19 Aralık 2024 Perşembe

Sarı Duvar Kağıdı (Charlotte Perkins Gilman) | Kitap Yorumu

Yazar: Charlotte Perkins Gilman, Çevirmen: Sevda Deniz Karali,
Yayınevi: İthaki Yayınları

Kitap dört öyküden oluşuyor. Bu öyküler sırasıyla; Sarı Duvar Kağıdı, Ben Cadıyken, Büyük Morsalkım, Sallanan Sandalye. Öykülerin genelinde karanlık ve gotik bir tema ve korku unsurları hakim. Bu öykülerde ana karakter olarak karşımıza kadınlar çıkıyor. Bu kadınlar farklı yaşamlara ve kişiliklere sahip kadınlar ancak hepsinin ortak noktası olarak hapsedilme unsurunun ön planda olduğunu görüyoruz.

Kitaba da ismini veren Sarı Duvar Kağıdı isimli öyküde tatile çıkmış ve kiralık bir konakta konaklayan evli bir çiftin öyküsü anlatılıyor. Öykünün anlatıcısı olan kadın karakter depresyonda olmasına karşın, depresyonu sinir bozukluğudur gibi üstünkörü bir teşhisle önemsenmiyor. Ana karakter yazmayı, düşünmeyi seven birisi ancak tam da bu sevdiği eylemler nedeniyle kendini kötü hissettiği söyleniyor ve yazması ona yasaklanıyor. Bu kadın karakter ile kitabın yazarı Charlotte Perkins Gilman arasında benzerlikler bulmak mümkün. 

Kitabın girişinde önsöz formunda yer alan ve yazarın kaleminden çıkmış 1913 tarihli Sarı Duvar Kağıdı'nı Neden Yazdım? başlıklı yazıda da yazar bu öyküsündeki ana karakterin yaşadığına benzer bir depresyon sürecinden geçtiğini ve ona ''dinlenmek'' yerine, ''çalışmanın'' iyi geldiğini ifade ediyor. Öyküde yer alan kadın karakter aslında iyi huylu ve ortalama üstü geliri olan bir eşe sahip. Oysa ana karakterin ''sahip olmak'' istediği şey bu değil. Ana karakter kiraladıkları bu konakta yatak odası olarak kullandıkları odanın dökülmüş sarı duvar kağıdında hareket eden çeşitli şekiller görüyor. Bu şekillerde parmaklıklar ardından çıkmaya çalışan bir kadın görüntüsü olduğunu ifade ediyor. 

Bu karakterin direnişi ve özgürlüğünü eline almaya karşı duyduğu istek daha pasif bir şekilde ilerliyor diyebilirim. Karakterin eylemlerini açık bir şekilde görmediğimiz gibi, düşüncelerinde de bastırılmış bir başkaldırı göze çarpıyor. Ana karakterin depresyonunun sebebi, hayatındaki en küçük bir durumda bile kendi kararını alamayışı. Kendi sağlığı söz konusu olduğunda bile başka herkesin ''onun iyiliği için'' fikri var. Ancak ana karakterin istediği ''iyi olma hali'' bu değil. O, kendi iyiliğini istiyor; başkasının onun için düşündüğü iyiliği değil.

Bu öyküde üstünde durmaya değer bulduğum bir diğer nokta ise ana karakterin kendi içinde verdiği savaş. Sarı duvar kağıdı başlangıçta onu fazlasıyla rahatsız ediyor, hatta o odada durmak istemiyor. Ancak sonraları bu hapsedilmiş kadın şeklinin hikayesini çözmek için karşı konulmaz bir merak duymaya başlıyor. Bu merak onu bağımsızlık isteğine götürecek yolun da başlangıcı. Evet, ana karakter henüz bağımsız olma yoluna bile çıkmıyor aslında. Onun için ilk adım, bağımsız olma isteği. Sarı duvar kağıdının şekillerini gün ışığında değil de ay ışığında daha net görebilmesi ise başka bir ayrıntı. Gece olup da dikkatini dağıtacak her şey ortadan çekildiğinde kendi hisleriyle yüzleşme fırsatı buluyor ana karakter. 

Ben Cadıyken isimli ikinci öyküde de karşımıza anlatıcı olarak bir kadın karakter çıkıyor ve bir dilek dilemesiyle başlayan yaşadığı fantastik olayları anlatıyor. Burada da yine bastırılmış, sindirilmiş ve aslında bunu kabullenmiş kadın karakterlerin sesi olan ve sistemdeki yanlışları bir cadı edasıyla dile getiren bir kadının yaşadıklarını okuyoruz. Tarihte cadılardan neden sadece kadın olarak bahsedilmiştir? Çünkü kadınların gücü, baskı ve kurnazlık yoluyla güç elde eden diğerlerini korkutmuştur da ondan. Bu nedenle bu kadınlar cadı damgası yiyip taşlanmışlar, ötekileştirilmişler ve bir başınalığa terk edilmişlerdir (tabii eğer o kadar şanslılarsa!). 

Cadıların büyülü güçleri olduğu ve bazı olağanüstü değişiklikler yapabildikleri de rivayet edilir. Bu öykünün cadısı da bazı sihirli güçlere sahip oluyor. Bunun adı, istek. Öfkeyle dilekler diliyor bu cadı. Zulmedenlerin, hak yiyenlerin ve kandıranların ilahi adaletlerini bulmalarını diliyor. Kendi gücünün farkına çok geç varan bu ana karakter, son olarak bir şey daha diliyor: Diğer kadınların da güçlerini fark etmelerini! Ancak bir insanın iradesine giremez, onu kendi istemedikçe değiştiremezsin. Bu noktada bu öykünün benim gözümde en dikkate değer yanı göze çarpıyor. 

Kadınların bastırıldığı, sindirildiği ifade ediliyor. Peki bu bastırılan, sindirilen kadınlar bunun farkında mı veya buna dur demek istiyorlar mı gerçekten? Bastırılma, sindirilme deyince de çok dar bir pencereden bakıyoruz. Bu öyküde ise benim en hoşuma giden yan, bu pencerenin ortadan kaldırılması. Bastırılan kadın deyince sadece eve tıkılan, fiziksel şiddete maruz kalan veya kültürsüz vs kadınlar aklımıza gelmemeli. Evet o da var; bu sorunun temeli zaten psikolojik manipülasyon. Manipülasyonun ise türlü çeşitli yolları bulunuyor. Bunlardan biri de o kadına pek çok şey verip (Sarı Duvar Kağıdı isimli öyküde de bunu görmüştük) özgürlüğünü almak. 

Burada kastedilen ''özgürlük'' aslında kişinin ''benliğini'' çalmak, el koymak. Kadınların benliklerini istedikleri gibi şekillendiren otoriteler mevcut. Üstelik bu öyle bir alışkanlığa dönüşmüş durumda ki, manipüle edildiğimizi bile bazen anlamayabiliriz. Kişi kendi içinde mutlu ve huzurluysa durum değişir ancak manipüle edilmiş olduğu gerçeği değişmez. Bu öyküde de bakımlı, zengin ve havalı kadınların da aslında bu bahsettiğim manipülasyona uğramış olabilecekleri ve seslerinin bu şekilde alınabileceği, baskının baskı dediğimizde akla gelmeyen anlamıyla da yapılabileceği, ifade ediliyor. 

Özgürlüğün geniş bir tanım aralığına sahip olduğunu ancak özünde benlik gibi başka bir kavrama dayanarak sorgulamasının yapılabileceğini düşünüyorum. Ben ne kadar cadıyım veya ben cadı olmayı göze alabilir miyim sorusu bu noktada önemli diye düşünüyorum; özellikle de bu öyküyü okuduktan sonra. Öykünün ana fikrini sevmekle birlikte, karakteri için aynı şeyleri söyleyemeyeceğim. Zalim ve bencil bir karakterdi çünkü (bazı istekleri hoş değildi). Keşke bu kurgu ve karakter daha farklı oluşturulsaydı. O zaman gerçekten güçlü bir öykü olacağını düşünüyorum. Bu haliyle öykü vermek istediği mesaj ile çelişkiye düşüyor bence ya da tam olarak vermek istediği mesaj bu; emin değilim. Gücü eline geçiren onu kendi bencil istekleri için de kullanır mı? Eleştirdiği durumları, belki ''iyi niyetle'' belki değil, kendisi de yapar mı? Bunu sorgulamamı da sağladı.

Büyük Morsalkım isimli öyküde ise yine olağanüstü özelliklere sahip eski bir konağa tatil için yerleşen (bu sefer) iki çiftin yaşadıkları anlatılıyor. Bu konağın geçmişinde de bir kadın karakter bizleri karşılıyor. Zaten ''perili'' bir konağın geçmişinde mutlaka acı çeken insanlar olur, değil mi? Bu konağın geçmişinde de acı çeken genç bir kadın var. Bu kadın toplumun ve ailesinin genel kabullerine uymadığı için bebeğinden ayrılıyor, hapsediliyor ve perili bir konağın acı çeken ruhu oluyor. Acı çeken bir ruh, özgürlüğü alınmış bir ruhtur. Bu öykü aslında kitaptaki en basit öyküydü diyebilirim. Hatta öyküyü ilk okuduğumda bana çok alelade gelmişti. Oysa üstüne düşündüğümde beni en çok üzen öykünün Büyük Morsalkım olduğunu fark ettim. Bazı acılar köklü bir bitki gibi derinlere uzanıyor. Bu öyküde de bir kadının huzur bulmayan ruhunun öyküsünü okuyoruz.

Sallanan Sandalye isimli öykü ise kitaptaki en akıcı ve merak unsurunun ön planda olduğunu düşündüğüm öyküydü diyebilirim. Bu öyküde genç iki gazeteci arkadaşın taşındıkları kiralık odada yaşadıklarını okuyoruz. Bu odada sallanan, rahat ve eski bir sandalye var. Bu sandalyeyi evin dışarısından pencereden izlediklerinde güzel sarı saçlı genç bir kızın sandalyede sallandığını görüyorlar. İki delikanlı bu kızdan resmen büyüleniyor ancak kızı sadece evin dışından pencere aracılığıyla görüyorlar. Kıza asla ulaşamıyorlar ve bu imkansızlık iki genci önce birbirine düşman ediyor, sonra da akıllarını başlarından alıyor. 

Bu öyküde diğer öykülerden farklı olarak anlatıcımız bir erkek karakter. Öykünün ana karakteri olarak bu erkek karakteri veya iki erkek karakteri düşünebiliriz ilk etapta. Ancak ben bu öyküde de, her ne kadar anlatıcısı olmasa da, ana karakterin bir kadın karakter olduğunu düşünüyorum. Öykü boyunca bizim de hakkında iki delikanlının bildiğinden fazlasını öğrenemediğimiz genç kızın aslında olayların tam merkezinde yer alarak ana karakter olarak karşımıza çıktığını düşünüyorum. Çünkü zaten diğer iki karakter de çok geçmeden bu kadın karakter yörüngesinde hareket etmeye, onun bir parçası olarak var olmaya başlıyorlar. Bu bakımdan burada genel kabulde ''güçlü'' kabul edilen bir kadın karakterden söz edebilir miyiz? Hayır. Çünkü bu, edilgen bir güç. Bu kadın karakter de kendi gücünü ancak erkek karakterler üzerinden diğerlerine gösteriyor. Oysa buna ihtiyacı yok. Çünkü zaten kendi başına ''büyüleyici'' bir karakter. Onu ''büyüleyici'' bulan seyirciler var diye büyüleyici değil yani; zaten ''öyle'', zaten kendisi olarak güçlü.

Açıkçası yorum yazısı yazmaya başlamadan evvel kısa bir yazı yazacağımı düşünmüştüm ancak yazmaya başlayınca düşüncelerimin sandığımdan çok daha fazla olduklarını fark ettim. Bu durum beni de şaşırttı diyebilirim. Bu yılın başında Charlotte Perkins Gilman'dan Kadınlar Ülkesi (yorum yazısına gitmek için tıklayabilirsin) isimli kitabı okumuş, çok beğenmiştim. Yazar feminist bir yazar ve yaşadığı ve düşüncelerini açıkça yazdığı yılları (1900'ler civarı) göz önünde bulundurduğumuzda cesareti, dirayeti ve çabası takdire şayan. Onun bir asrı aşkın bir zaman önce kaleme aldığı sorunları biz hala yaşıyoruz ve bu durum insanı düşüncelere sürüklüyor...  Bu öykü kitabında dile getirdikleri de üzerinde durmaya değer. Bende kesinlikle yeni pencereler açtı da diyebilirim. Ancak buna karşın kitabın anlatımının daha etkili olabileceğini de düşünüyorum. Kaldı ki yazarın bunu yapabildiğini Kadınlar Ülkesi kitabında da görüyoruz.

Sarı Duvar Kağıdı içerik olarak başarılı, anlatım olarak yetersiz bulduğum bir kitap oldu. Anlatımın kapalı ve mecazlarla dolu oluşu ise yazarın dile getirmeye çalıştığı mesajlara her okurun ulaşmasını zorlaştırabilir diye düşünüyorum. Yine de genel olarak beğendiğim ve çağına göre fazlasıyla yenilikçi bulduğum bir kitap oldu.

Hoşça ve kitaplarla kalın.


ALINTILAR

''...her insanın hayatında olan, içinde neşeyi de gelişimi de hizmeti de barındıran, yokluğunda insanı bir yoksula, bir parazite dönüştüren çalışmaya döndüm ve nihayetinde gücümün bir kısmını geri kazandım.'' (Sayfa 8 - Sarı Duvar Kâğıdı'nı Neden Yazdım?)


''Yalnızca yalnızken ağlıyorum.'' (Sayfa 17 - Sarı Duvar Kağıdı)


''Duvar kağıdına rağmen bu odayı iyice sevmeye başladım. Belki de duvar kağıdı yüzünden seviyorumdur.'' (Sayfa 17 - Sarı Duvar Kağıdı)


''Ama neler hissettiğimi ve düşündüğümü bir şekilde belirtmeliyim; çünkü bu öylesine rahatlatıyor ki beni.'' (Sayfa 18 - Sarı Duvar Kağıdı)


''Geceleri hangi ışıkta olursa olsun, ister alacakaranlıkta ister mum ışığında ister lamba ışığında, en kötüsü de ay ışığında bu duvar kağıdı parmaklıklara dönüşüyor! Dış deseni diyorum yani, arkadaki kadınsa olabildiğince belirgin görünmeye başlıyor.'' (Sayfa 22 - Sarı Duvar Kağıdı)


''Günışığında uslu, sessiz sakin duruyor. Sanırım onu bu kadar sakin tutan şey o desen.'' (Sayfa 22 - Sarı Duvar Kağıdı)


"Keşke," dedim usulca ama bütün kalbimle, "keşke bir ata vuran, gereksiz yere bir atın canını yakan insanlar çekse o acıyı atların yerine!" (Sayfa 32 - Ben Cadıyken)


''Kendimizi kanıtlamakla meşguldük. Şimdilik işler çok yavaş ilerliyordu, ayrıca hiç zevk almıyorduk ve doğru düzgün para da kazanamıyorduk...'' (Sayfa 56 - Sallanan Sandalye)



Not: Bu kitap yorumu yazısı reklam değildir, kitap önerisidir.



12 yorum:

  1. duydum ama okumadım ama okuycam tabisi :) belki çeviri de yetersizdir :) ama konular çok iyi sahiden de :) sen de kitapların ruhunu iyi veriyorsun, bu konuda da galiba ilerliyorsun gittikçe :) öznel nesnel karışımı :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Kitabı okumak kadar o kitap hakkında yazmak da çok mühim. Bunu aslında eğitimciler ve bu alanda çalışma yapanlar da hep söyler. Yazmak güçlü bir beceri alanı. İnsan yazarak düşüncelerini geliştirebilir büyük oranda. Benim en büyük iyi ki'lerimden birisi de çok küçük yaşlardan beri pek çok şey yazmam. Blog yazmazdan önce (ortaokulda) kitap günlüğü tutmaya başlamıştım. Yıllarca da bunu yaptım (blog açtıktan sonra bile). Sonra normal günlük çok yazdım. O günlüğe akla gelebilecek her şeyi yazardım. Böylece düşünce oluşturmayı öğrendim (ki bu beni depresif yaptı küçük yaşta ahahha :). Sonra tabi en favorim blog. Lisenin ilk yılından beri hep ara vermeden yazdım (on yıl dile kolay). Bu benim için bir başarı bu arada. Çünkü hayatımda hiçbir şeyi bu kadar uzun süreli ve ara vermeden şevkle yapmadım ben. Velhasıl kelam, yaza yaza yazarak düşünce üretmekte geliştim. Bunu herkes de yapabilir ve yazan kişiler (sen de) ne dediğimi yaşayarak deneyimlemişsinizdir zaten. Ben mesela bir kitabı sadece okuyunca onun hakkında ne düşündüğümü tam anlayamam. Yazmam lazım. Hatta konuşmam da lazım da konuşacak insan bulmakta hep zorlanmışımdır. :)

      Sil
  2. https://www.konumuzkitap.com/2024/12/2024-turkiye-kitap-okuma-istatistikleri-aciklandi.html

    ilgini çeker :) spama da bakıver :) bir dee, ders çalışırken yani günlük saatlik programlar yapıp öyle çalışabilirsin :)

    YanıtlaSil
  3. Merhaba İlkay Hanım...
    Harika anlatımınızla güzel bir kitaba benziyor. Yazarı bilmiyordum. Bakacağım kitaplarına.
    Okuyan gözlerinize sağlık olsun. Kıymetli paylaşımınıza teşekkür ediyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben teşekkür ederim güzel yorumunuz için. :) Yazarın bu kitabındaki öyküler gerçekten farklı ve özgündü. Ancak Kadınlar Ülkesi isimli kitabını daha çok beğenmiştim diyebilirim.

      Sil
  4. Konular güzel tabii ama benim sinirimi bozan cinsten :D Daha bugün talibanla ilgili bir yazı okuyup senin dediğin kadınların itaatkarlığı ve bireyselciliği ile ilgili büyük bir sorgulama yaptım, yapmaz olaydım. Kendimle bile kavga ediyor, sinirleniyorum bu konularda hahah... Cadılar falan çok etkileniyorum ben, yani geçmişten bugüne kadınların üzerindeki baskılar filan düşününce beynim atıyor benim, sanırım okumam ama senin incelemen 10/10 olmuş. Harikasın! :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet evet sinir bozucu yanı da var. Kitapta tabii mecazlı anlatılmış ama bu tip konuları düşünmek beni de sinirlendiriyor. Zaten kitabı anlatırken de bu yüzden coşmuşum paragraflar döşemişim. :) Cadılar beni de etkiliyor :) Yani tarihte, malesef hangi yüzyılda olunursa olunsun, kadınlar hep hedefteymiş. Çok üzücü bir sürü olay var. Hala daha. Özellikle de bazı coğrafyalar bu konuda aşırı şanssız. Kadınlar, çocuklar güzel bir yaşam, belki de sadece yaşam, için hep mücadele etmek zorundalar...
      Teşekkür ederim yorumun için. :)

      Sil
  5. Siteniz Google'da indexlenmiyor. Neden acaba merak ettim?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Muhtemelen kullandığınız Blogger temasından kaynaklanıyor.

      Sil
    2. Hiç bilmiyorum dediğim gibi

      Sil

Diğer yazılarıma da göz atabilirsiniz.