13 Kasım 2024 Çarşamba

Düşündüğüm pembe fil mi, pembe bir fil mi?


Geçen hafta bugün, sanki hiç kitabım yokmuşçasına, etrafta okunacak kitap arıyordum. Sonra bir anda aklıma bir kitap ismi geldi. Üstelik elimde aynı kitaptan iki tane olduğunu da biliyordum. Yine de şu işe bakın ki, sanki raflar yarıldı da kitapları sakladı ve kitabı bulamadım, evet şaka gibiydi. Bahsettiğim kitap Svetlana Aleksiyeviç'in yazarı olduğu Kadın Yok Savaşın Yüzünde isimli kitap. Artık bulunca okurum. :) Ben de kitaba bakınırken elimde uzun zamandır bulunan başka bir kitabı buldum: Pembe Fili Düşünme (Zeynep Selvili). Yalnız, okumak istediğim kitap ile okuduğum kitap arasındaki ilgi gözlerimi yaşarttı.

Bu kitabı vaktiyle özellikle de ismi nedeniyle çok merak etmiştim. Bundan iki üç yıl evvel de bir blog çekilişinde kendisini kazanmıştım. Evet, o kadar süre okumadım evet, yeter vurma yüzüme... Açıkçası kitaba dair bakış açım dar kapsamlıymış. Ben kitabın içeriğinin gerçekten de pembe fili düşünmemekle sınırlı olduğunu sanmıştım. Gerçekten, bak bu sefer şaka yapmıyorum. Tabi ki burada pembe fil bir mecazlaştırma (ve bunu biliyordum!) ama kitabın içeriği de bundan çok daha genişmiş onu okuyarak öğrenmiş oldum. Tabii bu bir kitap yorumu yazısı değil, süprayzı kaçmasın diye de kitap hakkında çok da derinlemesine konuşmayacağım. Bittiğinde oturup konuşalım seninle. Ben okuyayım sen yaz, yani ben yazayım sen dinle... aman, ben yazayım, sen oku! Anlaştık?

Bu kitap beni etkilemiş olmalı. Çünkü geçen gün rüyamda fil gördüm ahahah. Şaka yapmıyorum. Gerçek fil değildi ama sahte de değildi. O halde hayır olsundu? Bazı yerlerde, az biraz fantastik bir şekilde de, fil sembolleri gözüme çarpıyordu. Bilinçaltım müthiştir. Benim aklımda pembe bir file dönüşen bir konu vardı ve rüyama girdi. Tabii ben bu rüya şapkadan mı çıktı ne bu yoksa haberci mi diye şey etmeyeyim diye de pek sevgili beynim okuduğum kitap aracılığıyla, görünen o ki, göz kırptı. Kitaba da aslında tam olarak bunun için başlamıştım. Zihnimde pembe file dönüşmüş bir şeyleri düşünmemek istediğim halde düşündüğüm için. Belki de kendime pembe bir fil düşünmek için izin vermeliyim. Ama işte düşündüğüm pembe fil mi, pembe bir fil mi; bu da önemli.

Bazen bir şey düşünüyoruz ama o şey direkt olarak var olan şey olmuyor. Bizim ona yüklediğimiz anlam çoğu durumda varlığın ötesine geçiyor. Bu gerçeği bilsek, kabullensek bile işte bir yerden çıkıyor rüyana falan giriyor. O halde ben mavi fil düşüncem o olacak! Ya da ben mor bir deniz anası düşüneceğim. Sonra da pembe olmayan filli rüyama yaklaşacağım yaklaşacağım yaklaşacağım ve onu elektrikli elektrikli kucaklayacağım. Böööö.

Bazen nasıl yazı yazılır unutuyorum. Evet, ben! Kitap okurken her şey çok daha kolay. Bir metni, özellikle de kurgusal bir metinse, okuma anında çeşitli açılardan ele alarak okurum. Bu, yıllar içinde bana yerleşen bir beceri oldu. Onu kazanmak için ekstra bir çabam oldu diyebilir miyim emin değilim. Sadece okudum ve okuduklarım hakkında bazı düşünceler geliştirmeyi, bulmacalar oluşturmayı vs oyun haline getirdim. Bir metni okurken yazarının onu gerek anlatım, gerek kurgu vs anlamında nasıl yazdığına istemsizce dikkat ediyorum. Bunu bence kitapkurdu herkesler yapar. Kitap solucanları da yapar. Kitap tırtılları, hatta kebelekleri de. Ben de yapıyorum, evet kitap deniz anası, yok yıldızı olarak! Bir metinde ne yazıldığına dikkat ederim evet ama bunun da yanı ve öte sırasında, o metnin nasıl yazıldığına çok dikkat ederim. Buna rağmen, tüm bu dikkatli gözlemci eleştirel halime rağmen, yazmayı unutmuşum gibi görünüyor. Şimdi bana kurgusal bir metin yaz desen kalakalırım. Tabii bu da alıştırma yapman gereken bir durum ve ben uzun zamandır alıştırma falan hak getire davranıp sadece dilediğimce konuştuğum yazılar yazdım. Oysa yazdığın yazılar yazmak ile konuştuğun yazılar yazmak da farklıdır. Anladın?

Bilimsel metin yazmak ise daha farklı bir olay tabii. Takip etmen gereken kurallar var, içerik zaten adı üstünde bilimsel. Yine de sanki edebi bir metin yazmaktan daha kolay gibi. At yalanı izi kalsın. Ama iyi bir edebi metin yazmak gerçekten zor, bak gerçekten sen de bilirsin. Tabii iyi bir bilimsel metin yazmak da gerçekten çok zor! Ama konumuz bu değil. Uzman prof. kişiliğimde ''şimdilik'' buna dair bilgiler yok. O yüzden... öhöm öhöm. Bazen bir paragraf olsun okuyorsun bir kitapta, vooaaa diyorsun, adamlar (cinsiyetçi değilim laf öyle geldi) yazmış. Burada farklı bir evren var. Bu insanlar nasıl yazmış? Nasıl gördün şu en sıradan şeyi bu bakışlarla, bu renkler bu şekiller, bu hislerle? En sıradan şey bile bakıyorsun dile gelmiş. Bazen en aşinası, bazen en yabancısı olduğun duygu konuşuyor da sana kendini bazen çok yakın bazen uzak bir yerden gösteriyor (burada çevirmenleri de anmadan geçmeyelim, iyi çevirmen olmak da büyük iş!). Bunu nasıl yapıyor bu yazarlar? Bazen anlatımlar çok basit oluyor, bazen karmaşık ama önemli olan bu da değil. Ruh üfleniyor sanki o satırlara, hatta ne satırı, o harflere. Yaşanmışlık, değil mi? Yaşamadığın bir hisse ruh vermen mümkün müdür satırlarda? Empati diye bir şey var tabi o ayrı da. Hayal gücü? Polisiye yazarları ne yapsın mı? Bilmiyorum o halde! Köşeye sıkıştım, ah! 

Saygıyla eğildim, yaşamadığı şeyleri yaşatırcasına yazabilenlerin satırlarına. Dizelerine belki. İyi şair ifadesi var mesela. Herkes şair olamaz, bunun bir üst boyutu. Bu ikincisine katılmıyordum. Ama şimdi bilemedim. İnsanların yolunu kesmesek mi, diye düşünüyordum. Ama ilki kesin, herkes iyi şair olamaz. Zaten herkes her şeyi en iyi yapamaz falan ama biliyorsun, ruh katmak başka bir şey. Bu nedenle yıllar boyunca canlı kalıyor o dizeler, satırlar. Bazı klasikler var mesela, artık kitabın içerisinde ifade edilen sosyal yapı, günlük hayat, ikili ilişkiler falan kalmamış. Çok yabancı sana ve etrafındaki dünyaya. Yine de bir şey var orada zamansız. Ne o şey? Bazen beş çaylarında iki lafın belini kırdıran, balolara falan gidip iki tur döndüren. Bazen dağlarda tepelerde koşturan, bazen sisli çayırlıklarda köşeye sindiren. Bazen savaşları, bazen barışları, bazen bu uğurda haykırışları izleten, hatta yaşatan? Sana yabancı bir milletin, sana yabancı bir zamanında sana bir bardak çay dolduran. Ne o şey sevgili okur? İnsanlık halleri mi? Ama tarih içinde ve çeşitli milletlerde olaylara verilen tepkiler değişmez mi? Değişiiir... E o halde? Ruh işte. İyi yazarlar bu işi biliyor. Kitaplarına bir şey katıyorlar, sonra o kitap, tarih mekan yaşayış biçimleri vs ne kadar değişirse değişsin, yine de yaşıyor. Bu büyünün önünde şapka çıkartılır. 

Ama dur bir dakika... Belki de hayal edilebilir. -yine de şapka çıkardık, o ayrıı- İnsan zihninin çeviri konusunda mükemmel olduğunu düşünüyorum. Bir yaşantıdan öğrendiğini uyarlama konusunda iyi gelişmiş zihin. Müzik dinlerken hissettiklerini düşün. Zihninin belki ön belki arka taraflarında bile olsa, sana bir hissi anımsatır melodi, sözler, neyse. Sonra o hissi, hiç görmediğin yerlere, kişilere çevirebilirsin. Fantastik diyarlara, uzak memleketlere... yakın yaşantılara, uzak duygulara. Ya da belki de... buna bile gerek yoktur. Belki de, en iyi bildiğin şeyden başlamak bile ilk adımında yeterlidir uzak gördüğün yere erişmek için.

Evet! İkna oldum. Yapılabilir.

:)


bir şeyler dinlemek için tıklayabilirsiniz.





4 yorum:

  1. yaniii pembe kitap fili kişisel gelişim kitabı dimi, okuduydum yakınlarda hafif ve hoş idi, hoş kokulu lavantalar gibi :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet evet kişisel gelişim ama düşündüğümden daha farkındalık yaratan bir kitap oldu benim için.

      Sil
  2. Yazarını sevdiğim için almıştım. Güzel bir kişisel gelişim kitabıydı :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yazarını bu kitapla birlikte instagramda da takip etmeye başladım. Bazı içerikleri ilgimi çekti ve en önemlisi ses tonu, diksiyonu vs etkileyici birisi.

      Sil

Diğer yazılarıma da göz atabilirsiniz.