1 Mart 2024 Cuma

Mart.

Kalbimmmm, kocaman bir... Bir... Pastane! En başta nasıldı hatırlamıyorum. En en en öncesinden bahsediyorum. Anılarımı anlattıkça uçup gittiklerini gördüm. Kötü olanlardan geriye his kırıntısı bile kalmadı. İyi olanlarsa şimdiki pastanenin inşasında temel oldular. Onları baya baya kardım, harç karar gibi. Bu uzun sürmüş bir iş gibiydi, gibi geliyor; ama uzun da sürmemiş gibi. Çok uzun sürseydi çimento vaktinden önce kururdu ve yine bir pastane inşa edemezdim. Yoksa eder miydim? Hımm, öyle olsaydı bir usta bulmam gerekirdi kesin. Çünkü ben bir usta değilim. Yine de, her şey bittikten sonra böyle oluyor sanırım; uçup giden şeyleri göremiyorum ama bundan çoook uzun zaman önce çoook uzak bir galakside..., aman yanlış oldu, bundan bir süre öncesinde bu galaksideki bir pastaneye sahip olduğumu ama o pastaneyi kaderine terk ettiğimi, sonra da her yerin örümcek ağlarıyla dolu olmasının beni şoka uğrattığını hayal meyal hatırlıyor gibiyim.

Böyle olunca, hani örümcek ağlarını falan görünce, o pastaneyi kaderine terk etmek daha kolay geliyor insana. Öyle bir pastaneye pastane sahibi bile hemen girmek istemiyor. Yoksa istiyor mu? Belki de bazı pastane sahipleri kollarını daha kolayca sıvayabiliyordur. Ben miskin bir pastaneciyim. Bu yüzden pastaneyi bırakıp yüzmeye gitmiştim. Bir bakardım ki, belki de, dalgalar beni başka bir kıyıya çıkarırdı ve artık pastaneci olmazdım! Dalgalara mı güvenmeliydim? Hayır hayır hayır. Bu da benim yapabileceğim bir şey değildi. Belki pastane işini bırakıp terzi olmaya karar verenler falan vardır, veya astronot veya ressam. Ama şansıma su da durgundu. Yoksa ben gittiğim yakada da bir pastane arayışına girerdim kesin. Oysa bu yakada zaten bir pastanem vardı ve beni bekliyordu. O halde ben neyi bekliyordum? Bilmiyorum. Şimdi bile bilmiyorum, biliyor musun?

Pastaneye gidip geldim tabii. Hiçbir zaman hevesim olmadı da diyemem. Aksine vardı! Başlangıçta çok vardı. Her şeyin başlangıcında. Birkaç başlangıçta... Bir sürü pasta yapmak istedim. Çilekli, çikolatalı ve başka başka pastalar öğrenmek. Belki kurabiye, belki hatta İzmir bombası bile yapardım. Niye olmasın, pastane bu. Ama yapmak istemedim. İstemememin de sebepleri vardı, tüm suçu kendime yüklemeyeceğim ama tüm sorumluluk yine de bendeydi. Bu pastane bana ait çünkü. Sahibi de, aşçısı da, garsonu da, kasiyeri de benim. Hatta tadımcısı da ben olacağım. Pastalarımı ilk ben tadacağım. Tadını beğenmezsem değiştiririm, değil mi? Bundan neden bu kadar çok korktum? Neden hep yanlış yapmaktan, hata yapmaktan bu kadar çok korktum? Usta olmadığım için mi? Usta bir aşçı, tatlıcı, pasta profesörü olmadığım için mi? Pastalarımı görenler beğenmezler diye mi? Yoksa daha pastalarım bile bitmeden, güzel olmayacaklarına kolayca ikna olabildiğim için mi? Peki güzel olmaları ne anlama geliyordu? Çilekli bir pastanın yanına başka meyveler koysam ve o artık çilekli bir pasta olmasa bile, yine de güzel bir pasta olamaz mıydı? Varsın çilekli pasta severler ve çileğin yanındaki diğer meyveleri sevmeyenler o pastayla ilgilenmesin, ne olacak? Cevap veriyorum: Hiçbir şey.

Heves. Ne güzel bir kelime. Nedendir bilmem, bu kelimeyi genelde olumsuz anlamda kullanılmış halde görmüşümdür. Oysa ne gariptir, kelimeler çift yönlüdür. Hislerimiz kelimeleri belirler. Bir dakika... Yoksa tam tersi miydi? Bu da çift yönlü. Zaten kelimeler bana çok köşeli geliyor son zamanlarda. Müzik dinlerken fark ettim bunu. Müzik, ne kadar sınırsız diye düşündüm. Herhangi bir ucu yok. Açıklama yapmasına bile gerek yok. Hislerin o müziği tanımlıyor zaten. Müzik de hislerini tanımlıyor biliyorum biliyorum. Ama tabula rasa yap beynini, boş bir pastane olsun kalbin de. İstersen postane de olur tabii. Bak bakalım o müzik ne mektuplar yazacak kalbine veya neyli pasta çıkacak en sonunda. Ne tuhaf... Değil mi? Kelimeler, tanımları getiriyor. Tanımlar sınırları. Oysa kelimeler bile müziktir özünde. Bir ses çıkar, yanına başka bir ses daha. Sonra hece dersin buna ve işte yan yana gelen tüm o sesler bir sürü tanım olur en sonunda! Neden? Oysa kelimeler de özgürdü en başta... Gerçi özgürlük de bazen esarete dönüşüyor, değil mi? Kelimelerimiz güzel bir müzik mi, yoksa kulağı mı tırmalıyor? Keşke tanımlardan önce, müziğimize dikkat etseydik; belki daha iyi olurdu.

Ben edeceğim. Çünkü güzel müziklerin çaldığı bir pastanem olsun istiyorum. Güzel mektupların geldiği bir pastane. Güzel pastaların olduğu. Güzel hissettiğim bir pastane.

Mart en sevdiğim mevsimin merhabası. Havalar şubatta da ılıktı ama ilkbahar hala yok meydanda. İlk çiçekleri görmek istiyorum. 

Güzel bir ay dilerim.

Hoşça kal.


bir şeyler dinlemek için tıklayabilirsin.




8 yorum:

  1. yaa bu yazın çok güzel yaa. pastane de ne güzel bir buluş ve burda biraz da metafor olmuş herhalde. öykü, değil, günlük değil bu bir deneme herhalde :) uzun zamandır okuduğum en güzel yazın bu :) içinde kitap da okunabilen ve bol puding olan bir pastane olsun :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederimm, beğenmene gerçekten mutlu oldum :) Evet evet, puding de olmalı ve başka tatlılar da, kitaplar da <3

      Sil
  2. Konum at. Puding de olan pastane kaçmaz :) Evet, ustayız. Kendimizi inşa ediyoruz.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Küçükken :) bir arkadaşımla hayalimiz vardı. Tipik kafe vs hayali. Böyle şeyler bana şimdi de tatlı gelse de, gerçek hayatta benlik işler değil. Ben klavyemin tuşuylan bu işlere girişemem. :) Ama evet, ben de kendimin aşçısı ve malesef yiyicisiyim. İlkine ağırlık vermeyi umuyorum. :)

      Sil
  3. Ne hoş bir yazı olmuş, keyifle okudum. Yazılarında farklı ve güzel bir tat var, içinden geldiği gibi yazabiliyorsun. Herkes yapamaz. :) Çiçekleri ben de bekliyorum, bizim buralarda da güzel çiçek açar. :)
    Başarısızlık hissi beni çok geriyor. Neden bilmiyorum, fazla takıyorum. Bugün elmalı kurabiye yapmaya çalıştım, istediğim gibi olmadı diye ona bile sinir oldum, söylenip durdum. 😅 Son zamanlarda hep gerginim gerçi.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet, aslında blog yazarken yaptığım tek şey yazmak oluyor diyebilirim. :) Yani bilinçaltımda ne toplamışsam hepsini üstüne bilinçli olarak düşünmeksizin yazıyorum. Blog yazmayı sanırım en çok da bunun için seviyorum. Bunu yapabilmem bana kendimi özgür hissettiriyor, çünkü kendim ve algıladıklarım hakkında da farkındalık kazanıyorum böylece. Her neyse, okuyanlar da seviyorlarsa ne mutlu. :)

      Çiçekler hep güzel ama hani ilkbahar ilk geldiğinde, o kuru dallarda ilk çiçekler açtığında ''aaa'' diyerek fark ediyorsun ya çiçekleri, onun hissi çok daha canlandırıcı olmuyor mu? Bana kendimi çok iyi hissettiriyor. Her yıl özellikle de bu anı hissetmeyi çok severim.

      Ahahha, yaaa ben de öyleyim :) O sinir hali de aynı. Belki çok da kafaya takmamak lazım. Sonuçta sinirlenince veya hatta üzülünce bile geçiyor böyle anlık şeyler. Belki de bunu böyle kabullenmek lazım. Bilmiyorum, benim bu sıralar bir günüm diğer günüme tutmuyor ve aslında kafaya takacağım çok şey var. Yine de taktığım tek şey somut olarak ifade edemeyeceğim varoluş sancılarım. Yoksa somut olarak ifade edilecek ''gerçek'' sorunlarım daha çok, antika biriyim sanırım. :) Kendimi de böyle kabul etmeye ve denge bulup ''gerçek'' sorunlarıma yoğunlaşmaya çalışıyorum.

      Senin yorumların hep çenemi düşürüyor, aman kelimelerimi. :) İyi ki geliyorsun ziyaretime. Ziyaretlerini çok seviyorum. Umarım senin için her şey yolundadır veya hemen yoluna girer. <3

      Sil
    2. Sen yazdıkça gelirim tabii hep. :)) Buralarda sohbet etmeyi ben de seviyorum, blogun çok iyi gerçekten. :) Her şey yolunda şükür, öncekine göre iyiyim bayağı. :))

      Sil
    3. Hep beklerim :) Ve iyi olmana sevindim. Aslında ben de iyiyim ama en büyük sorunum motivasyon eksikliği şu sıra. Ama halledeceğim inşallah.

      Sil

Diğer yazılarıma da göz atabilirsiniz.