16 Ağustos 2024 Cuma

Belki de.

Ağaçların uçuşan dallarını izlemek bana hep keyif verir. Başka ne hissederim bilmiyorum, sanırım en çok da hissettiğim tek şeyin bu 'keyifli' hissetme hali olmasını seviyorum. Dalgalanan ağaçlar gökyüzünde uçuyor gibi görünüyorlar, bunu seviyorum. Tıpkı çocukken sevdiğimiz şeyler gibi. Oyuncaklar, dondurmalar, ilginç eşyalar bizi heyecanlandırırdı. Beni hala heyecanlandırıyor. Sanırım bazı şeylerin insanı heyecanlandırma süresi süresiz. Sonsuz bir limitle seni coşkun hissettiriyor. Nostaljik bir yanı var bu hissin. Belki de çocukken hep böyle hissediyoruz. 24 saat! İnsanın ne hissettiğini unutması ne hazin. Belki de keşfetmek için. Büyüdükçe unuttuğumuz şeyleri büyüdükten sonra keşfetmek için. Belki de sonra da buna kendini bulmak diyoruz.

Bugün yorgunum ama mutluyum. İnsan bazen yorulunca mutlu oluyor. Sanırım insan ne için yorulacağını seçtiğinde mutlu oluyor. İnsanı mutlu eden küçük şeyler var. Öncesinde basmakalıp bulduğum her söylemi yavaş yavaş kabul eder hale geliyorum. Ah!.. Bu kötü mü? Önceden olsa ''evet!'' derdim. Farklı olma gayesi miydi? Herkes böyle hisseder miydi? Şimdiki evrilmem aynı olma kabullenişi mi? Ne aynı, ne farklı; kiminle aynı, kiminle farklı? Saçmasapan ayrımlarım. İnsan kendini bunlarla yormak yerine, başka şeylerle yormalı. Bazen eğlenceli, bazen sıkıcı ama hissedebileceği şeylerle. Sonrasında bile, belli belirsiz içinde kalabilecek şeylerle. Belki de sonra da buna, yaşantı diyoruz.

Birinin güzel bulduğu şeyleri sana söylemesi çok hoş. O anda, orada, güzel bulduğu şeyleri. Orada kalacak bir şeyler. Bunları sıralamayı sevdiğimi biliyorsun. Tüm yazılarım bunlardan ibaret. Oysa dinlemek... o da güzel. Sanırım dinlemenin güzelliğini keşfediyorum! - burası göz devirdiğim kısım :) - Hayır, bu da aynı şey. Konuşmak konuşmak konuşmak. Bazı keşifler daha farklı. Konuşmadan olan hani. Bazı yorgunluklar gibi bu keşifler. Dinlemek, keşfetmenin bir hali olabilir. İtiraf etmek gerekirse hiçbir zaman iyi bir dinleyici olmadım. Susarken bile. Belki de bundan sonra farklı olur. Sanırım zaman içinde insanın bünyesine yeni özellikler ekleniyor veya pışpışladığı özellikleri uyanıyor. Bu güzel bir şey. Belki de sonra buna da umut diyoruzdur.


Kağıttan Kentler - John Green (Pegasus Yayınları).

Bir film izlemiştim. Bir prensesi anlatıyordu. Kaçak bir prensesi. Bu prenses yorulacağı şeyleri seçmek istiyordu. Bu nedenle de, çok yorgun olsa da, yatağından kalktı ve yollara düştü. Gündelik kıyafetlerinin içindeyken bile tam bir prensese benziyordu. Bir prenses gibi halkı selamladı. Gülümseyerek. Üstünde kraliyete dair hiçbir şey yoktu. Üstünde bir kaçağın taşıyabileceğinden fazlası yoktu. Ne bir kimlik, ne bir para. Hiçbir şey. O isimsiz bir prensesti, bu nedenle de sıradan bir kızdı. Onun öyküsünü izlemeyi çok sevmiştim. Şimdiye kadar izlediğim en güzel Audrey Hepburn filmiydi ve zaten kendisine de oscarı getiren bu filmdi. Roman Holiday. Şurada da yorumlamıştım. Uygun alıntıları seçmeye çalışırken gözüme bu filmin fotoğrafları ilişti. Başka birisi olmayı düşleyen ama hep kendisi olan bir prenses. Belki de buna... masal diyoruzdur.

Sana ağustos böceklerinin sesini dinlemenin beni rahatlattığını söylemiştim. Bunu tabii ki romantik bir yerden söyledim. Ah... Romantik bir kız olmadığımı da söylemiştim değil mi? Böyle giderse yalancı çoban olacağım. Kendine yalancı kırmızı başlıklı Neptün diyarındaki acemi cadı çoban. Yazarken yoruldum. Her neyse! Sanırım bazen bazı şeyler bizi rahatlatırken bazen anksiyetimizi zorluyor. Ağaçtan sesler korosu halinde öttüklerinde ağustos böceklerini dinlemek istesen de istemesen de zorlayıcı bir süreç olabiliyor. Yine de salınan dallar, uçuşan minik kuşlar ve kararmaya başlayan hafif mavi göğün yüzünü izlemek güzel. Geceler bile birbirinden farklıyken ben neden birbirinden farklı hissettiğim anlar için kendimi yadırgayayım ki? Hiiçç. 

Sana bir şey sormalıyım gibi hissediyorum. Ama ne soracağımdan emin değilim. Sanki ancak bir soru sorarsam bu yazının bir varlık amacı olabilirmiş gibi. Öyle mi? Belki de bu nedenle dinlemeyi öğrenmek zordur. Öylece olan bir şey olduğu için. Sadece öylece olan bir şey. Bizler, veya sadece ben, sanıyoruz ki, bir şeyler illa bir yerlere bizden çarparak ulaşmalı. İlk biz atmalıyız topu. Evet belki bazen istop, bazen yakan top gibi. Yakan toplu durumlarda asla dinlemiyoruz. Bizden çıktıktan sonrası zafer olduğu sürece anlamlı sanki. İstop olduğunda yine biraz merak var. Hangi rengi söyleyeceğine karar vermelisin. Belki diğerlerini biraz zorlamalısın, bilmiyorum. Böylece oyunu canlı tutarsın. Belki biraz heyecan. Belki de yazmanın doğası da budur. Belki de bir şeyleri canlı tutmanın doğası budur. Ve belki de, sonra buna da merak diyoruzdur.


bir şeyler dinlemek için tıklayabilirsiniz.


Kağıttan Kentler - John Green (Pegasus Yayınları).



4 yorum:

  1. Rüzgarda ağaç dallarının salınışını izlemek, o hışırtıyı dinlemek çok keyifli oluyor. Bazen balkonda oturup dışarıyı izlerim, bir şey düşünmeden. Dinleme konusunda pek iyi değilim. İnsanın çok lafla az şey anlatması hele çok yoruyor beni. Neden kısa ve öz konuşamazlar anlamıyorum. Bir de eline mikrofon alan herkesin uzun uzun konuşması beni ayar ediyor. 😅

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben de çok lafla az anlatangillerden olabiliyorum ya :) Heyecanlıysam falan. Ama boş konuşmak ayrı bir şey. Boş konuşmalara benim de tahammülüm yok.

      Sil
  2. yanii yorgunsun ama mutlusun hihihi :) bol gülümseyerek okudum bu yazını :) yine içini dökmüşsün :) bilinç akışı oluyor herhalde bu :) pekiii bunu karanlıkta mı yazdın aydınlıkta mı :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet :) Ve yine evet :) Aklımdan geçenleri direkt yazıyorum, bilinçakışı olmalı. Tabii çok daha basit düzeyde bir şekli falan. Karanlıkta. Hem gece yazdığımda farklı dilde yazıyorum gibi duruyor biraz ahahha, oradan da anlayabilirsin :)

      Sil

Diğer yazılarıma da göz atabilirsiniz.