Yazar: Tomris Uyar, Yayınevi: YKY |
Bu kitabı okumak benim için ilginç bir deneyimdi. Bu deneyimin ilginç olduğunu anlamam için ise özlediğim bir şeyi hatırlamam gerekti: Sesli okumak. Bazen kitap okurken, eğer ortam müsaitse, bir anda sesli okumaya başlarım. Boğazımın kuruyacağı ana dek böyle okurum. Kendi sesimle kitabı duymak, hikayeye sanki hacim katar. Ben mi kitabın içine girerim, karakterler mi dışarı çıkar? Belki ikisi de. Bazen bu, değişir. Bazen dönüşümlü olarak kendini gösterir. Bu kitapta ise daha önce hiç yaşamadığım bir şey oldu. Kelimeler canlandı.
Kitap dokuz öyküden oluşuyor ve aynı zamanda sevgili Tomris Uyar'ın öyküleri ile tanışma kitabım oluyor. Güzel bir kitapta buluştuğumuz için halimden memnunum. Zaten, beklentimin karşılık bulacağını seziyordum, seziyordum ama öte yandan, kitapta beni bizzat yazarın kendisi bekliyormuş gibi de hissettim. Yazar, bir okuru olarak bana, ara ara bir satırın arkasından el sallayabiliyordu misal. Ben buradayım, demeyi ihmal etmiyordu. Bazı anlarda bu durum okurun kafasını karıştırabilir tabi. Çünkü öykülerin arasında tek başına dolaşmıyorsun, yazar da seninle birlikte dolanıyor. Bazen bir karakteri görüyorsun. Tam ona odaklanıyorsun ki, karakter bir yöne bakıyor; bir cisme, bir anıya... hatta başka bir karaktere. Ne fark eder? Bundan sonrasında o karakter değil, o nokta öne çıkıyor. O noktada yazar mı konuşuyor, karakter mi kestirmek zor. Belki de odak noktasına alınan o varlık veya şey konuşuyor. Onun da bir hikayesi var belli, ben buradayım diyor. Sonra yazarın başka kitaplarındaki öykülerinden bazı karakterler selam verebiliyor, editörün notu bana bu konuda yardımcı olmuştu. Öyküler kendi içinde bir bütün ama tüm bunlar ufak muziplikler bence.
Kitaptaki dokuz öykü üçerli olarak gruplanmış. Aslında bu art arda gelen öyküler birbirinin devamı gibi durmuyor. Yine de dedim ya, tıpkı öykü içinde başka öykülerin varlığını da sezmemiz gibi, bu öyküler arasındaki bağlantıyı da ufaktan seziyoruz veya ben sezdim demeliyim. Belki biraz zorlama, belki değil; ama bu birbirinden farklı ama paralel olan öyküler okuduğum fikrini de sevdim. Sanki öykülerin dünyası daha da genişledi böylece. Her öykü derinlerime ulaşmadı. Ama dedim ya ilginçtir, ne zaman sesimi açtım da okudum onları, o zaman dile geldiler sanki. Yoksa bir tık sönüktüler benim için. Öte yandan bazıları ben sessizken bile sesliydi.
Özellikle de Bol Buzlu Bir Aşk Lütfen!, Ölen Otelin Müşterileri ve Düzbeyaz bir Çağrı isimli öyküleri okumaktan keyif aldım diyebilirim. Bu öykülerde daha bir açık sözlüydü sanki karakterler. Daha sesliydi eğlenceleri, daha hüzünlüydü yalnızlıkları, daha buruktu yaşanmamışlıkları. Daha daha daha. Bu daha olayını sevdim işte en çok. Çünkü sanki yazar da nihayet daha gürül gürüldü, bilemiyorum.
Kitaptaki dil kullanımı hep aynı, zengin. Öykülerin konuları daha yaşanmış, yaşanabilecek yerlerden; yani tanıdık. Ancak dediğim gibi bazı öyküler daha açık, daha konuşkan. Karakterleri daha ön planda. Kitabın ismi, yazarının isminden sonra, kitabı okumamda büyük bir etkendi. Malum havalar ısındı, yaza son on. Kitaptaki öyküler yaz mevsiminde geçse de ben o yaz havasını hissedemedim. Bunaltıcılığını bile. Daha çok sonbahar gibiydi sanki bu kitap veya ilkbahar. Neden bilmiyorum... Belki de hep bir araf hali vardı, ondan öyle gelmiştir.
Hoşça ve kitaplarla kalın.
ALINTILAR
''Başımdaki cam fanus kalkmıştı sanki: dünyayı aracısız görebiliyordum, rahatça soluk alabiliyordum.'' (Sayfa 9 - Gülümsemeyi Unutma)
Alacakaranlığın, her şeyi olduğundan biraz daha değişik, abartmalı, bazen de olağandışı gösterdiğini, "zaman" duygusunu sallantıda bıraktığını bilirim. Yine de sordum: "Bir mimari çıldırabilir mi?" (Sayfa 16 - Son Sanrı)
''Eski kendime dönmek için bir dönüş yolculuğu gerekiyordu.'' (Sayfa 16 - Son Sanrı)
''Bir ömre bir tek yaşamın az geldiğini bilirsiniz, bir yazarsanız.'' (Sayfa 21 - Son Sanrı)
''Kendine ne kadar sağlam bir duvar örersen ör, hep bir gedik bırakıyordun.'' (Sayfa 28 - Kalenin Bedenleri)
''Karşınızdaki bir yabancı olmalıdır ki şimdiki benliğinizle onu daha iyi tanıyın, o da sizi tanıdıkça bilinmeyen olası benliğinizin üstündeki perdeyi şöyle bir aralasın. Yabancı olmalı evet.'' (Sayfa 54 - Yaz Şarabı)
''...kahvaltı mutluluğunu senden öğrendim.'' (Sayfa 85 - Düzbeyaz Bir Çağrı)
''Biliyor musun, bazen seni mi özlüyorum, gençliğimi mi, korkusuzluğumu mu diye soruyorum kendi kendime. Sen yanımda olsan şimdi, konuşurduk, dalaşırdık, hep yaptığımız gibi. Yıllardır kimseyle dalaşmadım, sabah kahvaltısı etmedim.'' (Sayfa 85 - Düzbeyaz Bir Çağrı)
Hmm, denk gelirsem alırım bunu. Teşekkürler. :)
YanıtlaSilRica ederim :)
SilKitap hakkındaki düşüncelerini çok hoş dile getirmişsin. Merak ettim öyküleri. Okursam ben de aynı şeyleri hisseder miyim acaba? :))
YanıtlaSilBeni çok etkileyen bir kitap olmadı açıkçası ama beğendiğim bir kitap oldu. Ayrıca dediğim gibi dil kullanımı gerçekten güzel ve olay içinde yan olay durumlarını da sevdim. Bunlar öykü türünde yazılmış eserler, çok derine inilmez anlıyorum ama yazar sanki çok üstünden geçmiş gibiydi anlattıklarının. Bazı öyküleri böyle değildi mesela. Keşke karakterlerin hislerini daha yoğun hissedebilseydim. Benim için kitabın eksik yönü bu diyebilirim. Bunun dışında bence şans verilebilir. :)
SilTomris Uyar hiç okumadım. Bu kitapla mı başlamalıyım sence :) Hikayeler birbiriyle bağlantılı mı, değil mi :)
YanıtlaSilBen de bu kitapla başladım, içeriden bildiriyorum, başlanabilir bence. :) Hikayeler bağlantılı değil ama sanki paslaşma da var, bilemedim. Daha evvel bir ödevim için hikaye arıyordum da yazarın İpek ve Bakır isimli kitabına göz atmıştım. Oradaki öyküler de güzel gibiydi. Hatta belki de başlangıç için o daha iyi bile olabilir. Buradaki öykülerin yazım stili değişikti biraz. Dikkat vererek okumak gerekiyor.
Siltomris uyara senin hayran olman çok mümkün yaniii :) gerçekten de çok çok iyi bir yazar :) kedileri meşhur bir de :) bir de öğlenleri bütün yazarları toplayıp yemek yermiş :)
YanıtlaSilAaa ne güzel :)
SilÖykü okumayı severim. Teşekkürler :)
YanıtlaSilRica ederim :)
Sil