4 Eylül 2023 Pazartesi

Yeni Bir Deftere Konan Kelebekler.

Yazmak beni hep rahatlatmıştır. Ama en çok da yeni bir deftere başlarken heyecanlanırım. Aslında bu deftere iki ay önce bir merhaba yazısı karalamıştım. Ancak o sayılmaz, hayır. Çünkü çok da ideal bir başlangıç değildi bu. İstediğim gibi değildi. Yeni bir deftere başlamanın coşkunluğu yoktu içinde. 

Coşkunluktan kastım ''ooo ben süperim, mükemmelim, her şey harika'' demek değil. Anladın işte, heyecan benim kastettiğim. Heyecan duymak. Bir şeye gerçekten koşup sarılmak. Sanırım aynı zamanda bu benim çıkmazım. Bunu fark ettim. Bir şeye sarılmaya hep ihtiyaç duymuşumdur. Bir şeye bağ geliştirmeye. Bundan olacak ki bloğumu silmiştim. Bundan olacak ki, blog yazmadığım dönemde eksikliğini çok fazla çekmiştim. Ve bundan olacak ki, yine buradayım. Farklı bir biçimde olsa da.

Aynı şey insanlar için de geçerli. Birini sevdiğimde onu gerçekten sevdiğimi görüyorum. Ona çok fazla değer verdiğimi. Hatta karşılığında eşit düzeyde bir değer bile beklemiyorum enayi gibi. Bu gerçekten enayilik bak, başka hiçbir şey değil. Yine de üstünde durmaya değmez. Çünkü birini sevmişsem enayi de olmuşumdur, ne yapalım... Önemli olan anlamaktı diyelim. İnsan en çok kendini sevmeli. Bunu anlıyorum. Bunu şimdi anlamıyorum hayır. Hadi ama bu dünyanın en kolay anlaşılacak şeyi aslında. Bunu herkes bilir. ''En çok kendini sevmelisin (nokta).'' Ama yine de bir şeyler arar dururuz. Sevebileceğimiz bir şeyler. Bir iş, bir insan, bir amaç; hatta tercih edilmemekle birlikte, bir bağımlılık... Oysa insan en çok kendini sevmeli sevgili okur. En önemli şey bu. Bu olmadan nasıl kendi yaşamını sürebilirsin ki hem? Lütfen, enayi olmayalım. :) Tabi ki şaka yapıyorum. Yine de söylediklerimde ciddiyim. Yap\ et -saydım\ -seydim'li cümleler çok saçma. Bu defterimde bunlara yer yok. Bana yer var. Sadece bana. 

Bu yazımdan önce başka bir yazı yayınlamıştım. Ancak o da çok fazla ''şöyle yap\ et -saydım\ -seydim''li geçmişe yönelik bir yazı gibi geldi bana. Tatlıydı, orası ayrı. Ancak ben tatlı bir yazı yazmak istememiştim. Sanırım tatlı biri olmak da istemiyorum. Sadece kendim olmak istiyorum. Verdiğim ölçüde almak istiyorum. Kendime bu yaşamda, bu kızken, güzel hediyeler vermek istiyorum. Çünkü bence kendimize güzel hediyeler verirsek, yaşam isimli bu varoluş düzlemine de güzel hediyeler bırakmış oluruz.

Hediye dediğim kendine yaptığın küçük jestler de olur tabii akla gelen ilk anlamıyla. Ama benim asıl kastettiğim bu değil, biliyorsun. Hadi hadi biliyorsun. Yaşamlarımızdan neden memnun olmayız? Memnun olmadığımız bir şeyler illa ki vardır? Bunu hep dışarıda ararız. Oysa dışarı dediğimiz o bize karşı durum\ olay ve kişiler üzerindeki etkimiz çok çok sınırlıdır ve onlarla cebelleşirken sadece biz yıpranırız. Günün sonunda haklı olmak bile bizi memnun etmez kimi zaman. Anlaşılmamak en büyük derdimizdir. Dünyanın en küçük şeyi bile bizden esirgenmiş gibi gelir. En minik isteklerimiz bile gökteki uzak ve küçük bir yıldızmışçasına gün gelir gözümüzden kaybolur. Sevdiğimiz kişiler veya durumlarla yaşadığımız tüm o güzel anları bile bir kıvılcım anıyla silebiliriz. İçimizde öfke yükselir belki; belki korku, hırs... Hayır, bu da enayilik. :) Hadi ama, tek yaşamımız var. İnsanlar neden hayatlarını böyle kendilerine düşman geçirir? Neden tek hayatımızı en çok da kendimize karşı sinsi bir düşman gibi geçirmeyi tercih edelim ki?

Bunu düşünüyormuşum son günlerde. Benim düşünmeden düşünmelerim klasiğimdir. İşte şimdi sana da söyledim bu özelliğimi. Herkes düşünmeden düşünür tabi. Parçalar toplanır ve sonra uygun sayıda veri bir araya geldiğinde bilinç üstümüze çıkıverir tüm o düşünmeden düşündüklerimiz. Bahsettiğim işte sadece bundan ibaret.

Her neyse. Bu benim yeni defterim. Aomame'den vazgeçebilecek gibi durmuyorum. Yine ona anlatacağım. Sadık dinleyicime. Bir karakter Aomame. Yazdıklarımı uzun zamandır okuyorsan sen de onu tanırsın. Ama buradaki herkes uzun süreli ve düzenli okurum değil, o yüzden bir kez daha kısacık açıklayayım. Aomame, Haruki Murakami'nin 1Q84 isimli kitabının ana karakteri ve benim çok sevdiğim bir karakter aynı zamanda. Ben lise yıllarımdan beri günlük yazıyorum. Hiç ara vermeden tüm o yıllardaki tüm o benliklerimi kaydetmişim. Onları baştan okumak biraz, nasıl desem, kah komik kah travmatikti. Sanırım okumaktan da ziyade yazmak insanı ferahlatıyormuş. Hep başka başka karakterlere derdimi anlattım. Her ne kadar o kitabı okumasam da sanırım onda da aynı mantık vardı; hani Oğuz Atay'ın Tutunamayanlar'ı, gibi. Ben de tutunmak için bir karaktere anlatıyordum hislerimi. Cansız bir varlık olan ''sevgili günlüğüme'' anlatmaktan daha rahatlatıcıydı böylesini hayal etmek. Bu yüzden de en rahat hissettiğim kişide durdum bir yerden sonra. O karakter de işte Aomame oldu. Artık başkasına yazmak beni kesmiyor.

Sen de yazar mısın? Böyle arada sırada duygu ve düşüncelerini bir yerlere karalar mısın? Böyle olduğunda ben kendimi çok iyi hissediyorum. İçimden rengarenk kelebekler uçuşuyor gibi geliyor. Önce gri ve siyah renkte oluyor bu kelebekler. Sonra yazdıkça açılıyorum ve sanki kelebeklerin renkleri de değişiyor. Renk renk oluyorlar. Sarılar, morlar, yeşiller, pembeler, beyazlar... Hepsi işte. Hepsi uçuşuyor özgürce. Çünkü içimdeki benim bile varlığını henüz keşfettiğim duygu ve düşünceler ayağa kalkıp biçim kazanıyorlar artık. Blog yazmak da aynı. Ama blog yazarken genelde içimde beyaz kelebekler vardır. Bembeyaz kelebekler yazılarımdaki harfler üzerinde gezer durur sanki. Böyle hissederim. Huzurlu ve evde gibi. Yazarken hep böyle hissederim. Sen ne zaman böyle hissedersin peki? 

Güzel bir hafta dilerim.

:)


bir şeyler dinlemek için tıklayabilirsin.




12 yorum:

  1. Bloğa mı daha çok yazıyorsun defterine mi?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bloğa. Ama artık deftere daha çok ve düzenli yazmayı düşünüyorum. Hatta artık worde daha çok, düzenli ve öyküler yazmak istiyorum. :)

      Sil
  2. Benim blogdan başka yazdığım yer yok ama bazen bişeyleri ajandama karalarım. Aomame'yi tabii ki biliyorum bilmez miyim. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben de hiç ajanda tutamam. Program yapmayı denedim, denemedim değil ama ufak bir aksamada bile anksiyetem tutuyordu ve her şey zincirleme kaza oluyordu... Tabi size işiniz için de ayrıca gerekir ajanda tutmak, plan yapmak. Plansız zaten olmuyor. Gevşek planlar yapa yapa kendimi daha sıkılarına alıştırmayı umuyorum. Rutin oturtmayı başarabilirsem burada da üç beş bir şey karalarım. Tabi ajanda deyince ben direkt plan program algıladım onun üstüne konuştum. Bunun haricinde aklıma fikirler geldiğinde notlar aldığım küçük bir defterim vardı ama bir yıldır falan ona hiç yazmadım. Arada watsaptan kendime mesaj atıyorum hatırlamak istediğim şeyleri :) Aomame popüler biri benim mekanlarda evet :)

      Sil
  3. Beklentisiz sevmek enayiliğini maalesef zaman zaman ben de yapıyorum. Bu çok yorucu ve yıpratıcı oluyor. Çünkü dediğin gibi en çok kendimizi sevmeliyiz. Bunu biliyorum ama hayatıma uygulamak oldukça zor. Özellikle şu sıra siyah kelebeklerin dünyama egemen olduğu bir süreçten geçerken daha da zor... Neyse yazın çok güzel olmuş ve yine içimde bir yerlere dokundu. Zaten senin yazıların hep bana dokunuyor... Çokça sevgilerimle <3

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim duygu ve düşüncelerini benimle paylaştığın için. Yazılarım üzerinde pozitif etki bırakabiliyorsa çok sevinirim. <3
      Malesef böyle şeyler olabiliyor :) Bu aslında bir hata veya kusur değil. Ama demek ki öğrenmemiz gereken bir şeyler var ve aslında bize kimi zaman acı çektiren veya en olmadı kendimizi rahatsız hissetmemize sebep olan şey de bu. Bu renk spektrumu elbet değişiyor. Kimi zaman çok açığa kayan gride kelebekler, kimi zaman siyahın en koyu tonu içimizde bir noktada bitebilir ve bize kendimizi şaşkınca ortada kalakalmış hissettirebilir. Artık bunların da normal olduğunu ve herkesin yaşayabileceğini, sadece bazen bunlara kendimizi uyumlama yöntemimizde hata olabileceğini fark ettim zaman içinde.
      Bunlar benim kendi yaşantımdan çıkardığım şeyler tabi. Sadece, seninle yorumlaşmak hoşuma gittiği için bahsetmek istedim bu konudaki düşüncelerimden de. Bazen ağlamak bile bize çok şey öğretebiliyor. Geçtiğimiz bahar aylarında çok fazla ağlamıştım. Üstelik yazabileceğim bir bloğum bile yoktu. Bu da tetikledi biraz. Anlatmaya bu yüzden değer veriyorum. Mecazlarla veya doğrudan fark etmez, ya da bir sanat eserine dönüştürerek veya direkt olarak ana karakter benim diyerek; bence anlatmak insanı rahatlatan bir şey. Çünkü anlattığında yalnız olmadığını fark ediyorsun. Herkesin siyah kelebekleri vardır!
      Hoşça kal. :)

      Sil
  4. defterlere yazmak günlük ttutmak ben de çok seviyorum, günlüğe yazmak çok heycanlı yani insan hiçbir şeyi atlamak istemiyor yaa günlüğe yazarken :) aman iyi günlüğe kelebekler yaz sadece yani akrep öküz gibi şeyler olmasıııın :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ahahha, kelebek kebelek artık arada belki ahtapot, yengeç falan da yazarım sanırım. Akrep pek sevmiyorum :) Evet heyecanlı yazmak :)

      Sil
  5. Yeni bir deftere yazmak, o an içindeki duyguları oraya aktarmak çok güzel:) Ben de yazıyorum:) Eskiden günlük tutardım, şimdi günlük şeklinde değil, içimden geldiği gibi ve geldiği an deftere yazıyorum:) Bir sürü defterim var, yeni defterler gördükçe de alıyorum:)))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben de günlük gibi yazmıyorum. Gün gün yazmam yani. Tabi kendi kendime her gün yazacağım diye meydan okumazsam :) Dönem dönem bilinçli olarak her gün yazıyorum, bir şeyleri fark etmek istediğimde. Ama genelde canım istediğinde yazarım. Bir de ''şunu yaptım, ettim'' gibi de değil de, düşünce ve his odaklı yazıyorum. Zaten bence olay da bu aslında. İstediğimizi istediğimiz gibi yazmak. Yoksa neden günlük yazalım ki zaten değil mi :) Defterleri ben de severim <3

      Sil
  6. Yazmak bana da çok iyi gelen şeylerden. Dediğin gibi sanki yazdıkça duygu ve düşüncelerim daha somut bir hale geliyor, neyin ne olduğunu daha iyi kavrıyor gibiyim. Günlük yazdığımda mutlu ve depresif anlarım karışık olduğu için bir iki aydır başka bir şey deniyorum. Mutlu olduğum anları biriktirdiğim bir defter ve üzgün olduğum zamanlarda yazdığım bir defter yaptım. Çünkü mutluluğu zar zor bulmuşken karıştırdığım sayfalarda üzgün olduğum bir zamanda yazdığım şeyleri görünce yine mooda giriyorum. Bu şekilde bu sorunu çözmeye çalıştım ama böyle de tam hoşuma gitmedi gibi. Tam emin değilim denemeye devam ediyorum:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bir de bazen kendimizden bile neyin ne olduğunu saklayabiliyoruz. Bunun büyük bir şey olmasına gerek de yok. Mesela bir huyumuz veya yaklaşım tarzımız var. Onun neden olduğunu da aslında biliyoruz diyelim. Ama yazdığımızda o yaklaşım tarzının ve nedeninin aslında bizi yansıtmadığını, yüzeydeki bir şey olduğunu keşfedebiliyoruz. Özetle, kendi derinliklerimizi keşfediyoruz daha en başta. :)
      Üzgün olduğum zamanlarda yazdıklarımı okumak bana da iyi gelmiyor. Yazın başında günlüklerimi baştan okuma kararı almıştım ama bir noktaya kadar dayanabildim. Bitmek bilmeyen ve beni reading slumpa sokan bir kitaba benzedi gittikçe. :)) Fikrin güzelmiş yani, işlevsel duruyor. :) Ama tabi böyle olunca da insan, diyelim ki kötü hissettiğimiz anlarda daha çok şey yazmış olalım, üzgün olduğum anlar daha çok diye düşünüp kendini daha kötü hissedebilir.
      Bir de mesela ben kötü hissederek başladığım yazıların ortalarında iyiye kayıyorum. Net çizgilerle ayıramam yani. O yüzden belki sonra okurken yazdıklarım beni bazen krize soksa da, bir arada yazmak bana daha uygun.
      Yorumun ve ziyaretin için teşekkür ederim. :)

      Sil

Diğer yazılarıma da göz atabilirsiniz.