5 Mayıs 2024 Pazar

Cadı.


Beyaz atlı şövalye minik çiçek fidesinin her bir hareketini hayranlıkla izliyordu. Çiçeğine o kadar odaklanmıştı ki, heyecanlanmayı bile unuttu. Onun bu haline, ''ne kadar ahmakça,'' diye fısıldadı rüzgar. ''Iııı-hıı... Ne!'' Genç şövalye yerinden aniden doğruldu. Üstü başı, hatta kulaklarına varıncaya kadar, toprakla dolmuştu. ''Kim var orada!'' Bu bir sorudan çok kendini koruma nidası gibi görünüyordu. Çünkü genç şövalye o kadar çiçeğine odaklanmıştı ki, kılıcının yanında olmadığını bile çok geç fark etti. Kat kat zırhını çıkaralı çok olmuştu; o kadar zırhı en baştan yeniden giymesinin mümkünatı yoktu. Yine de kaçmadı; bir kılıca dönüştürdüğü elleriyle görünmez düşmanının üstünde -açıkçası pek de iyi olmadığı, çünkü vaktiyle tüm derslerde uyuyordu- kungfu darbelerini sergilemek için tetikteydi. Bu hazır, nazır ve pek tehlikeli görünen şaşkın şövalyeye rüzgarın verdiği cevap gittikçe yükselen kahkahalar oldu.

Başka zaman olsa, pek tabii, cesur şövalyemiz uygun adım yürür, arar tarar ve düşmanını bulurdu. Ancak o an korkusunun büyüttüğü sesler cesur şövalyeyi daha da korkuttu. Hadi ama, cesur şövalyeler bile illa ki bir şeylerden korkarlar!

Şövalye atını bile unutarak koşar ve düşer adım bayır aşağı yürümeye başladı. Çok geçmedi ki rüzgarın getirdiği sesin sahibi havada süzülürcesine, tıpkı rüzgar gibi adımlarıyla, ortaya çıktı. 

''Haylaz Cadııı...'' dedi Bilge Ağaç dallarını sallarken. Dallarındaki ifade cadıyı azarlasa da, yanakları yapraklarına varıncaya dek yükselmişti. Sonra da gök gürültüsünü andıran kahkahalar yeri göğü inletti.

''Bilge Ağaaaççç!'' Cadı, bisikletinden atlayarak düşe kalka eski dostuna koştu. ''Seni özledim... Çok!''

''Ah benim haylaz yavrum... Ben de seni çok özledim. Gelişin de senin gibi pek bir yaramaz oldu. Hah-hah öhö öhö. Neden korkuttun şövalyeyi?''

''Kim? O mu?''

''Ne o mu yavrum?''

''Şövalye işte Bilge Ağacım. O mu şövalye? Üzgünüm... Hahhah-hahah. Az evvel pek de bir şövalyeye benzemiyordu. Ahahha- pardon.'' Cadı dudaklarını birbirine bastırarak kahkahalarını -nezaketen- tutuyormuş gibi yaptı. ''Hem... Bilge Ağaç! Baksana artık milleti korkutmamak için cadı şapkamı bile takmıyorum. Süpürgemi de bisikletle değiştirdim. Daha ne!''

''Haylaz Cadım benim. Yine yaptın yapacağını... Çiçeğini gözleyen masum bir adamdı o sadece.''

''Hani şu dillere destan büyülü çiçeği mi? Hala ona inanan mı vardı? Tumblr gibi, blogspot gibi modası geçti sanmıştım. İnsanlar artık uzun zaman alan şeylerin son hali dışındaki halleriyle pek ilgilenmiyorlar da.''

Bilge Ağaç dallarından birini indirerek Cadı'yı buyur etti. Cadı bu teklifi memnuniyetle kabul etti ve bağdaş kurarak gizli yerine kuruldu.

''Bilge Ağaç...''

''Söyle yavrum?''

''Gerçekten büyülü bir çiçeği mi vardı o adamın -öhüö şeyyy- şövalyenin?''

''Vardı yavrum, aha orada.''

''Olmaz bakamam. O onun çiçeği sonuçta. Cadı olabilirim ama mahremiyete saygım vardır. Sadece...''

''Evet yavrum?''

''Bilge Ağaç,'' dedi Cadı yaşlı ağacın tırtıklı ve buruşmuş sert yüzüne kendi yüzünü yaslayarak. Kolları yaşlı ağacın çeyreğini anca turlamıştı.

''Düşeceksin yavrum, tutun bir yere. Ah bu... Ah bu! Tutunsana haylaz Cadım benim. Yüreğime indireceksin vallahi...''

''Bana bir şey olmaz Ağaççım, tonton Ağaççım...''

''Dua et gönül almayı biliyorsun, öhö, iyi misin yavrum? Yanakların çizilecek o kadar yaklaştırma yüzünü.''

''Bir şey olmaz Bilgecim. Sadece seni özledim.''

''Açsındır yavrum. Ama artık meyve vermiyorum.''

''Meyvelerin için gelmedim güzel Ağacım. Seni özlediğim için dedim ya... Ama tabii... Tabii... Bir de...''

''Bir de?''

''Kulaklarının hala maşallahı var Bilgecim senin de...''

Rüzgar usul usul eserken şövalyenin sadık atı çimenlerden yapılmış yumuşak yatağından Cadı'yı izliyordu. Cadı ata el salladı. ''Merhaba sevgili At. Üzgünüm, dostunu biraz korkuttum. Ona özürlerimi ilet lütfen. Aslında onu korkutmak iste- istemiştim tamam ama üzgünüm. Çiçeğiyle ona mutluluklar. Mutluluk... Çiçeğiyle birlikteyken nasıl da mutluydu... Tıpkı bir ağaç gibi!''

''Sen de bir ağaçsın yavrum...''

''Ne? Ben bir ağaç mıyım Bilgecim? Bu bir kehanet mi?''

''Hayır yavrum. Sen haylaz bir Cadı olarak dünyaya geldin bu turda. Diyorum ki, meyvelerin...''

''Benim meyvelerim yok ki Bilge Ağaç... Yoksa var mı, Rin Tin Tin?'' Cadı bisikletine kısa bir bakış atarak Bilge Ağaç'a döndü. ''Yokmuş Bilgecim.''

''Ah yavrum benim... Elmaların... Yerlerde çürüyor.''

''Elmalarım mı?''

''Senin çiçeklerin çoktan meyve oldu da yerlerde sürünüyor. Neden bu kadar bekletiyorsun onları?''

''Ah şu mesele. Tahmin etmeliydim!'' Cadı ani bir şekilde arkasını dönüp ellerini iki yanından upuzuuunnn uzattı. ''Sen!'' dedi çalıların arasından onu gözleyen şövalyeye. ''Ne cüretle!''

''Ödeştik...'' Şövalye ellerini iki yana kaldırmış, çalıların içine iyice gömülmüştü. Bir elinde yırttığı ceketinden, artık pek de beyaz olmayan, ateşkes bayrağı vardı.

''Sen...'' Cadı her adımıyla -laf aramızda uçma sihrini unutmuştu- genç şövalyeye daha da yaklaşıyordu, ''sennn... Osun. Özür dilerim şövalye. Seni korkutmak istemezdim. Büyük bir iş üstündeymişsin, fark edemedim. Dışarıdan öyle gibi görünmüyordu da.''

''O kadar da büyük sayılmaz,'' dedi şövalye. Cadı'nın yarı alaylı sesini ya umursamamış, ya da fark etmemişti.

''Dalgın görünüyorsun yavrumm...'' dedi Bilge Ağaç genç şövalyeye. Gerçekten de biraz dalgın gibiydi.

''Bazen zaman kaybettiğimi düşünüyorum...''

''Ama en azından uğruna zamanını verdiğin bir çiçeğin var!'' dedi Cadı.

''Öyle mi dersin?''

''Dedim ya akıllım!'' Haylaz Cadı mimiklerine hakim olmaya çalışarak çiçeğin yanına çöktü. ''Bu arada seni kandırmışlar. Bu büyülü bir çiçek değil.''

''Değil mi?!?!''

''Değil ya akıllım! Bu yüzyılda büyülü çiçek mi kaldı?''

''Kalmadı mı?''

''Bilmem. Hah- hah. Şaka yaptım canım. Ama şu konuda...'' Cadı yeniden ayaklanarak ileri doğru ilerledi. Şövalyenin artık iyice dinlenmiş güzel atının bembeyaz tüylerinin üstünde ellerini dolaştırıyordu. ''Senin adın ne?''

''Düldül,'' dedi şövalye.

''Ah ne tesadüf. Benim süpürgemin... ne var Tin Tin... Ah işte bisikletimin adı da Rin Tin Tin. Aha hahah.''

''Tatlıymış,'' dedi şövalye. Günlerden beri ilk kez gülümsüyordu. Çattığı kaşları rahatlamış, yanakları bu tuhaf kasılmayı çözmeye çalışır gibi gerilmişti.

''Sakin ol şampiyon. Seni büyülemem merak etme. Hem ben serbest bir Cadı'yım.''

''Serbest bir cadı mı?''

''Yaa... Serbest meslek gibi... Hem... Cadı güçlerim galiba aktif değil. Yani korkma, işe yaramaz bir cadıyım ben.''

''Bence bu halinle bile yeterince korkutucuydun.''

''Öyle miydim?'' Cadı yeniden kocaman olmuştu. Sırtı dik, yüzü gün ışığı gibi parlaktı.

''Buralardan gidiyorum,'' dedi sonra şövalye.

''Çiçeğini ardında bırakıp da mı?'' dedi Cadı hayret ve galiba biraz da hüzünle.

''Dediğin gibi cadı... Büyülü çiçekler bu yüzyılda yetişmiyor.''

''Hayır hayır hayır... Yanlışın var! Büyülü çiçekler tarihin hiçbir yüzyılında yetişmedi,'' dedi Cadı. Bu bilginin şövalyeyi avutmasını ummuştu.

''Her neyse, önemli değil zaten. Önemli olan ilk çiçekti belki de...''

Bilge Ağaç usulca yapraklarını salladı. Hem de artık hiç rüzgar olmamasına rağmen. Belli ki şövalyenin bu yanıtından hoşnut kalmıştı. Ancak tek kelime etmedi.

''Burayı en son gördüğümde her yer... Her yerdeydi! Şimdiyse oldukça temiz ve nefes alıyor. Tüm toprak!'' Cadı elini uzattı, ''bir dost değil, birçok dost kazanmış gibisin sevgili Şövalye. Tebrik ederim.''

Şövalye, siyah cübbesinin içinden çıkan bu narin eli yavaşça sıktı. ''Teşekkür ederim Cadı.''

Yorgun şövalye dimdik sırtıyla sevgili atına doğru ilerledi ve ardında bırakacağı ormana son bir bakış attı. 

''Zırhın!'' dedi Cadı. ''Unutma. Saray malı sonuçta, üstüne zimmetlidir falan.''

''Ah haklısın. Bunları saraya teslim edeceğim.''

''Giymeyecek misin?''

''Bahçıvan olmaya karar verdim.''

''Çiftçi de olabilirsin aslında. Hep senden alışveriş yapardım.''

''Üzgünüm, çiçeklerin dilini bile anca öğrendim. Sebze ve meyveler için biraz çabalamalıyım. Ama... Bir adresin varsa...'' Beyaz atlı şövalye doğru kelimeleri ararken oldukça zorlanıyordu. Siyah atlı şövalye onun bu halini görseydi, mutlaka, katıla katıla gülerdi.

''Bilge Ağaç'a adresini ver Şövalye. Ben sana gelirim. Ama çok pahalıysa çiçeklerinden alamam.'' Cadı söylediklerini kanıtlamak istercesine cübbesinin kocaman ceplerini ters düz etti.

''Sıkıntı değil...'' Şövalye tekrardan kelimelerin ona gelmesini bekliyordu, bu nedenle biraz zaman geçti; çünkü hepimiz biliriz ki, kelimeler tam da onları aradığımız anlarda kaybolurlar. ''Ben,'' dedi sonra şövalye, ''hediye edebilirim... Sana.''

''Ah! Çok naziksin.'' Cadı kimsenin, hatta Bilge Ağaç'ın bile beklemeyeceği bir şey yaparak gergin şövalyenin yanağına minik bir öpücük kondurdu. Bu öpücük, şövalyenin adeta tüm yüzünde hayat buldu. 

Cadı, süpürgesine -aman bisikletine- binerken genç şövalye onu görmez ama ışıl ışıl gözlerle izledi, Cadı'nın el sallamasına sadık dostu Düldül'ün de yardımıyla karşılık verdi ve ne kadar zaman sonra bilinmez atına binip uzaklaştı. Artık aklında ne geçen zaman, ne büyülü orman, ne de binbir zahmetle açtırdığı çiçeği kalmıştı. 

Bilge Ağaç yapraklarını heyecanla salladı. Evet! Üstelik rüzgar bile yoktu. 

''Gak gak gak, bugün pek bir genç görünüyorsun Bilge, gak. Değil mi Gagak.''

''Öyle valla Gagagak. Sahiden de ben diyeyim yüz, Gagagak desin iki yüz yıl gençleşmiş gibisin Bilgecim. Nedir sırrı söyle de bilelim.''

''Öğrenmenin yaşı yokmuş a dostlar ve güzel çiçekleri görmenin de.''


bir şeyler dinlemek için tıklayabilirsiniz.



Notlar: Şart değil ama konuyla bağlantılı diğer yazılarımı da okumak isterseniz diye aşağıya linklerini bırakıyorum.

Öncesi 1 (için tık tık).

Öncesi 2 (için tık tık).



9 yorum:

  1. Modası geçmiş demeyelim de farkımız tarzımız diyelim;D
    Yine çok keyifli ve tatlı bir öykü olmuş, kalemine sağlık! En kısa zamanda önceki yazılarını da okumaya gideceğim:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ahahah, tabi kii :) Zaten benim en favorim hep blog olacak ya, gerçekten yeri apayrı. Hem bloğun, hem de yazarlarının :)
      Teşekkür ederimmm, her zaman beklerim :)

      Sil
  2. :) komikçiii :) demek ki son zamanlarda böyle yazılar yazıyon yani :) ağaçlı :) hımmm john fowles ağaçları okurken de cadı, şövalye aklına geldi belkiii :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Hayır okurken canlanamadı çünkü o kitap felsefikti, hayalci olmak için fazla mantıklıydı ahaha :) Ama tabi ben okuduklarımdan, gördüğüm duyduğum her şeyden çok etkileniyorum. Yazılarımda da bunları kullanıyorum. O yüzden çorba oluyor :)

      Sil
  3. rin tin tin, düldül, tumblr, arada bir dolu espirik de vardııı :) komik masal :) ezop var onun komiklisi :)

    YanıtlaSil
  4. Hoş bir öyküydü, bana Miyazaki eserlerini anımsattı. Cadı ve şövalye çok tatlılardı. Arkadaş olmalarına sevindim. :))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yaa öyleyse buna çok sevinirim ve bunu iltifat kabul ettim :) Teşekkür ederim yorumun için. Ben de yazımı beğenmene sevindim :)

      Sil
  5. Evet açıkçası Kiki'den ilham aldım <3

    YanıtlaSil

Diğer yazılarıma da göz atabilirsiniz.