Kendimi neden uçak modunda hissettiğimi bugün buldum. İşte malum, arayarak bulamazsın ama bulanlar arayanlardır.
Önceden çok fotoğraf çekerdim. Çünkü çok üretkendim. Bir varlığı veya olguyu başka açılarıyla tercüme edebilme yetim şimdikinden daha güçlüydü. Ne mi demek istiyorum? Yani ilham perilerim cırcır cırcır etrafımda koşardı, bunu. Fotoğraf çekmeyi de bu yüzden çok severdim. Çünkü fotoğraf çekmek benim için, görünen bir şeyi gördüğüm bir şey olarak ''tercüme edebilmemin'' bir yoluydu. İşte, benim için bunun adı sanattır. İnsanın içindeki yoğun hissi tercüme ettiği ürünler. Mesela geçen Ağaç Ev'de bunu tartışmıştım. O yazımı yayından kaldırdım çünkü bir şeyin ateşli savunucusu olduğumda çok konuşuyorum (ve yazıyorum) ve asıl mesele konuşmalarımın (ve yazılarımın) altında kalıyor.
Bugün, bunu fark ettim işte. Kendimi neden uçak modunda hissettiğimi. Önceden çok fotoğraf çektiğimi. Çok daha üretken olduğumu. His tercümesinde prof. olduğumu (erasmusa neptün'e geldim veya neptün'den bilemiyorum). İlham perilerine kendimi daha çok sevdirebildiğimi. Daha çok heyecan duyabildiğimi. Ve en önemlisi, bütün bu faso fisonun benim için neden önemli olduğunu. Fark ettim. Bu farkındalık bana ne mi kazandırdı? Üç instagram gönderisi ahahahah. Şaka. Biraz ciddiyet! Bak şunu kazandırdı... (buna ayrı bir paragraf açmalıyım).
Bu yıl çok fazla yazı yazmamın sebebi içimde birikenleri akıtma ihtiyacımdan kaynaklıydı. Ne zaman yazmayacağım desem o gece üç yazı yazdım (üç de keramet mi var ne, ürperdim). İnsan, kendine direndiğinde ters tepkide bulunma ihtimali artıyor. En azından benim için durum böyle. Bu işin ucu biraz pembe fili düşünme mevzusuna da varıyor. Yani istemediğin şeyin burnunun dibinde buluyorsun kendini. Evet, istemediğin şey burnunun dibinde bitmiyor aslında. Sen istemediğin şeye kendi ayağınla gidiyorsun. Kendini o kadar kasıyor ve kendine sırt dönüyorsun ki, işte böyle oluyor. Diyorum kendime. Bu noktada içimdekileri bir yere akıtmak bana alan açıyor. Evet, bana. İçimdekileri bir yere akıtmak, kendi içimde kendime yer açıyor. Yoksa o kadar çok öteberi doldurmuş oluyorum ki içime, bana yer kalmıyor.
Yanlış olmasın, incik cincik boncukları severim ben. Kendi içinde düzeni olan dağınıklıkları da. Ama o dağınıklığı ben oluşturmalıyım. Bana ait olmalı. Yoksa düzenli olmaz. Anlıyor musun? Dağınıklığımın hakimiyetinin benim elimde olmasına ben düzen diyorum. Bu sağlanamadığında panikliyorum. Kontrolümü kaybettiğimi hissediyorum. Sanıyorum ki bu bana özel bir durum da değil. Ama çok sevdiğim ve önceden sıkça hem kendime hem eski bloğumun sakinlerime söylediğim bir cümle vardı: ''Ben yalnızca kendimi bilebilirim ve benim bildiklerime göre...'' Tabi ki başkalarının bildiklerini içimizde düzenleyerek kendi bildiklerimizi oluşturuyoruz. Ama işin sonunda kendi bildiklerimiz olmalı, yoksa ben kendimi güvende hissetmiyorum. Sanırım buna önem veren pek yok. İşler böyle de yürümüyor ama artık bununla da ilgilenmiyorum. Bence hayat bunlarla ilgilenmek için fazla kısa ve güzel. Bunu idrak ediyorum.
Geçen yılın aralık ayında Hediye başlıklı bir yazı yazmıştım. O yazıda ne yazmıştım inan hatırlamıyorum. Bu nedenle blog yazıyorum biliyor musun, hatırlamamak için ahahahah. Yani, yazınca içimden çıkıyor ve o düşünceleri düşünmüyorum; artık onları biliyorum. O yazıda ne yazdığım hakkında fikrim yok ama ne yazmış olabileceğimi biliyorum. Hediye derken, kendimi kendime hediye etmeyi kastetmiştim. Daha iyi bir versiyonum olma meselesi. Tabii bunu süzdüre uzata anlatmışımdır kesin. Benim dilim de böyle işte ne yaparsın? Bence kelimeler de bu yüzden bu kadar çok. Kelimelerin çokluğundan şikayet eden bir sürü film karakteri var ve bir sürü Dünya karakteri. Oysa kelimelerin çok olmasının bir sebebi yok mu sence? Sonuçta hiçbir şey sebepsiz değildir.
Bence, hani kelimelerin çok fazla olmalarının sebebi (ki Türkçe bu konuda muazzam bir dil sondan eklemeli olduğu için)... Bize kaçma, bulma ve bulunma imkanı vermesi. Aynı anlamı tek bir kelimeyle de birçok kelimeyle de ifade edebilirsin. İfade becerisinin güzelliği ve etkililiği kelime sayısına bağlı değildir ama seçtiğin kelimelere bağlıdır. Bazı yazarlar kendilerine yeni bir dil alanı yaratırlar. Ben o yazarlara hayran olurum. Dünyanın en sıradan şeyini bile anlatsa bu yazarlar, öyle kendi dillerinden anlatırlar ki, vaov olurum. Vaov olmak? Bak heyecanımı sana çoğunluğun belki tasvip etmeyeceği ama herkesin anlayabileceği (gıcıklık yapmayan biri pek tabii kolaylıkla anlar) şekilde anlattım. Öte yandan ne demiş Wittgenstein, ''dilimin sınırları dünyamın sınırlarıdır.'' İşte! Benim bahsettiğim ''kaçma, bulma ve bulunma alanı'' da budur. Düşünceler. Sözcüklerin ve sözcüklerinin zenginliği sana aslında koca bir dünya verir. Kendi dünyanı. Ve bence bu, hayranlık duyulası bir keşif sahası. Bu nedenle edebiyata aşığım!
Ha... Aşk dedim, iyi dedim. Bunu düşündüm işte bugün. İçimde çok fazla aşk olduğunu. Bunu dışarı atamadığımda çatladığımı patladığımı. İnsanlar aşk deyince tek tip şeyler anlıyorlar sanırım. Onu da yarım yamalak anlıyorlar (yine konuştu yargılayıcı yanım, napim?). Oysa aşk, senden senin tercüme alanına taşan her şeydir (bana göre). Bunu biriyle paylaşabildiğinde ve diğer biyolojik tepkimeler olduğunda ise ortağını bulmuş olursun ve çoğu kişi aşk deyince de bu özelleştirilmiş anlamı ifade ediyor (sanki sanki, tabe ben ne bilcem). Tabii benim kadar uzatarak değil ahahahah. Sanırım her şeyi derin düşünüyorum. Ama ben hiçbir şeye beş dakikadan fazla dikkat veremem aslında, bana inan. Böyle gereksiz şeyleri ışık hızında düşünürüm ve buradan Neptün'e yol olur ahahah. Neyse, ben ve garip kelime oyunlarım (mazur gör veya görme sen bilirsin).
Çok yakın arkadaşlarımın hepsi bu konuda benimle zıt görüşteydi. Onlara göre çok sevdiğin şeyler, kaçma alanın olmalıydı. Hobi gibi. Öbür türlü, o çok sevdikleri şey zorunluluk olacağından olsa gerek, ondan soğuyacaklarını düşünürlermiş(ti). Bense (belki çocuksu ve neptünsü (hayalci ve dünyalısız) bir bakış açısıyla) bunun tam tersini düşünürdüm. Bir şeyin iliğini sömürmeli gibi yani (hey kaptan bizim kaptan!). Bir şeyi seviyorsam her yerde olsun. O şeye kendimi adayayım ve büyüüük şeyler yapayım, gibi. Tutku, benim en değer verdiğim şey. Tabii genelin anladığı tutku nedense negatif anlamlı bir sözcük gibi. Oysa ben, gözlerini parlatan ve kendini neptünde gibi hissettiren heyecanları kastediyorum. Hani kelimenin ilk ve direkt halini, kastediyorum (her şeye de çok anlam yüklememek lazım, hah). E sen hep çocuk kalmak istiyorsun mu o zaman? Pitııırr (Pan olan) neredesin dostum, gel uçalım?.. Şaka, gelme. Ben uçamam uçamam uçamam her yolu denemedim uçamammm kalbimin ortasına bıraktın peri tozunu uçamammmmm (yoksa Tinkır Beell kızar, neme lazım). Ahahhaha, bu yazıyı çok sevdim galiba sabaha kadar yazabilirim ama sadede geleyim. Ne diyeceğim ben de meraklandım.
Yani diyorum ki... Sevdiğimiz şeyleri yapmak için bahaneler üretmek saçmalık (günaydın ahahah, bazen bende geç düşüyor ondan hep). Ben, özellikle de bir yılın sonuna hazır gelmişken (çünkü bir yıl kolay yetişmiyor), kendime bir sonraki yıla kadar bir hediye daha verme sözü vermek istiyorum. 2025'in sonuna kadar hayatımda neler olur acaba bu sözün etkisiyle, ay (ve yıldızlar ve gezegenler) meraklandım! O söz de şu... Yani hediye de şu! Yapmak. Sadece yap İlkay, söyleme yap!
Sen 2025'in sonuna kadar kendine ne hediye vermek istiyorsun okurcuğum (hala burayı ve beni terk etmediysen diyorum yani)?
the end. ve dip bilgi notu. bu kız da böyle konudan konuya atlıyor diyebilirsin. ve evet haklısın, atlıyorum. hayır, marsu pilami süper kız değilim. ama istediğimde konudan konuda da kalabilirim. sadece, bu blogda konudan konuya uçmak hoşuma gidiyor ve aksini yapmak için çaba sarf etmem gerekiyor. hep diyorum, bloğumun adını neptünlü koydum diye bunlar hep (öyle miymiş). çünkü hani şey, neptün'de hiç katı yüzey yok. işte benim yazılarım da böyle. sıvı ve gaz. yaaaa.
:)
bir şeyler dinlemek için tıklayabilirsiniz.
2025'te pek çok şeye boşverip bolca gezebilmek istiyorum
YanıtlaSilUmarım gerçekleştirirsiniz de :)
Sil"....Çünkü bir şeyin ateşli savunucusu olduğumda çok konuşuyorum ve asıl mesele konuşmalarımın altında kalıyor." Ay bu ben! Bayıldım bu tespite. Özellikle kocamla bir meseleyi tartışırken kısa kesmeyi öğrendim, çünkü bir noktadan sonra adam beni dinle(ye)miyor. :))) Ve 2025 için kendine verdiğin hediye harika. İlham verdin canım İlkay :)
YanıtlaSilBir de bir konuda kendimden eminsem haklı çıkmaya çok odaklanıyorum ben. Yani mevzu haklılık veya tersi bir şey olmasa bile ben haklıyım! 'a kitleniyorum ve içime bir şey kaçıyor, karşı taraf bana da yetişemiyor kopuyor bir yerlerde :) Yaaa buna çok sevindim işte <33
Sil