Yazar: Jack London, Çevirmen: Pınar Kür, Yayınevi: Can Yayınları |
Kitap, rüyalarında Paleolitik (Eski\ Kaba Taş) Devri'nde yaşadığını gören bir adamın anlattıklarından oluşuyor. Bu anlatılar, bin yıllar öncesinde yaşamış bir bilincin bıraktığı genetik mirasın biraz da fantastik unsurlarla birleştirilerek aktarımı denebilir. Ana karakter gündüzleri 21. yüzyılın normal yaşantısını yaşarken, geceleri ilk insanlardan olan bir adamın bedeninde, onun deyimiyle, Genç Dünya'da yaşıyor. Bu rüyalar o kadar canlı rüyalar ki ana karakter için, rüyasında deneyimlediği bilinci ikinci kişiliği olarak, yaşadığı ilginç deneyimi ise kişilik bölünmesi (ki bu ifadenin psikolojideki terimsel anlamını kullanmadığını ana karakter de söylüyor) olarak ifade ediyor.
Yazar Darwinci bir bakış açısından yola çıkarak insanoğlunun dünya üzerindeki evrimsel sürecini merkeze aldığı bir serüvene çıkarıyor hem ana karakterini, hem de biz okurlarını. Bu kitap uzun zamandır kitaplığımda, ondan da uzun zamandır aklımda olmasına rağmen okumayı ertelemiştim. Bunun sebebi kitabın dilinin karmaşık olacağını düşünmemdi. Nedendir bilinmez, böyle bir düşünce geliştirmişim kitaba karşı. Oysa kitabı okuma sürecim bu öndüşüncemin tam tersi şekilde, fazlasıyla akıcı bir şekilde gerçekleşti. Hatta kitabı elimden bırakamadım desem yeridir. Her detayı hem boşluk bırakmayacak ayrıntılarla örülmüş, hem de merakta bırakacak bir işleyişte ilerleyen bir kurguydu. Yazarın bu kurguyu yazarken evrim, genetik, biyoloji ve hatta psikoloji hakkında araştırma yapmış olduğunu düşünüyorum. Bu da kitaba olan hayranlığımı artırıyor. Be adam, diyorum sevgili Jack London'a, sen nerden buldun nerden düşündün böyle bir kurguyu pes! -ve şapka çıkarıyorum-.
Yazar sanki gerçekten de taş devrinde yaşamış veya ana karakter gibi rüyalarında ikinci bir hayat olarak taş çağındaki yaşamı deneyimlemiş gibi canlı betimlemelerde bulunmuştu. Kitabı okurken ben de bir okur olarak kendimi vahşi ormanlar, yırtıcı hayvanlar, Ateş Adamlar, Ağaç Adamlar ve nicesinin arasında buldum. Kitapta ifade edilen Ateş Adamlar'ın en gelişmiş insansı tür ve istilacı olarak ifade edilen Homo Sapiens, Ağaç Adamlar'ın en kaba ve gelişmemiş olan, ağaçlarda yaşayan ve işbirliğinden yoksun Homo Erectus (ki bundan emin değilim - sadece bir tahmin) ve kitabın ana karakteri de olan anlatıcının deneyimlediği bilincin türünün ise Neandertal olduğunu düşünüyorum.
Bu kavramları ilk kez üniversitede bir dersimde geçen dilin kökeni ve nasıl ortaya çıkabileceği konusu ve sorusu bağlamında araştırmıştım. Dil gelişimi gerçekten de beyin gelişimini ve hem bireysel hem de kolektif gelişimi etkileyen, hatta sıçrama yaptıran bir etken. Çünkü dil gelişimiyle birlikte iletişim doğmuş. İletişim ise işbirliğini, zaman kavramını ve düşünce üretimini oluşturmuş. Kitapta da kurgu içerisinde bunlara değiniliyor. Ayrıca satır aralarında modern insanın bin yıllar sonrasında bile hala beceremediği ve işine gelmediği için eksik kaldığı organize olmama, örgütlenmeme, haksızlığa ses çıkarmama, barbarlık, şiddet vb. gibi (malesef) koruduğu özellikleri eleştiriliyor.
Kitabı okurken üzerinde düşündüğüm bir diğer soru ise ''bilinç nedir'' sorusuydu. Ana karakter bir çeşit doğaüstü etkinin veya psikolojik bir sanrının etkisiyle bu rüyaları görmüyordu. Ana karakter çocukluğunun hatırlayabildiği en erken zamanından itibaren her gece rüyasında kendini başka bir bedenin içinde başkasının bilinciyle yaşadığını ifade ediyordu. Bu bilinç aktarımını reenkarnasyon kavramıyla da açıklamıyordu, ki bu noktada ''ruh göçü'' olarak da ifade edilen ve mistisizme kayan bir ''inanç'' olan reenkarnasyon terimi üzerinde de düşündüm. Yazarın ifade ettiği ikinci kişilik veya kişilik bölünmesi ifadeleri ise bu noktada devreye giriyor (bunları psikolojideki anlamıyla kullanmadığını söylemiştim). Ana karakter gerçekten de genlerine kodlanmış atasal anılarını hatırlıyor olamaz mı rüyalarında? Ana karaktere göre durum sahiden de böyle; ancak bu düşünce biçimi fantastik veya mistik sebepler bulmaktan daha çok heyecanlandırdı beni. Çünkü bilincin ne olduğu ve sınırları mevzusu bana tüm bunlardan çok daha güçlü, çok daha ilginç ve hatta çok daha fantastik geldi.
Beni etkileyen bir kitaptı. Kitabı okurken hem eş zamanlı olarak hem de bir kenara bıraktıktan sonra üstüne düşündüğüm çok şey oldu. Beni en çok etkileyen noktalardan biri ise henüz soyut düşünme becerisine sahip olmayan bu ilk insansı türlerin, doğal olarak, sadece somut etkilerden korkması ve ne kadar güç durumda olurlarsa olsunlar yaşama içgüdülerinin aşırı güçlü olmasıydı. Onların acıları yaralanma, düşme, açlık, soğuk vb. gibi nedenlerle oluşan somut acılardı. Oysa modern insanın acısı, acıdan ziyade bir çeşit ızdırap gibi görünüyor diye düşündüm. Bu insansılar gecenin içindeki avcılardan korkarlarken, biz insanlar gecenin bizdeki çağrışımlarından korkuyoruz. Onlar elleriyle tuttuklarıyla yetinirken, bizler sonrasını düşlüyoruz. Bizi geliştiren de bu; aynı zamanda bize ''ızdırap'' veren. Modern insanın hayata bağlılığı bu insansılarınki kadar güçlü değil, diye düşündüm kitabı okurken. Bizler acı çekiyoruz, çünkü var oluşu kaldıramıyoruz. Onlar acı çektiler, çünkü varlıkları kolayca hasar görüyordu.
Kitabın isminde geçen ''adem'' ise ''insan'' demek. Kitap, henüz insanın bildiğimiz haliyle var olmadığı bir çağı anlatıyor. Eğer ki evrim vs konularından tetikleniyorsanız kitap size göre olmayabilir. Ancak bunun dışında bu yıl okuduğum en ilginç kitaptı diyebilirim Adem'den Önce için.
Hoşça ve kitaplarla kalın.
ALINTILAR
''Bizler, düşüp de yere çarpmayan ağaçgezenlerin yeni kuşaklarıyız; onun için de düşlerimizde yere çarpmadan uyanırız.'' (Sayfa 18)
''İçgüdüler birer ırksal anıdır aslında.'' (Sayfa 20)
''Fiil çekimi diye bir şey yoktu. Geçmişten mi yoksa gelecekten mi bahsettiğimiz, ancak cümlenin genel anlamından çıkarılabilirdi. Konuşmalarımız hep somut şeyler üstüneydi, çünkü hep somut şeyler düşünürdük. Pandomim de geniş bir yer tutuyordu konuşmalarımızda. En basit bir soyutlama bile bizim düşünce yeteneğimizin ötesindeydi denilebilir; ayrıca herhangi bir soyutlamaya erişebilen biri çıktığında, bunu türdeşlerine anlatmakta binbir güçlük çekerdi. Düşündüğünü söyleyecek söz dağarcığına sahip değildi çünkü.'' (Sayfa 33)
''En yırtıcı avcı hayvanları bile öylesine deliye döndürüyorduk ki, bizi rahat bırakmak zorunda kalıyorlardı. Biz onlar gibi savaşçı değildik; kurnaz ve korkaktık yalnızca. Ve işte bu kurnazlığımız ve korkaklığımız, bir de öteki hayvanlardan çok daha üstün olan korkma yeteneğimiz yüzündendir ki, Genç Dünya'nın o son derece düşmanca doğa çevresine karşı koyabilmiştik.'' (Sayfa 53)
''Yüzyılların ötesinden geriye bakarak, öteki benliğim Kocadiş'in duygularını, hareketlerini inceleyen, güdülerini çözümleyen ben'im -yani şimdiki ben-. Kocadiş'in hiçbir şeyi incelediği, çözümlediği yoktu. Son derece saf ve basitti o. Olayları yaşıyordu yalnızca, neyi niçin yaptığını düşünmeden, tümüyle bilinçsiz olarak.'' (Sayfa 89)
''Siz hiç düşünüzde düş gördünüz mü?'' (Sayfa 90)
''Bu ''hey hey'' toplantıları, Ahali'nin ne denli amaçsız, ne denli başıboş bir yaşam sürdüğünün en iyi örneklerindendir. Şurada ortak bir öfke, gerçek bir işbirliği isteğiyle toplanmış olan bizler, kaba bir ritmin ardına takılıp her şeyi unutuvermiştik. Toplumsal güdülerimiz vardı var olmasına, ama bu gibi gülüşüp söyleşme toplantıları bizi doyurmaya yetiyordu.'' (Sayfa 116)
''İnsanoğlunun imgelemi geliştikçe ölüm korkusu da artmış olabilir. Öyle ki Ahali bir yerde karanlıkla ölümü özdeşleştirip, o karanlığı hayaletlerle doldurmuştur sonunda.'' (Sayfa 118)
''Bir süre öylece kalakaldım. Onu görmek öyle bir mutluluk vermişti ki bana!'' (Sayfa 126)
Not: Bu kitap yorumu yazısı reklam değildir, kitap önerisidir.
dile, yazmaya eğilimli herkes sanırım dillerin kökenini merak ediyordur :) darwinin de türlerin kökeni var :) bu kitap ve londonun her kitabı iyi. demir ökçe ve martin eden gibi iki kitap yazmış yani :) bir de maceracı :) hemingway gibi :) evrimde fena bir dönemde değiliz bizler :)
YanıtlaSilYok benim ödevimdi :) Ama evet araştırmaya başlayınca beni de heyecanlandıran bir konu olmuştu. Türlerin Kökeni bayadır elimde ama onun da dilinden mi ne korkuyorum artık bir türlü okuyamadım. Seneye veya ondan sonraki seneye okurum diye tahmin ediyorum. :) Bir kitabı zamanında okumak da önemli ya. Böyle beklettiğim ve okuyunca beni çok etkileyen kitaplarla birlikte bunu görüyorum. Bu kitabı şimdi okudum diye de böyle etkilendim bir yandan. Evet ilginç baya ama bende şimdi oluşturduğu düşünceler şimdi okuduğum için oluştu. Önceden okusaydım hımmm güzelmiş olurdum belki sadece. Bir de evrimin sonu var mıdır? Varsa ne olur? Bir döngü mü? Bu ve daha fazlası aklımda uçuştu şimdi. Neyse! Beni ilgilendirmez neticede, onu da gelecekteki insanlar düşünür bir şey olursa falan yani :)) Bu konuda öykü yazmıştım aslında üç dört yıl evvel. Yapay zekalı bişeyler. Onu da yıllarca düzenlemedim, belki bir gün oturup adamakıllı baştan yazarım.
SilAna karakter gerçekten de genlerine kodlanmış atasal anılarını hatırlıyor olamaz mı rüyalarında? Ya bir gün biz de hatırlarsak :)
YanıtlaSilZaten kitaba göre hatırlıyormuşuz. Bazen uyur uyanıkken bir yerden düşüyormuşuz gibi hissederiz, o aslında ''ırksal anıymış.'' :)
SilMerak ettim bu kitabı. Bazen bazı kitaplar bize karışık sonra okuyayım imajı veriyor. Benim de vardır böyle ertelediklerim.
YanıtlaSilİlginç bir kitaptı bence. Buna benzer bir kurgu daha evvel okumamıştım en azından. Evet bazen ertelemek de iyi oluyor bence. :)
Sil