Sinemaya aşık olduğum yıllar lise yıllarımdı. Ama düşünüyorum da, sanırım ilk kıvılcım bundan çok daha öncesinde, ben daha küçük bir kızken çakmıştı. Hayatta en sevdiğim şeylerden birisi, çizgi film izlemekti. Ama bir dakika, yanlış anlaşılmasın, cd'den çizgi film izlemek. Hatta beni en çok, eveeet oyuncak alınmasından bile daha çok, yeni cd alınması heyecanlandırırdı. Hatta o anlardan birisi çok net aklımda. Artık gazeteden mi çıkmıştı, parayla mı alınmıştı orasını tam hatırlamıyorum ama; babam eve geldiğinde yanında bir cd vardı. İsmi Karlar Kraliçesi'ydi. Sana çok daha evvel o filmin cd'den izlediğim o versiyonunu hiçbir yerde bulamadığımdan bahsetmiştim. Yine de güzel bir filmdi. İki küçük çocuğun dostluğunu anlatıyordu.
Aradaki zaman diliminde Japon animasyon filmleriyle bir küçük selamlaşmam olmuştu. Tv'de bir film izlemiştim. O nasıl bir filmdi öyle! Beni resmen büyülemişti. İsmi Sihirli Kedi'ydi. Bir kediye dönüşüp kediler ülkesine giden genç bir kızın öyküsünü anlatıyordu. Bu kızın yanında Baron isimli bir Cat-efendi de vardı, aman canım işte... beyefendi! Prensese dönüşen kedi kız fikri bugün bile eğlenceli görünüyor ahahaha. O filmi sonradan da izledim, hatta şimdi sana anlatınca tekrar izleyesim de gelmedi diyemem... Ama ilk izlediğim günde hissettiğim heyecanı şimdi bile hatırlıyorum. Hatta bu film miydi, yine başka bir anime film mi emin değilim ama bir film beni aşırı aşırı aşırı gaza getirmişti de bir defter sayfasına ilk öykümü yazmıştım. O da çok komikti. Anneannemlerin evinde kendimi bir odaya kapattığım anı hatırlıyorum. Öykümü yazana kadar o odadan çıkmamıştım. Ne yazdım hatırlamıyorum ama yazdığım şeyden memnun kalmadığımı hatırlıyorum. Tam olarak bu kelime aklımdan geçmemiştir muhakkak ama taklit olduğunu düşünmüştüm. Bu benim öyküm değil, ben bunu zaten izledim, diye düşünmüştüm. Yani belli ki filmden çok etkilenmişim yazarken de. Öykümü diğerlerine göstermek yerine imha etmiştim. Belki de kimse anlamasa bile ben bildiğim içindir. Bana ait bir öykü yazmak istediğim içindir.
Liseye geçtiğimde... hah geldik fasulyenin faydalarına. Filmlere ilgim nasıl depreşti orasını hatırlamıyorum ama sonrasında nasıl güçlendi hatırlıyorum. Blog ve platonik aşkım sayesinde ahahahha. Blogda yorum yazısı yazmak benim ''entelektüel gelişimime'' inanılmaz katkıda bulunmuştur. Burada yorum yazınca içimde ''önemli'' bir şeyler yaptığıma dair bir his oluşurdu. Okurdum, yazardım, izlerdim, yazardım, yaşardım, yazardım, yaşamazdım, eh evet yine yazardım. Sonra sen vardın, belki bana bir şeyler önermişsindir, kim bilir? Hem bir şeyler paylaşmak da hoşuma giderdi. Keşfetmek, anlatmak ve paylaşmak; benim muhteşem üçlümdü. Platonik aşkım ise hep farklı filmler izlerdi. Farklı şarkılar dinlerdi. Ben de bunları bulur, izler ve dinlerdim. İtiraf etmek gerekirse benim için fazla sofistike (??) beğenileri olan birisiydi. Yine de kendi zevkimi oluştururken onun beğenilerinden yararlandığımı da itiraf etmeden geçmeyeceğim. Teşekkürler, bunu asla okumayacak olsan da. Bunun da tatlı bir yanı vardı tabi. Bence insanı besliyorsa (ve tabii liseliyse *-*) platonik aşklar da güzel. İnsanı geliştiriyor, tabii benim gibi bi' acayipseniz ahahha.
Tabii bunlar bir yana, gel zaman git zaman, yaşım büyüyordu. Sana bu pazartesi yazdığım yazımda bu yaşıma gelene kadar bir sürü mesleği kariyer hedeflerim arasında düşündüğümü söylemiştim. İçinde her şey vardı. Hep pek çok şey olmak istemişimdir. Günün sonunda ne olacağım acaba aahhah. Ama biliyor musun, önemi var ama yok. Yok dersem, atacaktım. :) Önemi tabi ki var akıllım, olmaz olur mu? Yine de, ne yaparsam yapayım, kendim olmak isterim. Yaptığım işe imzamı atmak isterim. Meslek olarak da değil sadece. Her şeye! Beni en çok bu büyüler. Özgünlük. Lisenin son iki yılında aklıma ufaktan ufaktan maceracı olduğum hayaller yerleşiyordu. Pek çok fotoğrafçıyı ve yönetmeni keşfettim bu süreçte. Hatta üniversite sınavına hazırlanırken, her ne kadar dilim bambaşka şeyler söylese de, karşımdaki duvarda hep sinema tv hedefim yazardı. Hatta blogdan tanıdığım ve çok sevdiğim biriyle bu konuyla ilgili uzun uzun mailleşmiştik. O, okuduğu bu bölüme aşıktı. Ama bana kolay olmadığını söylemişti. Ne kolay ki... diye düşünmüştüm ama yine de cesur değildim. Bu nedenle güvenli bölgemde kaldım. Ara ara bu bölümü tekrar ve tekrar araştırdım ve geçen yıl mıydı neydi bir videoya denk gelmiştim. Tam olarak o videodan sonra bu bölümü okumadığım için hissettiğim pişmanlık geçmişti. Nedenini niçinini anlatmayacağım ama ''gerçek'' dünyaya dönmüştüm diyeyim. Yine de sinema aşkım hep içimdedir. Sanırım bir şeyleri yapmak için illa o şeyin senin bir rolün olmasına gerek yok. Yani kendini o bölümü okudum, bu işi yapıyorum gibi verilerle tanımlamadan da sinemayla ilgilenebilirsin. Ama işte ben, bir şeyi tutup onu her şeyim yapmaya meyilliyim. Oysa bu katılıktır. Hayat, esnek olmayı gerektirir. Tabii, özgün olmak istiyorsan ahahah.
Dün gece bir film izledim. Sana o filmin yorum yazısını da yazabilirdim. Hatta yorumum dışında bütün her şeyi ayarladım. Afiş, müzik, film künyesi, hatta replikler... Ama yazmayacağım. Yine de o filme dair hislerimden bahsetmek istiyorum. Bahsettiğim film Özcan Alper'in yönetmenliğini yaptığı 2011 yapımı Gelecek Uzun Sürer isimli film. Üniversitedeki tezi için ağıtları derlemek üzere Diyarbakır'a giden genç bir kadının karşılaştıklarını anlatıyor. Şöyle tablo gibi sahneleri olan ve gerek görselliği, gerek müzikleriyle estetik beklentilerimi doyuran bir film izlemeyeli baya olmuştu, hem de baya. Beni oyunculuk performansları çok da fazla etkilememişti. Bu da filmde bir şeyler eksik hissini bana hissettiriyordu. Ta ki son sahneye kadar. Çalan müzik, tüm filmi baştan sona gözlerimin önüne getirdi. İlk sahneyi hatırladım, bir yolculuğun başlangıcını. Umutları, sonraları... Acılar değişse de, acı hissini hissetmek her dilde aynıdır belki de, diye düşündüm. Belki de bu nedenle, sözcüklerin de ötesinde, sesler içimize oturur. Acıyı kelimelerde değil, seste işitirsin çünkü. Filmi en çok son sahnesi için beğendim. Bir de sinemaya karşı olan sevgimin nedenini bana hatırlattığı için, sevdim.
''Umarım beni anlarsın ve böyle çekip gitmemden dolayı kızmazsın. Ne yapayım ki başka çarem yoktu, en doğru olan buydu. Diğer türlü sana haber verip gitmem inan benim için de çok zor olurdu. Sanırım bir daha karşılaşmayacağız, ama insan yine de umut etmek istiyor. Çünkü umut etmeden yaşamak ne kadar zor değil mi? Bir gün hiç beklemediğin bir an hiç beklemediğin bir yerde karşına çıkabilmeyi nasıl istediğimi anlatamam. Şimdi güneşli ve güzel günlere olan inancımızla sözleşelim. O günler geldiğinde seninle hep gitmek istediğimiz çocukluğumun geçtiği Siyah Sümbül Gölü'nün kıyısında birlikte geleceğe yürüyeceğiz. Hakkında pek bir şey bilmediğimiz bir gelecekte değil, çoktan başlamış bir gelecekte, bizim adımızı taşıyan bir gelecekte. Tüm sevgimle.'' - Gelecek Uzun Sürer, Özcan Alper (2011).
bir şeyler dinlemek için tıklayabilirsiniz.
Çocukluğum unutulmaz anlarında kesinlikle bende de CD'den çizgi film izlemek var. Babam bir keresinde adını hatırlamadığım bir hayaletli çizgi film serisi getirmişti (Casper değil), en sevdiklerimdendi ve adını unuttuğuma üzülüyorum şu an. :( Temel Reis'in de bir CD'si vardı. Onu da kaç kere izlemişimdir kim bilir... Sonra Bir Böceğin Yaşamı, Aslan Kral... Aklıma gelmeyen daha birçok çizgi film canlandı aklımda şu ann :))
YanıtlaSilSihirli Kedi'yi not ettim. Tam benlik bir çizgi filmmiş, nasıl oldu da kaçırmışım bilmiyorum :D
Blogla ilgili her şey, hala, bana entelektüel gelişim gibi geliyor!
Film izlemek, yazmak, yaşamak, bir şeylere bağlanmak çok hoş... Hepsi kendi dünyamızı keşfetme yolları. Özcan Alper'in filmiyle ilgili düşüncelerin de çok etkileyici. Son sahnede hissettiklerin, acının evrensel bir dil olduğunu düşündürttü bana. Sinema senin için sadece bir alan değil, bir tutku olduğu çok belli. :))
İsmi aklıma gelmeyen birçok çizgi film canlandı... demek istedim
SilEvet benim de şu an isimlerini hatırlayamadığım ama çok severek izlediğim cd'lerim vardı. Ben Red Kit'i de çok severdim. :) Sonra dvd oynatıcı bozulmuştu sanırım, cd izleyememeye başlamıştım. :( Hala daha o zaman izlediğim çizgi filmlerin tadını anımsıyorum.
SilBence sen de seversin. Ben de bir ara tekrar izleyeceğim. :)
Evet evet, blog beni de hep geliştirdi ve geliştirmeye devam ediyor. Hem bir şeyler öğrendiğim, hem heves ve motivasyon bulduğum, hem de ifade becerilerimi geliştirdiğim bir yer. Bir de eski bloğumu küçükken açmıştım. Yıllarca yazmanın da getirileri var. Gittiği yere kadar da yazmayı düşünüyorum. Burasının bana verdiği hissi hiçbir sosyal medya ortamında bulamıyorum. Bir çeşit ev, okul vs gibi, yani blogla manevi bağ geliştirmişim.
Evet, kendimizi keşfetme yolları. İlginç ve hep gelişen, büyüyen bir yolculuk. Böyle düşününce kendimi kaşif gibi hissediyorum :) Güzel bir filmdi bence. Bu filmi uzun zamandır izlemek istiyordum aslında. Özellikle de ismiyle ilgimi çekiyordu. Gördüğüm en güzel film isimlerinden birisi. Yönetmenin başka filmlerini de izlemek istiyorum. Ve evet, sinema tıpkı edebiyat gibi benim için önemli bir alan. Hatta bence birbirini besleyen de alanlar.
ne güzel anlattın yine :) özcan alperin bu filmi ivit güzel bir de sonbahar adlı filmi var ki o filmin en iyi türk filmi olduğunu düşünüyorum, eskilerden ise vesikali yarim :)
YanıtlaSilTeşekkür ederim :) Sonbahar da listemde :) Baya da övülüyor, sen de böyle güzel diyorsan ben de severim kesin. Zaten sonbahar bitmeden izlemek de istiyordum :) ama bu film beni ismiyle kendine çekti. Çok güzel bir ismi yok mu: Gelecek Uzun Sürer. Vesikalı Yarim'i de biliyorum ama izlemedim henüz. Teşekkürler ziyaretin ve önerilerin için :)
SilNe tatlı anlatmışsın anılarını. :) Eskiden tabi internetten bir şeylere erişmek kolay değil film kiralayıp izlerdik. Zamanla filmlere ilgim azaldı, büyük oranda animelere yoğunlaştım. Hala da vazgeçilmezim animeler. :)
YanıtlaSilTeşekkür ederim :) Ben uzun ve sürekliliği olan, beklemem gereken şeylere karşı zamanla soğukluk yaşamaya başladım. Önceden upuzun dizileri sezon sezon izlerdim ama artık bölümleri olan, devamlılığı olan yani, şeyleri bekleyemiyorum. Bunda tabii son dönem işlere önyargılı yaklaşmam da etkili. Filmlerin ise (bir oturuşta hikayeyi öğrenme olayı bir yana) daha sanat yönü yüksek oluyor. Animeleri de film şeklinde izliyorum ve Japon animasyonlarını aşırı severim. Ama dediğim gibi uzun, dizi formundaki animeleri izleyemiyorum. Belki başlasam izlerim ama gözüm yemiyor uzun bir şeylere :) Yine de geçenlerde Deep'te görmüştüm galiba, bir animeye başladım. İsmi The Grimm Variations. Ona da kısa diye başladım. Daha bitirmedim ama ilginç.
Sil