında olursun ama bu bir parti ve diğer insanlarla konuşursun, gülersin, ışık saçarsın, odayı araştırır, diğerlerinin gözlerini yakalarsın ama bu sahiplenici olman ya da kusursuz bir cinsellik yaşaman için değil, senin bu hayattaki kişiliğinle alakalı bir durumdur. Bu durum hem komik hem de üzücü ama bu hayat sona eriyor ve tam orada fark edilmeden herkesin önünde duran gizemli bir dünya oluşuyor ama kimse bunu fark etmiyor. Yani dedikleri gibi, etrafımızda başka bir boyut var ama bizde onları algılama yeteneği yok. Yani... Bir ilişkiye girememe sebebim işte bu. Ya da hayata, sanırım. Aşka. Sarhoş gibiyim. Sarhoş değilim.''


-Yazının bundan sonrası spoiler içeriyor.-

Biz dururken, başkaları da bizimle birlikte bekleyebilir sanırız; veya bazı şeylerin sonsuza kadar sürebileceğine kendimizi inandırırız. Frances en yakın arkadaşı Sophie'ye gönülden bağlıydı; çünkü aslında onu sevmesinin de ötesinde, Sophie Frances'e ilk gençlik yıllarını ve çocukluğunu anımsatıyordu. Bu nedenle bence film boyunca Frances en büyük burukluğunu, Sophie ona daha iyi bir ev bulduğunu ve evden ayrılacağını söylediğinde yaşadı. Frances, Sophie ile ayrılmamak için cesarete gelip hayatındaki bazı şeyleri bırakmıştı. Yine de bence onu asıl üzen bu değildi. Onu asıl üzen, her şeyi birlikte yapmaya alıştığı arkadaşının gitmesiydi. Frances'in asla yapmayacağı bir şekilde, bir anda. Yine aynı şekilde, Frances'in muhtemelen asla yapmayacağı bir şekilde, bu arkadaşı Frances'e yaşamındaki büyük olayları çok geç haber veriyordu. Çok sevdiğimiz biri, bizi hayatının sadece onun izin verdiği kadarını izleyebilecek kadar uzaklıkta tuttuğunda ve aslında onun için 'diğerleri gibi' olduğumuzu hissettiğimizde üzülürüz. Bu nedenle bence, film boyunca ne yaşarsa yaşasın, Frances'i en çok üzen de buydu: En yakınındaki kişiden uzak kalmak - anlatamamak ve bu nedenle anlayamamak.

Paris sokaklarında tek başına dolandığı ve en sonunda yine tek başına yemek yerken aydınlanma yaşadığı sahneler beni güldürmüştü. Tüm o sıkıcılıkta, Frances tek başınaydı ve her şeyi sıkıcılaştıran zaman sanki tam da o anda durmuş gibiydi. Buna karşın Frances'in Sophie ile konuşurken zaten başkalarından öğrendiği büyük haberlere olumlu tepki vermeye ve aslında üzüldüğünü ve yalnız hissettiğini gizlemeye çalıştığı sahne ise kırıcıydı. Üstelik Sophie hiçbir şey anlamadı ya da sadece Frances'in asla istemediği bir şekilde ona uyum sağladı.

Frances'in kendini rahat hissettiği tek yer artık yeni taşındığı evdeki ev arkadaşlarıydı. Lev (Adam Driver) ve Benji (Michael Zegen) ile birlikteyken, mutluydu. Çocuksu bir mutlulukla mutluydu. Çünkü bu iki kişi de onun gibi yetişkin olmaya pek de yanaşmıyorlardı. Bir şeylere tutunmuyor, sorumluluk almıyor ve o yaşanan günde eğleniyorlardı. Frances diğerlerinin yanındayken kendini ifade edemiyordu. Çünkü Frances'in dışında kalan dünya, bir şekilde ondan ayrıydı. 

Velhasıl kelam, bu bir büyüme yolculuğu aslında. 27 yaşındaki genç bir kadının birey olma sürecini anlatıyor. Kırılmasını, çabalamasını, öğrenmesini ve kendi olarak büyümesini; anlatıyor. Filmi çok sevdim, Frances'i de.


Frances Ha Soundtrack için tıklayabilirsiniz.


8 Temmuz 2024 Pazartesi

İlham Perilerinin Sırları Üzerine Fısıldamalarım.


Kitap sohbetlerinin insana verdiği keyif pek az şeyde var. Böyle, beynimde yeni yeni bağlantıların oluştuğunu resmen somut olarak hissediyorum. Sadece sohbet de değil; kitaplar hakkında bir şeyler okumak, öğrenmek, birinin düşünceleriyle, paylaşımlarıyla karşılaşmak bile kimi zaman insana inanılmaz bir keyif veriyor. Bana veriyor. Burada kitaplarla ilgili bir şeyler okuduğumda da aynı hissi hissediyorum. Vücudumdan beynime ve tabii en çok da kalbime bir ürperti -böyle de yazınca biraz şey oldu sanki, ne bilim- dalgası yayılıyor. Kan akışı? Ay bilmiyorum. Keşfetmenin dayanılmaz hafifliği! Evet, yayılan dalga bu. Kitaplardan gelen kimi zaman sıcak, kimi zaman soğuk; heyecan dalgası.

Bazen, kitaplardan rastgele sayfalar açıp okurum. Bunu başlangıçta kurgudışı ve şiir kitaplarında yapardım. Düşününce de böylesi daha mantıklı geliyor tabii. Ama kurgu içi kitaplara uygulamak da hoş. Okumadığın bir kitaba yaparsan spoiler alabilirsin o ayrı; yine de keyifli. Okuduğun bir kitaba yaptığında ise nostaljik oluyor. O sahneyi anımsıyorsun. Belki daha evvel o kadar da dikkat kesilmeden okuduğun herhangi bir sahneyi. Ne çıkarsa bahtına. Peki böylece ne oluyor yani? Hatırlamış oluyorsun. Kafanda tiyatro sahnesi kuruluyor, dikkatin yoğunlaşıyor; heyecan dalgası buram buram yüzüne çarpıyor. Çünkü merak ediyorsun. Acaba ne çıkmış bahtıma; diye.

Yazmak da sanki buna benziyor. Aynı sistem gibi. Rastgele bir cümle seçiyorsun zihninden. O cümleyi aça aça ilerliyor ve paragraflar döşüyorsun. Bazen ilhamın gelmediğini düşünürüz. İlham perilerinin sebebini bulamadığımız bir şekilde bizimle bozuştuğunu. Oysa sebep bellidir. Ama bu bir sır, şşşş. Size söylediğimi duymasınlar. Çünkü, ilham perileri aynı zamanda pek bir alıngan gibi görünüyorlar. İşte! Açıklıyorum: İlham perileri ilgiyi severler. Onlarla her gün ilgilenmemiz gerekir. Her gün onların gelebileceği mekanlara uğramamız gerekir. Neresi olabilir bu mekanlar? Yazan biri için farklı, çizen biri için farklı, konuşan biri için farklı, ocak başındaki biri için farklı, giysi diken biri için farklı, hatta masa başında çalışan biri için farklı, öğrencilerle çalışan biri için farklı, notalarla çalışan birine farklı... Herkes için farklıdır. Yazan iki kişi için bile aynı yer olmayabilir ilham perilerinin mekanı. Kimisi içeride yazınca yazabileceğine, kimisi dışarıda yazınca yazabileceğine inanır. İlham perilerinin sevdiği bir diğer şey de aslında budur: İnanç.

İlham perileri keyifli olduğunda, aaa bir dakika - yoksa yoksa- biz keyifli olduğumuzda mı demeliyim, diğer her şey de keyiflenir. Yazılar, resimler, müzikler, diğer insanlar... Her şey! Senin etki alanındaki o şey de keyiflenir. Bir çeşit enerji alışverişi? İşte böyledir. İlham perileri pek başına buyruk görünürler; oysa onlar sorumluluğu severler. Onlar uçlarda uçan bilgelerdir. Aramakla bulunmaz ama bulanlar arayanlardır sözü, kim bilir, belki onların fısıldadığı bir diğer sırdır, şşşşşiiişişşuşuş.

Güzel bir hafta diliyorum.

Hoşça kalınız.

:)


bir şeyler dinlemek için tıklayabilirsiniz.



7 Temmuz 2024 Pazar

Galiba büyümüşüm ben ya.


Herkeseeeee... günaydın-tünaydın-iyi akşamlar-vehatta-iyigecelerr! Evet! Hoş geldiniz. Nasılsınız, neler yapıyorsunuz? Neler neler neler oluyor hayatınızda ve belki sadece neler okuyup izliyor dinliyorsunuz? Ve belki neler hissediyor düşünüyorsunuz? Ve belki... Gerçekten veya yalancıktan nasılsınız? 'Dostlar, Romalılar, Neptün misafirleri; anlatın!' Beni soracak olursanız... Zzıızıız, vız vız, zızıız -tamam- iyiyim. Bugüne enerjik başladım, o yüzden hemen hemen hemen bakalım bu enerjiyi nasıl kelimelere tercüme edeceğim diye merak edip buraya geldim. Koşmadım yürüdüm. :)

Her gün yazarken insan anlatacak daha çok şey buluyormuş. Boş boş sayfaya bakıyorum ama ne anlatsam bilemiyorum. Oysa anlatacaklarım var ama ne anlatacağım? Ben aslında sana şunu yaptım bunu yaşadım olaylarını anlatmaktan çok, hislerimi anlatmayı seviyorum. Uzun bir zaman boyunca (hayatımın tamamı? hahaha *-*) bunu yapamadım. Bilmiyorum bana sanki insanlar hislerden çok, o hislere sebep olan şeyleri duymayı seviyorlarmış gibi geliyordu ve ben o hislere sebep olan şeyleri her zaman için anlatmak istemiyordum veya önce ve samimiyetle ve tabii her zaman için ön planda o olayların veya durumların üstümde yarattığı enerji tabakasını dile getirmek istiyordum. Bunu denediğimi sandığım zamanlar da oldu ama bir şeyi uzun süre istersen, sadece istersin. Sanırım bu nedenle, olaylardan çok elle tutulamayan şeylerin önemine vurgu yapmayı sevdim. Biri diğerinden daha önemli demiyorum, öyle sandım diyorum; ama değil. Önemli olan sensin işte. O olayları, evet, hissediş biçimin sen hissettiğin için biricik ve evet, bu çok değerli ama o küçümsediğin, evet evet aslında öyle yaptığın, olay ve durumlar da değerli. Her şey gelip geçecek diye bir şey yaşamayalım mı yani veya kendimizi mi tutalım? Tutmayın beni bırakın bırakın tutmayıığğnn. Kim seni tutuyor? Aaaa hiç kimse imiş, bak sen şu işe.

Aslında tam da bu nedenle bazen bazı şeyleri içimde tutmak istiyorum. Kendimi tutmamak için. Ben sanırım fazla sabırsız ve tez canlıyım. Dışarıdan hiç çaktırmam (insan neyi çaktırdığını da çakmıyor tabii ilk başta da neysem artık) ama öyleyim öyleyim. Oysa bir kelimenin bile onlarca anlamı olabilir; üç beş anlamı da olabilir, iki üç de... Ama sonuçta bir kelime bile tek anlamlı değilken, neden his ve düşüncelerimi tercüme etmekte bu kadar aceleciyim? İlk akla gelen her zaman için en doğrusudur tabii ama yine de biliyorsun işte, yıldızlar bile bazı geceler daha parlaktır. Gökyüzü daha siyah ve sen daha pussus ve suspus ve mutlu. Bir şeyleri paylaşmak çok değerli. Dinlemek, duymak ve konuşmak, anlatmak - okumak, anlamak ve yazmak, ifade etmek. Hepsi kıymetli. Ama bunların ötesinde bir yerde bazı şeyleri hissetmenin verdiği his daha başka. Seni asıl dönüştüren şey bu. Sana asıl iyi gelen şey bu; olabiliyor. 

Geçen gün yaşımı fark ettim. O yaşları çoktan geçmiş kişiler, o yaşların çok kıymetli olduğunu söylerler. Geçtiğin bazı yaşlar için sen de böyle düşünürsün. Mesela aklımda çok canlı bir anım var. Üniversitenin ilk yılındaydık. Bir arkadaşımın doğum günü yakın mıydı neydi, o bizden bir yaş büyüktü. 20 yaşına girecekti ve o an sanki hepimiz aynı anda büyük bir farkındalık yaşamıştık. Yaşımızın onlar basamağındaki rakam değişiyordu! Vaooovv vvuvuuuvuuu, tama- Bunun beni gerçekten etkilediğini hatırlıyorum. Yaklaşık altı ay sonra ben de 20 olmuştum. Sonra hayat tuhaf bir şekilde akmaya başlamıştı. Yaşımdan dolayı değildi ama yine de bu bir bahane de değildi. 20'li yaşlarımın ilk yarısını nasıl geçirdim acaba? Büyüdüğüm kesin. Böyle geçireceğimi hayal etmediğim de kesin. Peki ama hayal etmiş miydim? Yani, bir şeyler; hayal etmiş miydim? Geçen gün bu da pat diye aklıma gelmişti biliyor musun? Sana söylemeyi bile düşündüm ama söylemedim diye hatırlıyorum. Hiç hayal kurmadığımı. Şaşırdın mı? Öyle oldun itiraf et. Ben hislerimle en son ne zaman hayal kurduğumu hatırlamıyorum bile. Arada bir geldikleri olurdu, yani hislerin. Ama ben, düşüncelerimle hayal kurardım. Kavramlarla, hani elle tutabileceğin. Hani o çok eleştirip yakındığım. Kime yakınıyordum, kim için yakınıyordum? Kendime mi? Kendimizde olmayan bir şey bizi gerçekten de mutlu veya öfkeli hissettiremez. Hatta korkutamaz bile. Bu, basmakalıp bir gerçek değil; bu, saf gerçek. Bunu anladım.

Geçtiğimiz günlerde kendim için bir şey yaptım. Yedi yaşındaki İlkay için. Sonra, bakış açım değişti. Biliyor musun bu beni gerçekten çok şaşırtmıştı. Vay be demiştim. Bak senn... Teşekkür ederim tatlı bücür halim, seni çok seviyorum. Kendimi daha güçlü hissetmiştim, içimde yani, inançlarımda güçlü. İnandıklarımda, basmakalıp gerçeklerimden çıkacak şekilde daha güçlü. Doğru olduğunu bildiğim ama inanamadığım şeylerde daha güçlü. Kendime değer verme anlamında daha güçlü. Daha sonra karşıma sevgili Yeliz Ergün'ün bir videosu çıkmıştı. Hangisiydi hatırlamıyorum ama bir anda 'aaa' olmuştum. Bunlar psikolojiyle ilgili konular ama bir de sevgili Yeliz Hanım'ın hesabına göz atmak isterseniz tıklayabilirsiniz. (reklam değil, içimden koptu geldi).

Bir şeylerin neden olduğunu irdeleyerek kendim ve ''varoluş (vaoovv)'' hakkında bir şeyler keşfetmiştim. Ancak bazen bir şeyleri irdelemek sadece saklanmak oluyor. Hile yapmak. Oysa cevap çok basittir. Sadece kendi değerini bilmelisin. Başkalarının ''kendi değerini bil'' dediği şekilde değil, o zaman sadece bu cümleyi bilirsin; kendin olarak kendi değerini ''bilmelisin.'' Bunu söyledim sanırım kendime. Kuantum evrendeki his boyutunda - vaoooovuvuuvu. Şimdi de kelime boyutunda hepimize söylemiş oldum, yatırım tavsiyesi değildir.

Önceden, böyle karamsar, böyle vaov dedirten ama aslında çok da derine seni götürmeyen ama yine de kimsenin bunu çakmadığı veya rezil olmayayım diye çakmayayım dediği ve paradoksa düşeceğin felsefi fikir ve hayat gerçeklerini okumaktan inanılmaz ama bak i-na-nıl-maz keyif alırdım. Kendim de bu tip düşünceler üretirdim tatlı küçük defterlerimde. Bunu seninleyken hiç yapamadım çünkü seninleyken daha da derinlere daldık, itiraf et öyle yaptık. Bence, basit olan derindir. İnsan bir şeyleri karanlık görerek veya öfkeyle, hüzünle ya da acayip mantıklı olduğunu düşündüğü his kırıntısı bile barındırmayan robotik düşüncelerle veya histerik nöbetlerle derinlere inemez. Hisler, ama kendi hislerin hani sana ait olan, onlar derin olanmış. Bu da inanılmaz derecede pratik istiyor tabii. Bak gerçekten öyle. Her yerden ama her yerden uyaran çıkıyor, HER YERDEN. Böyle bir gerçeklikte, kendini nasıl duyabilirsin ki? Üstelik herkes son yüzyılda takıntılı bir şekilde şu kendini duyma olayına kafayı takmışken! Her neyse. Bunlar bireysel konular. Benim düşüncelerim ve kendimi duyma yolum bana aittir. ''Sana söyleyeceklerim benimdir, asla senin olamazlar,'' olayına çıkıyor. Ve ben bilir kişi değil, konuşur kişiyim; sus-tum.

Galiba büyüdüm ben ya. Değil beş yıl öncesi, iki yıl öncesine göre bile ne farklı düşünüyorum. Bu beni gerçekten hayrete düşürüyor. Aynı zamanda heyecanlandırıyor. 25 yaşında olmama yaklaşık altı ay kaldı. Ah, bu bir zamanlar ne uzak bir sayıydı! Kendime geçmişten gönderdiğim dijital mektupları düşünüyorum. Hepsinde aynı şeyi yazardım biliyor musun? Kendimi cesaretlendirir ve sıkıca sarılırdım. Dört yıl boyunca bunu hep yaptım. Hatta geçenlerde yine geleceğime mektup gönderdim. Future Me diye bir site vardı, daha evvel sana söylemiştim belki hatırlarsın; oradan işte. O mektupları okurken hem mutlu olurum hem de ağlayacağım gelir. Önceden, geçmişimden geleceğime sarılırdım. Şimdiyse, şimdiden şimdime sarılıyorum. Galiba gerçekten büyümüşüm. Bu beni duygulandırdı. Vaooov.

Hoşça kal.

:)


bir şeyler dinlemek için tıklayabilirsiniz.


1 Temmuz 2024 Pazartesi

Temmuz 2024.


Önceden koşa koşa sana gelirdim. Şimdi yürüye yürüye geliyorum. (Tamam-) Önceden koşa koşa sana gelirdim. İçinde bulunduğum an'ı kelimelerden bir baloncuğa dönüştürüp içine seni de alabilmek için. Böylece, üstünden ne kadar zaman geçerse geçsin, o yazının topraklarına adım attığımız daha ilk anda, o yazıyla birlikte, o anda havalanacaktık. Bu yazılar çok vaov bir an'ı anlatmazdı ama yine de her an gibiydi işte. Vaov olan an mıdır, yoksa anların toplamı mı? Tamam kabul; bazen anların içindeki tek bir an vaov'dur, gerisi hatırlatıcı anlardır o kadar. Benim anlattıklarım hiç vaov bir an'ı temsil etmediler ama yine de yaşarken, kalbim vaov dediğinden dolayı, sana koşmuştum.

Gün ışığının cisimlere vuran yüzünü pek bir severim. Tam da batmadan evvel, son bir turuncu göz kırpışla vurduğu yeri analog fotoğraf makinesiyle çekilmiş bir fotoğraf karesine çevirir. Pek bir sanatsal olur en sıradan cisim. Dünyayı bu gözle görmeyi seviyorum. Gün ışığından gördüğüm usulle bakmayı yani. Her şeye böyle bakılmaz ama baktığın şeyi iyi seçebilirsen, o sıradanlıktan güzel eserler üretebilirsin. Sadece görerek bile. Düşünceler, duygular ve onların dışavurumları. Bence düşünce ve duygular onları dışa vurup vurmamamızdan da bağımsız olarak birer eserdir. Çünkü bizimdir; dışa vurulduğunda ise, bizden olur. Hala bizimdir ama onu algılayan kişi de gördüğü şeyde artık söz sahibi olur. Gün ışığının da eserleri vardır, işte yukarıda söyledim; ancak biz, her birimiz, onu farklı yorumlayabiliriz. Güneşten gelir, ondandır ama artık ona biz de kendi düşünce ve hislerimizden bir mana katmışızdır.

Gün batmaya yakınken tam yakınımda minik kuşlar uçuşuyordu. Tıpkı birbirlerine caka satar gibi gergin kanatlarıyla bir alçalıp iki yükseliyorlardı. Minik veya büyük hiç fark etmez, kuşları izlerken hep güleceğim gelir. Pek bir havalı ve pek bir masum görünürler. Tamam, bazen korkutucu da olabilirler ama kabul et, yine de tatlı küçük çocuklar gibiler. En havalı şeyleri söylerler, ancak bilge kulaklar onları sevgiyle dinlerler. Herkesin bilge kulakları olabilir. Bazı şeyleri kendimizden çok yükseğe koyarız. Oysa bence pek çok ''büyük'' olarak tanımlayacağımız şey, tüm bu sıradan anlarda gizlidir ve bence, onları o anda görebilmek, yaşamın fotoğrafını çekmektir. Onları o anda yaşamak ise... Hadi hadi cevabı ver diye bekliyorum - ...yaşamaktır.

İlk yıldızlar çıkarken de çok heyecanlanırım. Güneş nostaljik bir renge büründürürken dünyayı, bu ilk yıldızlar pek bir çekingen görünürler. Önce biri parlar, sonra onun çaprazındaki bir diğeri. Gökyüzü tatlı bir mavidir; yıldızlar da gümüşten noktalar olup yavaş yavaş yerlerini almaya hazırlanırlar. Tüm bu hareketlilik yaşanırken, kuşlar kendi hareketleriyle meşgullerdir. Alçalıp yükselen uçuşlarıyla ve hemen akabinde yükselip alçalan ve alçalıp yükselen ve yükselip... 

Bu ayın ilk günü de pazartesi gününe denk geliyor. Düzenli bir ay, sevdim.

Güzel bir ay diliyorum.

Hoşça kalın.

:)


bir şeyler dinlemek için tıklayabilirsiniz.



Diğer yazılarıma da göz atabilirsiniz.