Yazar: Jack London, Çevirmen: Levent Cinemre, Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları |
Kitap, büyük Kızıl Veba salgınından sonra yaşananları anlatıyor. 2013 yılında bir anda tüm dünyaya hızla yayılan bu salgında hastalığın bulaştığı kişi kısa sürede tüm vücudunun uyuşması, kızıllaşması ve son olarak kalbinin durmasıyla hayatını kaybediyor. Bulaş oranı yüksek olan bu hastalık kolaylıkla insandan insana bulaşıyor ve dünya genelinde bir karmaşa yaşanıyor. Panik ortamı oluşuyor ve bu nedenle asayiş ve düzen bozuluyor, göçler başlıyor ve toplu ölümler gerçekleşiyor. Tüm bu karanlık günleri bize salgından altmış yıl sonrasında salgını genç bir adamken yaşamış olan yaşlı bir adam anlatıyor. Yaşadığı o karanlık günleri uygarlığın çöküşünden sonra doğmuş olan yeni dünyanın çocuklarına anlatarak biz okurları hem felaket sonrası dünyası hakkında bilgilendiriyor, hem de salgınla birlikte dünyayı esir alan yozlaşma ve yok oluş sürecini gösteriyor.
Kitap 1910 yılında, yüz yıl sonrası hayal edilerek yazılmış. Kitabı benim gözümde en etkileyici yapan durum da aslında bu. Jack London bu kitabı yazarken pek tabii kendi okuduklarından, danıştığı bilir kişilerden ve kara veba salgını dahil tarihteki büyük salgınlardan ilham ve referans almış; ancak, kendisi kitabını yazdığı o yıllarda bizzat hiç büyük bir salgını deneyimlememiş. Deneyimlemediği bir durumu, hele de bu durum gelecek zamanda geçerken, bu kadar etkili bir şekilde anlatabilmesi ise onun güçlü bir yazar olduğunu gösteriyor diye düşünüyorum.
Bu kitabın Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları'ndan çıkan ilk baskısı 2020 yılının temmuz ayındaymış. Yani biz 21. yüzyıl insanlarının da bir salgını deneyimlediği yıllar. Yazar, yüz yıl sonrasının gelişmişlik oranını isabetli bir şekilde hayal edememiş (hadi ama adam nereden bilsin internet nedir, cep telefonu nedir, uçak nedir...) ama insan doğası asla değişmediğinden dolayı uygarlığın çöküşüne hız kazandıran insanın bencil eylemlerini başarılı bir şekilde anlatmış. Biz belki bu kurgusal dünyanın yaşadıkları kadar büyük çaplı bir sarsılma neyse ki yaşamadık ama; bir düşününce, sahiden de, insanların ne kadar bencil, ne kadar kurnaz, ne kadar kötü kalpli olabileceklerini gördük, değil mi? (tabii bu zamana kadar bunu bilmeyen masum biriydiysek...) Aynı şekilde kitaptaki panik hali ve bu halin yaptırdığı bazen saçma, bazen akıllıca ama nahoş eylemler de cabası.
Yakın bir zamanda yazarın Adem'den Önce isimli kitabını okumuş ve şurada da yorumlamıştım. O kitabında yazar uygarlığın çok öncesinde yaşamış mağara insanlarının yaşamlarını anlatıyordu. Bu kitabında ise uygarlığın çöküşünden sonra hayatta kalmış ve doğmuş mağara insanlarının yaşamlarını anlatmış. İki kitabı yakın zamanlarda üstelik geçmiş ve gelecek kronolojisi devam edecek şekilde okumuş olmam da benim için güzel bir tesadüf oldu. Jack London'un biyografisini okuduğumda kendisinin küçük yaşlardan beri okumaya meraklı olduğunu ve özellikle de Darwin ve Nietzsche gibi yazarların fikirlerinden etkilendiğini öğrendim. Gerçekten de şu ana kadar okuduğum kitaplarında hep bir evrimsel süreç mekanizmasının kurguların temelinde yer aldığını fark ettim.
Güçlü olanın hayatta kaldığı bir dünyanın en temel kuralı olan doğal seçilim terimini yazar kurgularının odak noktası yapıyor gibi görünüyor. Bu durum; çabalayarak yükselen karakterin girdiği yeni ortama adapte sürecini de içerisinde taşıyan kurgusu Martin Eden'de de böyleydi, bilmediği sert bir coğrafyanın iklimine adapte olmaya çalışan bir köpeğin yaşadıklarını anlatan Vahşetin Çağrısı'nda da. Adem'den Önce ve Kızıl Veba isimli kitapları zaten direkt doğal seçilim, evrim, adaptasyon gibi kavramları merkeze alarak oluşturulmuş kurgular. Özellikle de bu iki kitabında yazar, dil kavramı ve becerisi üzerinde duruyor. Uygarlık ile dil gelişimi ve dil gelişimi ile düşünce gelişimi arasındaki doğru orantıyı kurgularının içerisine yediriyor. Özellikle de yeni dünyanın çocuk ve gençlerinin tek heceli sözcüklerden oluşan kendilerine has dillerinin olduğu kısımları okumak manidardı benim için. Ben de yeni bir dünyanın genci olsam da, sosyal medya dili diyebileceğim z kuşağı dilini tam olarak anlayamıyorum.
Bu yüzyılda doğan ve doğacak çocuklar artık yeni bir kültürün içine doğacaklar. Bu geçmişte de böyleydi ve gelecekte de böyle olacak bir düzen bunun farkındayım ve geçmiş savunucusu hiçbir zaman da olmadım. Her çağın kendine has nimetleri olduğu gibi, eksi yanları da var. Bu çağın eksi yanı ise uyuşmak. Yazar kitabında somut, baya baya mikroplarla yayılan bir hastalığı tarif ediyor. Ama bu kurgusal hastalığın semptomlarını düşündüğümde günümüzde bu hastalığı mecazi olarak yaşadığımızı görüyorum. Tüm bedenin gittikçe uyuşması, hissizleşmesi ve bu uyuşukluğun son raddede kalbe ulaşarak kişiyi öldürmesi... 21. yüzyıl insanı ruh vebasına yakalanmış gibi görünüyor, sence de öyle değil mi? :)
Bu noktada sizlere bir şeyi itiraf edeceğim. Galiba biraz aşık oldum. Hayır, bir karaktere değil; direkt Jack London'a ahahahah. Müthiş bir adam gerçekten. Hayatıyla ilgili bilgi edindikçe bu hayranlığım daha da arttı. 2025 yılında onun okuyabildiğim kadar çok kitabını okumak istiyorum. Otobiyografik özellikler taşıyan kurgusu Martin Eden'i de bir kez daha okumak istiyorum (çünkü bundan yaklaşık 7 yıl önce falan okumuştum, unuttum). Beni en çok üzen durum ise yazarın henüz 40 yaşında hayata veda etmesi. Ah, biraz daha yaşasaydı yazabileceği o müthiş kurguları düşününce içimde ağlama isteği oluşuyor... :(
Özetle, kitabı beğendim. Kısa, akıcı ve ilgi çekici bir kitap. Ayrıca kitabın son sayfalarında çevirmenin eklediği notlardan oluşan bilgilendirici bir kısım bulunuyor. Bu kısımda kurguda geçen bazı yerler, alıntılar ve fikirler hakkında yazarın hayatı ekseninde bilgiler verilmiş. Bu kısmı okumak da güzeldi.
Hoşça ve kitaplarla kalın.
ALINTILAR
''Geçici düzenler köpükler gibi uçar gider.'' (Sayfa 10)
''İnsanoğlu uygarlık yolundaki kanlı ilerleyişine başlamadan önce, ilkelliğin karanlığına giderek daha çok batmaya mahkumdur.'' (Sayfa 13)
''Tek heceli sözcüklerle, ağızdan düzensiz olarak çıkıveren cümlelerle konuşuyor, sanki konuşmaktan çok kelimeye benzer seslerle birbirlerine meramlarını aktarıyorlardı.'' (Sayfa 13)
''Hava taşıtlarıyla kaçan zenginlerden bahsetmiştim size. Uçtukları her yere mikrop taşıdılar ve nereye kaçarsa kaçsınlar, öldüler.'' (Sayfa 31)
''Uygarlık çöküyor ve artık herkes kendisi için yaşıyordu.'' (Sayfa 34)
''İnsan eskiden beri metafizik bir kavram olarak mutlak adalete inanır ama anlaşılan o ki evrende adalet diye bir şey yoktur. Haktan, adaletten anlamayan, doğada kara bir leke gibi duran, gaddar, insafsız, düzenbaz bir vahşi olan o adam neden hayatta kalmıştı?'' (Sayfa 49)
''Yine de salgın içeri sızarak kulübelerindeki nöbetçileri, görev başındaki uşakları ve bütün hizmetliler ordusunu silip süpürdü. Bir oradan kaçanlar kurtulmuştu, onlar da gittikleri yerlerde öldüler. Vesta böylece mezara dönüşen o koca sarayda kendini tek başına buldu.'' (Sayfa 50)
''Ah benim sevgili torunlarım, bilemezsiniz. Zaten böyle davranışlar dışında bir şey görmemiş olan siz bunu anlayamazsınız.'' (Sayfa 53)
''Toprağıyla, deniziyle, göğüyle bütün gezegene hakim olan, kendisini tanrı yerine koyan bizler, şimdi California denen şu memleketteki su boylarında ilkel bir yabanilik içinde yaşayıp gidiyoruz.'' (Sayfa 57)
''Keşke bir tanecik fizikçi ya da kimyacı sağ kalmış olsaydı... Olmadı işte, sonuçta bildiğimiz her şeyi unuttuk.'' (Sayfa 57)
''Barut tekrar gelecek. Bunu hiçbir şey engelleyemez. Aynı eski hikaye yeniden, yeniden yaşanacak. Sayısı artan insanlar savaşmaya başlayacaklar. Barut sayesinde insanlar milyonlarca insan öldürecek ve çok ileride bir gün yeni bir uygarlık, sadece bu yoldan, ateş ve kan üzerinden evrilecek. Peki bunun faydası ne? Eski uygarlıklar nasıl yıkıldıysa bu yeni uygarlık da geçip gidecek. O uygarlığı inşa etmek elli bin yıl alsa da geçip gidecek. Zaten her şey geçip gider. Geriye sadece kozmik güç ve madde kalır, onlar da ebediyen devam edecek, sonu gelmez bir akış içinde birbiriyle itişip çekişecek o ölümsüz tipleri ortaya çıkarır: rahibi, askeri ve kralı.'' (Sayfa 60)
''Mağaradaki kitapları yok etsem de aynı şey; kitaplar olsun veya olmasın, içlerindeki eski gerçekler tekrar keşfedilecek, eski yalanlar tekrar devreye girecek, orada yazılan yaşantılar tekrar yaşanıp sonraki kuşaklara aktarılacak. Ne faydası var?'' (Sayfa 60)
Not: Bu kitap yorumu yazısı reklam değildir, kitap önerisidir.
Yazarın Kızıl Veba ile Martin Eden kitaplarını okumuştum. Müthiş harika eserlerdir. Yorumlarınızda da size katılıyorum.
YanıtlaSilErken vefatı olmasaydı yazar kim bilir daha ne çok eserlere imza atacaktı.
Yalnız, Martin Eden intihar etmeyeydi, iyi olurdu. Kitabın sonu ağlatıyor insanı.
Harika anlatım ve paylaşımınıza teşekkür ediyorum.
Yukarıda mesela okuduğu yazarlardan etkilendiğini yazdım, o da var, ama yazarın kendisi de zor bir yaşama doğmuş zaten. Yani güçlü olması gereken bir yaşamı olmuş. Daha doğmadan evvel babası onu terk etmiş, annesi bebeği düşürmek için çok uğraşmış hatta intihara kalkışmış becerememiş. Demek ki yazarın doğması gerekiyormuş gerçekten, çünkü daha doğmadan evvel bile istenmemiş. Üvey babasıyla büyüse de çok iyi bir adam olduğunu söylüyormuş ama fakirlik içinde, daha çocuk yaştan beri yok pahasına çalışarak büyümüş. Sonradan yazarlıktan çok para kazanıyor ama o noktaya gelene kadar neler neler yaşıyor.
SilKüçükken bebek yüzlü ve çok kitap okuyor diye kabadayılar yazara sataşırmış. Onlara karşı hep cesurca karşılık vermiş, kendini savunmuş. Güçlü olmalısın, fikri buradan da geliyor muhtemelen. Yazarda biraz serserilik de var :) var olmasına var ama zor bir yaşamı olmuş.
Martin Eden için eleştirmenler en çok karakterin kısa zamanda kendini bu kadar geliştirmesine eleştiri getirmişler de yazar onlara ''Martin Eden benim'' diye karşılık vermiş :) Martin Eden'in ayrıntılarını unuttum ama etkilendiğim aklımda. Otobiyografik özellikleri olması kitabı daha da etkileyici yapıyor. Öte yandan yazar bir kez yazar olmadan evvel, bir kez de ölümüyle sonuçlanacak bir şekilde intihar etmiş (bildiğim kadarıyla). Martin'in intiharı da bu noktada üzücü bir hal alıyor...
Ayrıca hayvansever de birisi yazar, ki bunu kitaplarında da görmek mümkün. Müthiş bir yazar, iyi ki yaşamış ve yazmış da biz de okuyoruz gerçekten.
Yorumunuz için de teşekkür ederim. :)
bu kitabını okumamışım yaaa ama okurum tabisi. eh aşık oluncak yazar ve insan tabisi. california da teknesi varmış halen duruyormuş limanda ve kitaplarını yazdığı kulübesi de hemen sahilde tekne ile kulübe yanyana imiş :) çok yönlü yazar işte, demir ökçe, martin eden bir tarafta vahşi doğa, buz, köpek bir tarafta ve gezginlik diğer yanda :)
YanıtlaSilEvet evet çok yönlü birisi. Hem çok gezmiş, hem çok okumuş :)
Sil