Yönetmen: Patrice Leconte
Senarist: Serge Frydman
Yapımı: 1999 - Fransa
- Neyi bekliyorsun Adele?
+ Bana bir şeyler olmasını bekliyorum.
Kaynak: Pinterest |
Filmin giriş sekansında genç bir kadın görürüz. Bu kadın bir topluluğun önündedir ve biraz da akışın yönlendirdiği kendisiyle ilgili sorulara yanıtlar verir. Bu genç kadının her şeye karşı kayıtsız olduğu, duruşundan bakışına kadar izleyicilere sezdirilir. Soruyu soran kişiyse genç kadının tam tersi bir yaklaşımla cevapları önemser ve hatta belli bir noktadan sonra sesinin tınısında şefkate yakın bir duygu bile hissederiz. Buna karşın genç kadın alaycıdır. Yaşadığı olayları sanki bir filmde görmüş gibi anlatır. Önemsememek bile değildir bu; bu sadece izlemektir. Genç kadın sahiden de izleyici olduğu bir şeyi anlatmaktadır: Hayatını.
Sorular genç kadını dolambaçlı yollardan döndürür. Buna karşın onun cevapları nettir. Tartışmaya, üstünde düşünmeye mahal vermeyecek kadar kesin görünür. Her şeyi kabullenmiş gibi, görünür. Belki biraz kırgın ama net bir onaylamayla kabul etmiştir Adele, talihin onun yanında olmadığını. Bu noktada hislerini dinlediğini söyleyen düşünceli bir kız görürüz. Belki de herkes gibi mutluluğu arayan bir kız. Nerededir o mutluluk? Başka kişilerde mi? Başka yerlerde?.. Adele bir amacı beklediğini söyler. Bir şeyleri, herhangi bir şeyi. İtirafıyla birlikte gözyaşları boşalır.
- Ben iyiyim teşekkürler.
+ Ciddiyim. Umutsuz görünüyorsun.
- Öyle mi?
+ Ne oynuyorsun? Yazı tura mı? Kimi etkilemeye çalışıyorsun?
- Hiç kimseyi. Asla kimseyi etkilemedim. Buna başlamayacağım.
+ Üzüntülü olmak için çok gençsin. Ölümcül bir hastalığın mı var? Bir böbreğin mi eksik? Karaciğer mi? Bacak mı?
- Hayır, sadece biraz...cesaretten yoksunum... Soğuk olmasından korkuyorum.
Sahne değişir. Adele'i (Vanessa Paradis) bir köprünün en ucunda, demirlere tutunmuş halde görürüz. İntihar etmek üzeredir. Hayatında bocalayarak vereceği belki de ilk karar, o köprüden kendini bırakmak olacaktır. Duraksadığı o kısa anda yanında bir adam (Daniel Auteuil) belirir ve konuşmaya başlar. Bu adamın Adele'in atlamasını önlemek niyetinde olduğunu görürüz. Adamın söyledikleri başlangıçta Adele'in ilgisini çekmez. Çünkü o, yaşamla ya da ölümle ilgilenmemektedir. İlgilendiği tek şey, yaşamla ölüm arasındaki kısa anda hissedeceği histir. Ölmeye karar vermiş bu genç kadın, üşümekten korkmaktadır.
Adele, dürtüleriyle kararlar alan biridir. Anlık dürtüleriyle sadece o an hissedeceği tatmini düşündüğü durumların içine sonunu düşünmeden atlar. Bu nedenle hiçbir şeyin onu tatmin etmediğini görürüz. Çünkü neyin onu doyuracağını düşünmeden gördüğü ilk pırıltının peşinden koşar ve koşar. Tek seferlik birliktelikler, anlık kararla çıkılan seyahatler, terk ediş ve edilişler... Adele'i hissizleştirir. Belki de bir noktadan sonra beklediği ''bir şeylerin'', aradığı şeylerle ilgisinin olmadığını fark ettiği için böyle hisseder. Ancak ölmeye karar vermek farklıdır. Bu tuhaf adam da bu kozu kullanır. Adam, Adele'e bir teklifte bulunur. Onunla birlikte gösterilere çıkmasını söyler. Bu gösterilerde Adele'e bıçak fırlatacaktır. Bu konuda sezgilerine çok güvenmektedir. Hem sonra... Hani olur da işler ters giderse ne olacaktır; Adele zaten ''hayatının sonunda olduğunu'' söylememiş midir?
İkili, yaşadıkları bir dizi olay ve şans testinden sonra anlaşır. Film boyunca ikisinin yaşadıklarını izleriz.
Kaynak: Pinterest |
Çocukken, büyüyünce ''bir şeyler'' olacağını zannederiz. Belki de bu nedenle, artık büyüdüğümüzde, içimizde adını koyamadığımız bir özlemin getirdiği burukluğu taşırız. Onu bir şeylerde ararız. Bir şeylerin bu burukluğu geçirmesini bekleriz. Sorun, bu bir şeyleri bulamamanın verdiği hayal kırıklığı mıdır, yoksa bu burukluğun nedenini tanımlayamamak mı? İkisi de aynı noktada kesişmektedir, bu doğru; ancak bana kalırsa asıl sorun, tıpkı Adele'in de gözyaşlarıyla parlayan gözlerinin derinliklerinde gördüğümüz gibi, o pırıltıyı bulamamanın verdiği yenilmişlik hissidir. Hayatın bizi yendiği duygusuna kapılırız. Artık eğlenceli gelmeyen bir oyunun içindeymişiz gibi gelir.
Kullanılan müzikleriyle, siyah beyaz sahneleriyle ve tabi ki oyuncuların doğal ve etkileyici performanslarıyla çok sevdiğim bir film oldu. Umut veya umudun ötesinde; Adele'de, Gabor'da ve hatta film boyunca karşımıza birkaç sahne dışında çıkmayan diğer karakterlerde de, kendi hislerimizi bulabilmemizin muhtemel olduğunu düşündüğüm bir film La Fille Sur Le Pont. İtiraf etmek gerekirse, filmin bu orijinal ismini sesli bir şekilde dile getirmeyi de çok sevdim. Sizlere bu güzel filmi öneriyorum.
Son olarak buraya filmin müziklerinden oluşan bir listenin ve filmin açılış sahnesinden bir kesitin linkini bırakacağım.
Hoşça kalın.
La Fille Sur Le Pont Soundtrack için tıklayabilirsiniz.
Filmin bahsettiğim sahnesini izlemek için tıklayabilirsin.
ayyyy benim filmlerimden hihhii :) depp'in eşi vanessa da biriciklerden :) gönül avcısı var çok şeker rom com :)
YanıtlaSilVanessa Paradis hem güzel, hem yetenekli biri gibi görünüyor. İzlediğim ilk ve tek filmi bu. Ama performansını çok beğendim. Johnny'den daha yetenekli bir oyuncu demem aşırı iddialı olur (ve yuhalanırım kesin, her ne kadar bloğum dutluk olsa da belli mi olur...) Ama Johnny'nin oyunculuk performansını (gençlik yıllarında en azından??) tutuk buluyorum. Yakışıklı diye işi kotarmış gibi görünüyor. Bir de Tim Burton gibi aşmış bir hayal gücüyle çalışması büyük bir şans onun için.
SilAma Vanessa bu filmde sadece güzel bir kadın değildi. Hatta filmi izlerken güzel olması kabak gibi meydanda olsa da, güzelliğini değil, yeteneğini gördüm. İkisini durduk yere kıyasladım ama Johnny deyince fikrimi söylim dedim. Ek olarak, Vanessa'ya neden aşık olduğu, yukarıda linkini verdiğim kısacık videodan bile anlaşılıyor.
Film de çok iyiydi tabi. Ve tabii Vanessa bir yana, filmdeki partneri Daniel Auteuil'ın performansını da anmadan geçemem. Çok da karizma bir abimizmiş. :)
daniel in "ayazda bir yürek" filmini izlesene noluuur :) karısı emmanuel beart'ın da "güzel gürültücü" filmini ki jane birkin de var :) keanu varken depp de kimmiş :)
SilAyazda Bir Yürek bayadır izlemek istediklerimden ama izlememişim nedense. Oyuncuları için izleyeyim artık. :)
SilBir de senin önerilerini not alıyorum ama anlık olarak karar verip film izliyorum... Yine de bu filmi yakında izlerim, teşekkür ederim. :)
Güzel Gürültücü'ye bakayım. (vaoov, 4 saatmiş :), uygun zaman bulup izleyim. Dikkat süremin de uygun olduğu münasip günde ziyaretime gelebilir film :) Bir de Birkin'in kızının oynadığı film aklımda ve listemde, unutmadım. :)
Evet, Keanu abim <33
Demin tam ekleme yapıyordum ki elektrik gitti yazamadım, çok ayıp olacaktı Johhnnyciğim, abiciğime. :) Diyordum ki, Jack Sparrow karakteri de efsaneydi şimdi, çok da hakkını yemeyelim, yoksa yok artık o kadar da değil demiştim. Ama genele vurursak, Keanu Reeves'i insan olarak da canlandırdığı karakterler bakımından da, isminin dağlardan esen rüzgar olması bakımından da :), daha çok seviyor, destekliyor, tezahüratlar yapıyorum. İkisine de hayatlarında başarılar dileyip bu faslı kapatabiliyorum nihayet, teşekkürler teşekkürler :)
SilNe güzel anlatmışsın, ilgi çekici görünüyor. Detaylı anlatımlarını seviyorum, okumak keyifli oluyor. Teşekkürler. :)
YanıtlaSilBen teşekkür ederim yazım hakkındaki düşünceni belirttiğin için. Beğenmene de sevindim :)
SilFilmin ismini sesli söylemek hakikaten de güzel bir efekt veriyor. :D Ama izlemek konusunda emin değilim, film izlerken aşırı sıkılıyorum ya.
YanıtlaSilDeğil mi, kendimi Fransızca telaffuzum aşırı iyiymiş gibi hissettim ben yalan yok :) Fransız filmleri herkese uymuyor ve sevsem de evet genel kitle için sıkıcı. Ama bu film akıcıydı bence. Net bir konusu var çünkü. Müzikleri de şaşırtıcı ve güzel. :)
SilŞimdi bu kız ne arıyordu? Neyin boşluğundaydı? Hayatta bir amacı mı yoktu? Yoksa hayat onun için tamamen anlamsız mıydı?
YanıtlaSilBilmiyorum, bazen olur öyle. :) Hem, amaç dediğimiz çoğu şey bize mi ait, yoksa başkalarının bize yüklediği rollerden mi ibaret? Bence bu kız sadece seveceği bir şeyi arıyordu ve spoiler, sonunda buluyor. :)
Sil