Hayatta en çok istediğim şey hep aşk olmuştur. Dürüstlükte son nokta. Ama ciddiyim, bunda saklanacak ne var? Çünkü sakladıkça, bu şey benim için daha da erişilmez görünüyor. Şimdilerde, her zamanki gibi, aşka yine çok önem veriyorum ama sanırım artık nihayet büyümeyi kabul ediyorum. İnsanlar aşkı küçümserler. Neden acaba? Ay yok, iptal iptal iptal. Bilmesem de olur. Çünkü aslında... zaten bir tahminim var ama şimdi yazıp da ukalalık yapmayacağım! Yine de... Belki de... Belki de sadece... değerli hissetmek için aşkı istiyoruz ve sadece, değerli hissetmek için onu küçümsüyoruz veya saklıyoruz. Hatta onunla alay edenler bile var. Bir ortamda benim karşımda böyle konuşanlar üzerinde cadı güçlerimi kullanmak istiyorum. BÖÖÖÖ! ahahah. Kendim için değil, onun için. Neden bu kadar karamsarsın, demek istiyorum. Kendine bunu yapma!
Küçük bir kızken sınıftaki bir çocuktan hoşlanmıştım. Çok tatlı ve ukalaydı ahahahh. Bir gün öğretmenim bizi yan yana oturtmuştu. Bu beni hiç de sevindirmemişti! Çünkü onunla asla arkadaş olamazdım asla! Hep kavga ettiğimizi hatırlıyorum. Onu hep tehdit ederdim bak seni öğretmene söylerim diye. Bana o zaman aşırı gıcık kapmıştır eminim ki. Sonra yerlerimiz ayrılmıştı ve bir daha konuşmamıştık bile ahahah. Büyürken ünlülere aşık olmaya başlamıştım. En büyük aşkım... Alex'ti!
Ergenliğim onun şarkılarını dinlemekle geçti. Onu ilk keşfettiğim zamanı da hatırlıyorum. Canlı bir performansını izlemiştim de ekrana kitlenmiştim resmen. Okuldan eve her geldiğimde hep onun videolarını açardım ki izlenme sayıları artsın. :) Tek başıma böyle büyüüük bir göreve girişmiştim anlayacağın. Twitter kullandığım dönemde ona bir mesaj yazmıştım. Baya da rt almıştım bu arada (kendimce?). Liseye giderken bile ona aynı şekilde hayrandım. Yolculukta mutlaka onun bir şarkısını dinlerdim. Uyuyamadığım her gecede onun şarkılarıyla hayal kurardım. Yıldızlardaki ilk dansım onun şarkısıylaydı. Onun şarkıları bana hayal etme cesareti vermişti. Her yalnız hissettiğimde, onun şarkılarına sığınır ve unuturdum. Sırf bir gün onunla karşılaşırsam, konserine vs gidersem iki çift laf edebilelim diye ingilizce çalışırdım ahahahh. Tabi ki tek ingilizce çalışma nedenim bu değildi ama evet benim için büyük bir motivasyondu.
Bir keresinde tatlı bir çocuğa hayran olmuştum. Sanırım o da benimle arkadaş olmak istiyordu. Aslında bir şekilde arkadaştık. Ama ben ondan çok korkuyordum. Onun yanındayken kalbim kulaklarımda atıyordu. Çocuk hep yanıma gelirdi, ben hep oradan kaçardım. Sonra da niye yanıma gelmiyor diye ona kızardım ahahah. Sonrasında onunla arkadaş olmadığıma çok pişman olmuştum. Onunla hiç konuşmadığıma, konuşamadığıma, ona kendimi tanıtamadığıma. Bu, o anda kalan bir şey tabii ki ama bir daha aynı şekilde pişman olmak istemiyorum. Sanırım o yüzden aklımda kalan bir şey.
Bff'mle bff olduktan sonra asla aynı sınıfa düşemedik. Tenefüslerde hep onun sınıfındaydım. Onun sınıfındakilerle de arkadaştım. Tabu oynamayı çok severdim. Bu konuda çok da iyiydim. Onların sınıfında tatlı bir çocuk vardı. Biraz gevezeydi galiba ahhahah. Ne zaman onu görsem etrafındakilere bir şeyler anlatıyor olurdu. Ama böyle heyecanlı heyecanlı. Ellerini kollarını sallayarak, sanki dünyayı kurtarıyor gibi. Hayat memat meselesi gibi. Çok ilgimi çekerdi. Acaba bu çocuk ne anlatıyor böyle diye düşünürdüm. ''Erkek muhabbetiyle'' sınırlı değildi, belliydi. Kız arkadaşları da vardı çünkü. Ne zaman arkadaşımın sınıfında olsam bir noktada o bizim tarafa bakardı. Bunu benim dışımda fark eden yok muydu yani?!?! Kesin arkadaşıma bakıyordu. Tabii canım öyle olmalıydı. Belki de sahiden öyle olmuştur ahahha. Belki de bizimle oynayabilirdi. Bir şeyler anlatmayı sevdiğine göre... Bahçede de onu gördüğümde o hep heyecanlıydı. Ne vardı bu kadar heyecanlanacak? Keşke bana da söyleseydi. Belki de sorsam söylerdi. Ama ben hiç ondan tarafa bakmadım.
Sanırım bu kadar yeterli. Anı falan anlatıyoruz ama bir noktada zararsız olmalı, şşşş. Bir de ibretlik... Sanırım ben de eleştirdiğim her şeyim. Bu yüzden birileri abuk sabuk konuşunda (BANA GÖRE) asfalyalarım atıyor ahahha. Kendime bile kızıyor olabilirim. Yoksa neden bu kadar tetikleneyim ki? Ah bunun cevabını da merak etmiyorum, vallahi. İptal iptal iptal.
Bugün hava yağmurluydu. Aslında puslu havaları sevmem. Çünkü bulutlar görünmez, hiçbir şey görünmez. Her yer yoğun bir grilikle örtülüdür. Hatta gri bile bildiğimiz gri değildir. Beyazlıkla iç içe geçmiş bir renk. Gözleri acıtır. Bu karanlıkta insanın içinden hiçbir şey yapmak gelmez. Zaman bile belirsizdir. Ancak güneş gittiğinde günün bittiğini anlarsın. Güneşi hiç göremeden günü bitirmekte keyifli bir yan göremiyorum. Evde olduğunda da içerisi karanlık olur. Sanki hep yeni uyanmışsın gibidir. Sanki hep yeni uyuyacakmışsın gibidir. Böyle olunca içimi sıkıcılık kaplıyor. Evet, sıkıcılık. Sıkılganlık değil. Sıkıcı oluyorum. Sıkıcı sıkıcı sıkıcı. Bu nedenle de hiçbir şey yapmak istemiyorum. Yine de bugünkü havayı sevdim. Tüm griliği, yakan beyazlığı ve pusuna rağmen.
Böyle havalarda kuşlar bana çok komik görünür. Bir yerlere konup etrafı izlerler. Kendimi sanki bir kitabın içindeymişim gibi hissederim. Önceden de böyle hissederdim ama özellikle de bir kitabı okuduktan sonra böyle havalarda aklıma o kitap gelir oldu. Michael Ende'nin Momo'su. Momo, duman adamlara karşı savaşmayan küçük bir süper kızdı. En büyük süper gücü ise iyi bir dinleyici olmasıydı. İnsanlar bir sorunları olduğunda soluğu bu küçük kızın yanında alır, onun sessizliğinden tavsiyeler alırlardı. Belki de bu sessizlik bir çeşit ayna gibi, insanlara kendilerini yansıtırdı.
Sanırım bu yazımda kendimi kendime yansıtmak istedim. Bir süredir bu konu hakkında yazmak istiyordum. Ancak bizler karakter değiliz. (Yoksa öyle miyiz?? *-* şaka.) Bu nedenle çekiniyordum. Belki eleştirilmekten, belki yanlış anlaşılmaktan, belki olur ya yazımın okunmasından falan. Bu nedenle kolaya kaçıp tatlı bir şeyler yazmak istedim. Neticede tatlı şeyler küçümsenir değil mi? Üstünde durulmaz. Oysa aşk, üstünde durulmaya değer bir konu.
Bir keresinde bir arkadaşım bana mükemmel kişinin olmadığını söylemişti. Ben de ona katıldığımı söylemiştim, kendime. Ama o devam ediyordu, diyordu ki, birini sevdiğinde... ah ne diyordu? Ah hayır beynim her şeyi içinde tutuyorsun bunu mu unuttun cidden! Ne diyordu hatırlamıyorum ama orta noktada buluştuğundan bahsetmişti. Birini sevdiğinde bir noktada buluşmayı kendin istediğinden bahsetmişti. Sanırım bu bana kendini değiştirmek gibi gelmişti. Ona katıldığımı söylemiştim, ona. Ama katılmamıştım. Sanırım gerçekten neptünlüyüm. Ah...
Aşk deyince aklına gelen üç şey ne?
:)
bir şeyler dinlemek için tıklayabilirsiniz.
''Müzik sesi çok, çok uzaktan geldiği halde, sanki taa içimde duydum onu. Zaman da böyle bir şey olmalı.'' (Momo - Michael Ende) |
Ah İlkaycığım, yazını okurken tebessüm ettim. :)
YanıtlaSilAşk'a dair ne tatlı şeyler yazmışsın. Okurken yargılamayı aklımdan bile geçirmedim doğrusu. Benimde böyle dönemlerim olmuştu, demek ki her genç kız bunları yaşıyormuş diyerek, sayende mutlulukla hatırladım o anları. :)
Çekinmeden paylaştığın için teşekkür ederim ve Aşk'ın hayatının her anında, hep seninle olmasını dilerim. ♥
Evet, aslında beni de gülümsetti yazmak :) Tatlıymış, yaşarken çok dramatik gelmişti oysa. O zamansa iyi ki yazmışım :) Bir de bana bu yazıyı yazdıran, daha doğrusu düşündüren bir şey var. Kız kardeşimin yaşadıklarını dinliyorum. Ona tavsiye verecek son kişi falanım :) ama yine de o çok tatlı ve bilmiyorum, bana çekmediğine seviniyorum. Keşke ben de bu kadar korkak olmasaydım diyorum.
SilBen teşekkür ederim ziyaretin ve bu güzel yorumun için <33
Bir cadı, ya da bir peri; Bir Neptünlü bir soru sorarsa eski bir Dünyalı da yanıt vermek isteyebilir gününe göre... "Aşk deyince aklına gelen üç şey" : "Güven, sevgi, sadakat " olur.
YanıtlaSilSanırım (!) tatlı şeyler yazmak da güzeldir , neden küçümsensin?
Aşk; üstünde durulmaya değer bir konu gerçekten...
Çok tatlısınız, teşekkür ederim yanıtınız için. :) Bence de gerekli olan üç şey bu. Çok sevgiler.
Sil