Yönetmen: Wim Wenders
Senarist: Wim Wenders, Veith Von Fürstenberg
Yapımı: 1974 - Almanya
Bir gazeteci olan Philip'in (Rüdiger Vogler) ABD ile ilgili bir yazı yazması gerekmektedir. Bunun için ülkeyi dolanır, pek çok fotoğraf çeker ancak tek bir satır yazamaz. Parası bitince ülkesi Almanya'ya dönmeye karar verir. Ancak havaalanında grev olduğunu öğrenir, bilet alamaz. Havaalanında tanıştığı anne kız ile o geceyi geçirir. Ertesi gün anne, kızı Alice'i (Yella Rottländer) Philip'e emanet ettiğini yazan bir not bırakarak kaybolur. Aktarmalı gidecekleri uçak yolcuğunun bir sonraki durağında kızını ondan geri alacağını söyler. Birkaç günü Alice ile geçirecek olan Philip, küçük kızla birlikte yolculuğa çıkar; ancak işler beklendiği gibi ilerlemez. Film boyunca Philip ile Alice'in ABD'den Almanya'ya uzanan yolculuğunu ve 70'lerin Amerika ve Almanyasına ait görüntüleri izliyoruz.
Kaynak: Pinterest |
Film siyah beyaz bir film. Siyah beyaz filmlerin verdiği hava bana hep bambaşka gelir. Hani film yavan olsa bile o bahsettiğim hava filmin tadı tuzu olur sanki. Bu nedenle film zaten benim gözümde 1-0 önde başlamıştı. Sonra o görüntüler... Sanırım yönetmenin tarzıymış bu. Her bir sahne fotoğraf karesi gibi. Ana karakter de bolca fotoğraf çekiyor zaten. Gördüklerini kendine sadece bu yolla kanıtlayabildiğini söylüyor; ancak fotoğrafın asla görüntülerin aslının yerini tutmadığını. Bu bana bir yerden tanıdık geldi. Ana karakterin dünyayı algılama biçimi; en çok da, kendiyle iletişim kurmaya çalışma biçimi.
Her yol hikayesi gibi şehirden birileri ayrılıyor, başka bir şehrin yerlisi veya yabancısı olmak üzere. Karakterler ön planda; an geliyor yol ana karakter oluyor, sonra bir ileri bir geri: Bir karakterler, bir yol. Bu, yavaş akan ama insanın kalbine sızan bir film. Küçük Alice nasıl bilmiş, nasıl güzel. Philip ise yeri geliyor kendi başınayken gözü kapalı araba kullanıyor, yeri geliyor kayalıklarda puslu deniz manzarasını fotoğraflıyor. Biraz gri bir tip. Tüm gri tipler birbirine benzer. Philip de öyle. Onun griliğine ton katma biçimi fotoğraf çekmek. Yayıncısı ona yazmak yerine fotoğrafladığı için kızsa da, beş parasız, üstüne üstlük küçük bir kızla, yollarda kalakalsa da, o sadece buna tutunuyor: Fotoğraf çekmeye. Fotoğraflara değil elbet. Zaten onlara bakıyor ama görmüyor Philip. Tıpkı gözleriyle gördüklerini de hızla geçivermesi gibi.
Bir sahnede küçük kız Philip'i fotoğraflıyor. Bak, diyor, bu sensin. Kendisi hakkında tek bir kelime edemeyen bu adama bir sorumluluk veriyor Alice. Bir amaca ait olma sorumluluğunu. Philip küçük kızı annesine götürmek için uğraşıyor. Küçük kız evine dönmemek için. Bu, tuhaf bir ikili. Tuhaf ama uyumlu yol kafadarları.
Bir sahnede küçük kıza, ''korkmaktan korktuğunu'' söylüyor Philip. Ah, ne büyük korkudur o. En büyük korku! Korkuların anası. Bu nedenle güvenli sahillerde kayalık köşelerinde puslu manzarasına sığınıyor Philip. Tanıdığı kadına gidiyor bir sahnede. Ancak bu tanıdık kişi onu uzaklaştırıyor. İçerilere git diyor sanki. Artık bildik limanlarda dolanma. Burada kalamazsın!..
Kendimizi korumak için genelde böyle yaparız değil mi? Böyle düşündüm Philip'i izlerken. Güvendiği yerlere tutunduğunu. Eski bir tanıdığa, değişmeyen alışkanlıklarına, kendini bile kandıramadığı oyalanmalarına... Sonra, fotoğraf çekmeye. Bir kareye hapsolmanın dayanılmaz güvenliğine.
Bu basit bir yol filmi. Yabancılar şehirden uzaklaşır. Yol manzaraları eşlikçileri. İlerler de ilerlerler. Küçük Alice ve Philip'in hikayesini izlemek keyifliydi. İlgisini çekenlere önerim olsun.
Hoşça kalın.
Can - The Lost Tapes ( Alice/Alice in The Cities Soundtrack)
Alice in the Cities (1974) - Soundtrack - Softly [Sibylle Baier]
Alice in den Städten - On the road again
Ne güzel, detaylı anlatmışsın. İzlemiş kadar hissettim. Keyifli bir yazı olmuş, teşekkürler. :)
YanıtlaSilBen teşekkür ederim :)
SilYol hikayeleri nedense bana hiç uymuyor (seyahat etmeyi de severim üstelik:)) bu filmde kasvetli gibi geldi şimdilik pas geçiyorum. Elinize sağlık:)
YanıtlaSilBen de tam tersi yol filmlerini ayrı severim :) Evet biraz kasvetli bir film. Çeşitli açılardan (oyunculuk performansı, yavaş işlemesi gibi) olumsuz bulduğum yönleri de vardı ama diğer yandan sinematografisi ve repliklerini baya beğendim. Karakterler de sempatikti. Neyse :) İzlerseniz iyi seyirler dilerim. Teşekkür ederim :)
SilBir sahnede küçük kıza, ''korkmaktan korktuğunu'' söylüyor Philip. Çok iyimiş bu.
YanıtlaSilBelki de tüm korkularımızın temelinde bu vardır. Korku üzerine düşündüğümde aklıma bu geliyor.
Silwenders'in sürekli izlediğim iki filmi var, bu alice ve paris texas bir de :) bütün filmleri iyi :) dünyanın sonuna yolculuk da örneğin :) bu alice de yukarda giden tramvaylar ilgimi çekmişti. yol filmleri bayılırım ben de ivit :) bu arada sen auteur sineması denen özel türe yöneldin iyicene ne güzel :)
YanıtlaSilParis Texas da merak ettiklerimden. Hatta en son yorumladığım film yerine onu izleyecektim ama karar değiştirdim. Gerçi son izlediğim filmi baya beğendim o yüzden iyi ki değiştirmişim :) Paris Texas'ı da bir ara izlemek aklımda. Bayadır listemde çünkü. Onu da beğenirsem yönetmenin diğer filmlerine sararım, böyle böyle gider :) Ve evet filmine imzasını atan yönetmenlerin filmleri başka oluyor, daha çok keyif alıyorum.
Silo zamansaaa, pişkin pişkin-kaan boşnak :)
Sil:))
SilBilmediğim bir film ama izlersem sıkılırım gibi düşündüm, bilemedim:) Emeğine sağlık:)
YanıtlaSilGüzel ve yavaş akan bir film. Ben sevdim ama pek aksiyonu yok söylim :) Teşekkür ederim :)
SilŞu anda hiç siyah beyaz film izlememiş olduğumu keşfettim..
YanıtlaSilMutlaka izleyin. İlla eski olmasına da gerek yok. Yani bazı yönetmenler özellikle siyah beyaz çekiyor. Şu an aklıma Angel A geldi mesela. Yine eski ama bu yüzyıldan. :) Daha da eskilerden de çok var zaten. İlk aklıma gelen Bisiklet Hırsızları oldu <3 Daha da vardır güzel filmler. Siyah beyazlığın verdiği hissi seviyorum ben.
Sil