2 Aralık 2023 Cumartesi

Bazı Birçok Şeyler.

Kitap: Beyin Senin Hikayen - David Eagleman
(Domingo Yayınevi)

Başladığım bir işi bitirmekte gerçekten zorluk yaşadığım bir süreçteyim. İşimin arasında verdiğim molalar buradan Antarktika'ya yol olabilecek kadar uzun. Beynim bahaneler üretmeye harcadığı enerjiyi, bitirmem gereken işlere harcasaydı eminim ki çok daha iyi bir zaman yönetimi sağlayabilirdim. Şu anda ismini gerçekten hatırlayamadığım ve bu yazımı asla okumayacağına neredeyse emin olsam da yine de bu nedenle özürlerimi ilettiğim bir bloğu takip ediyordum baya evvel. O bloğun ismini unutsam da bloğun alt başlığını hiç unutmadım. Hatta bu yakındığım erteleme alışkanlığım iş üstündeyken bile bu cümle aklıma gelir: ''Ertelemek yok etmektir.''

Bu sadece yapmakla mükellef olduğum işler için de geçerli değil. Sevdiğim şeyleri yaparken bile bu bahsettiğim sorunu yaşadığımı fark ediyorum. Evet; kitap okurken, film izlerken bile. Gerçi bir süredir film izlemeye ara verdim. Onun yerine 98765421159 youtube videosu izliyor, 45645225 dakika instagramda dolanıyorum... Amaç vicdanımı rahatlatmak. Oysa sadece bir film izlemek eminim ki çok fazla zamanımı yemeyecek ve hatta belki de kafamı boşaltmama yardım edecektir. 

Sorun zamanımın olmaması da değil. Evet, aslında bu erteleme alışkanlığımdan kurtulabilsem zamanım büyük ölçüde dolabilir ama asıl sorunum boş vakitlerimin bile bana yetmemesi. Boş vakitler nasıl daha da boşlaşabilir gerçekten insan hayret ediyor. Oysa hayret edecek bir şey de yok. Her şey apaçık, kabak gibi ortada. Hem de Sindirella'nın arabası gibi. Hadi o arabaya binip yolculuğa çıkalım.

Sorun, nitelik sorunu bence. Burada ''nitelikli zaman''dan kastım basmakalıp cümlelerden oluşan, ''aman ben en dolu insanım'' imalı etkinliklerle dolu olan bir zamanı değerlendirme biçimi değil bu arada. Benim kastettiğim ''nitelik'' bireysel ilgi ve sorumluluklardan meydana gelmiş bir zamanı yönetme biçimi. Mesela hala kitap okuyorum. Aman tahtalara vuralım kasım ayım okuma anlamında ''BENİM İÇİN'' verimli geçmişti. Okuma konusunda bu yıl genel olarak ''KENDİ'' kulvarımda iyiydim bence. Belki sayıca çok fazla okumamışımdır (BENİM değerlendirme biçimimle şekillenmiş çok kitap okuma sayısını kastediyorum elbette) ama her zaman elimde bir şeyler vardı ve okumadım dediğim zaman yaşamadım. Buna rağmen, evet ayaküstü kendimi övmüş olmama rağmen, kitap okuduğum anlardan da tatmin değilim. Bakın burada şu nokta önemli; ben ''okuduğum kitap sayısından tatmin olmuyorum'' demedim, ben ''okuduğum anlardan tatmin olmadım'' dedim. 

Bu gece yine bulduğum 45698774268 bahane sonrasında çalışmama ara verip youtubeda eskiden takip ettiğim youtuberların videolarından izledim ve bu bana nostaljiye benzer bir his hissettirdi. (Şimdi merak eden çıkar mı emin değilim ama çıkarsa diye dipnot geçeyim. Bahsettiğim youtuberlar: Ecmel Soylu, Gizem Olcay, Elif Yalçın. Bu da reklam vermişim gibi oldu, aman neyse.) Özellikle de eskiden Baldanberi kanalında takip ettiğim, şimdilerdeyse bireysel videolar çektiğini gördüğüm Gizem Olcay bana bu yazıyı yazmam için ilham oldu. Aslında ilham doğru kelime mi bundan da emin değilim. Çünkü bu yazıyı yazmayı neredeyse bir ihtiyaç gibi hissettim. Yoksa (bu ve eski) bloğumu düzenli okuyorsan belki fark etmişsindir; yıllardan sonra ilk kez belli günlerde yazı yazıyorum. Yani ayın ve haftanın ilk günü aksatmadan yazdığım bir süreçten geçiyorum. Sanırım bloğum düzenli ve dakik *-* olduğum yegane yer... Ve yine sanırım, tam da bu nedenle yazmak beni ayakta tutuyor. Yoksa aman yoruldum biraz dinleneyim deyip bir köşede televizyon izlerken koltukta uyuyakalmış misali uyuyakalıp kalakalabilirim. Aman o kadar da değil; ama anladın sen. Bir de abartmayı severim. Kelimeleri kafiyeli kılıyor. :)

Bu nedenle de bu yazdığım konuların da içerisinde yer aldığı ve metaforlarla örülü olacak bir yazıyı pazartesi günü yazıp yayınlamayı düşünmüştüm birkaç saniyeliğine. Bu kadar anlık olarak düşünüp bu fikri eledim çünkü hemen ardından şunu düşündüm: Bunlar bugünün düşünceleri ve bugün paylaşmak istiyorum. Gerçekten böyle biliyor musun, bunlar bugünün düşünceleri ve pazartesi bir yazı yazsam bunlardan bahsetmeyebilirdim bile. Bahsedebilirdim de tabi ama bu sadece bir olasılık. 

Burada yazmak dediğim gibi beni ''ayakta'' tutuyor. Çünkü bana sevdiğim şeyleri nasıl da kararlılıkla yapabildiğime dair güç veriyor. Hatta bloğum benim için bir çeşit güvenli bölge gibi. Bu nedenle de yeni bir blogla buradayım ya zaten. Bu yazımı üç kişi falan okuyacak muhtemelen. Veya beş. Bahtı açık bir yazıysa on. Ama hiç kimse okumasa bile yine de yazacağımı biliyorum. Çünkü kendim için yazıyorum. Blogda yazmak beynimin belli başlı düşüncelere odaklanmasına yardımcı oluyor. Beyin sahiden gizemli bir organ. Hayatımızdaki her şeye eli değiyor, her yere eli kolu bacağı uzanıyor. Oysa biz onu başımızda yayılmış yatıyor sanıyoruz. Otomatik programda çalıştığı da oluyor elbet. Ama onun direksiyonuna geçebilmek çok çok önemli. Bunu fark ettiğim için de zihnimi, bedenimi yöneltmek istediğim yerlere odaklıyorum. Bu yazının hikayesinin giriş kısmı da işte budur. Diğer yandan, yazımı kimse okumasa bile evet yazacağım. Ama okuyan kişiler çıkınca ayrıca iyi hissediyorum. Hele de bu kişiler yazımdan kendilerinden parçalar bulduklarını veya yazımın bir cümlesinin dahi onlara iyi geldiğini ya da farklı bir bakış açısı kazandırdığını söylediğinde kendimi çok çok çok iyi hissediyorum. Yazımın bu noktasına kadar gelen sana, yazdığım şeylere değer verdiğin için teşekkür ederim sevgili okur.

Şimdi de gelelim bu yazıyı yazmamın hikayesinin gelişme kısmına. Bahsettiğim youtuberı izlerken eski günlere gittim. Ergenlik yıllarıma. O yıllarda bırakın youtubeda kitaplarla ilgili içerik üreten kişi olmasını, bookstagram diye bir olay bile yoktu. Bloglar vardı, ki okumaya bayılırdım, bir de belki facebook kitap grupları. Bu gruplardan arkadaş bile edinmiştim. Konuşmaya dair açlığımı böyle gideriyordum sanırım. Sonra youtubedaki ilk kitap videoları çekilmeye başladı, ki ne kadar büyülendiğimi, ne kadar heyecanlandığımı çok net hatırlıyorum. Sonradan kitaplarla ilgili içerik üretimi baya arttı tabi, ki bu iyi de bir şey. Özellikle de instagramın popüler olmasıyla okurlar medyada kendilerine daha çok yer edindi. Dediğim gibi bu çok iyi bir şey. Hiçbir şey olmasa bile fikir alışverişinde bulunmak iyidir. Hem, bu sayede başka insanlara da okumakla ilgili heves, farklı keşifler yapma vs imkanı sağlanıyor. Ancak işte, bazı hisler vardır ya; o nostaljik hisler, ilk heyecanlar. İşte bu bahsettiğim videoyu izlerken (o kadar video video dedim, sarı çizmeli Mehmet Ağa gibi havada kaldı. O video bu video  okurlar.) bunu hatırladım. O heyecanı.

Hatırladığım bir diğer şeyse o yıllarda, tabi ergenlik kan deli akıyor :P, sevdiğim şeylere ne kadar çok sahip çıktığımı, bu şeyleri ne kadar dolu dolu yaptığımı hatırladım. Şimdi ne eksik gerçekten anlamlandıramıyorum ama ben şu anda sevdiğim şeyleri yaparken bile sanki bir olmamışlık varmış gibi. Bunu geçmişe dönüş yapıp kendime göz attığım bu bir videoluk kısacık anda fark ettim bu arada. Yoksa içimde kımıl kımıl bir rahatsızlık hayaleti olsa da, üstünde durmayacağımdan veya bu bahsettiğim nostaljik hissi hatırlayamayacağımdan, her şey havada kalacaktı ve ben kımıl kımıl Casper'ımla yaşayacaktım. Şimdiyse vakit, yazımın hikayesinin sonucuna geçme vaktidir!

Bu yazıyı spontane yazdığımı sezmişsindir. Gerçi ben buradaki her yazımı spontane yazarım. Bilinç akışıyla yazıyorum demek doğru bir tanımlama olabilir. Bilinçaltımda ne birikmişse bilincim kelimelere tercüme ediyor ve işte sen ve ben birlikte okuyoruz sonra bunları. Bu heyecan verici bir şey benim için. Sanırım blog yazma nedenlerimden bir diğeri de bu heyecan. Bence insan heyecanlarına sahip çıkmalı. Bak mesela şimdi sana ''eğer yazarsam'' pazartesi günü paylaşacağım yazımda yazmayı şimdilik düşündüğüm bir konudan spoiler vereceğim. Aylar ve hatta yıllardır ertelediğim gölge çalışmasına başladım. Bu aslında uzuuun bir şey değil; ve hayır çizim tekniğinden bahsetmiyorum, psikolojideki gölge çalışması. Neyse efenim 5-6 soru yanıtladım ki bu benim için bir rekor. Genelde iki soru yanıtlayıp sonra dönerim diyorum ve asla dönmüyorum. 

Bu çalışmayı yapmaya ilkbaharda yeniden karar vermiş, yazın yeniden iki soru yanıtlamış ve kışa girdiğimiz bugünlere kadar rafa kaldırmıştım. Benim yanıtlamaya niyet ettiğim sorular işte burada. Başka sorular da bulabilirsin. Pinterestte bile milyon tane gölge çalışmasına dair içerik var. Her neysem efenim, işte buradaki yirmi soruyu yanıtlamaya niyet etmiştim. İlk soruda ''ben, benim gözümde nasıl biriyim?'' diyor. Yazın bu soruyu yanıtlarken çok ilginç bulgular elde etmiştim. Çünkü ben, benim gözümde ben değilmişim. (devamı ''belki'' pazartesiye :) Bu geceyse daha spesifik ve tek özelliğim üstünden gittim. Tutkulu olmak.

Tutkumu kaybetmiştim sanıyorum ki. Ama böyle şeyler zaten içinde bir yerdedir. Böyle şeyleri aramak bence kafandaki gözlüğü aramakla falan eş değer. Yine de arıyoruz işte. Bu gerçeği bulmak da benim için bir çeşit keşifti bu arada. Ama tüm bunlar benim gerçeğim veya daha doğru bir ifadeyle, genel kabullerim; bunun da altını çizeyim. Belki sen benim düşüncelerime katılmıyor olabilirsin. Çünkü her insan biriciktir ve bu yüzden böyle işte.

Bahsettiğim ''nitelik'' olayına ''bir noktaya kadar'' şekil veren de şu bireysel tutku mevzusu bence. Yani elbette zorunluluk ve bunlardan doğan sorumluluklarımız var ama sapla samanı karıştırmanın ve yazıyı bulandırmanın alemi yok. Diyorum ki, gündelik hayatta yaptığımız işlere ne kadar kendimizden parçalar katıyoruz? Ne kadar kendimizi veriyoruz? Sözgelimi yine instagramda gezinelim tamam. Yine youtube bakalım veya benim asla bilmediğim 987654215969 başka farklı farklı sosyal medya uygulamasında veya bilgisayar oyununda vs takılalım falan fişman. Ama bunlarda ''takılırken'' ne kadar kendimizdeyiz? Muhtemelen beynimiz otomatik pilota bağladığından kendimizi aslında çok da kendimiz gibi olmadığımız ama ne komiktir ki çoğu zaman da kendimiz gibi olmadığımızı fark etmediğimiz otomatik eylemlerin içinde buluyoruz.

Mesela bahsettiğim videoyu izlemek bana iyi geldi. Bu ''nitelikli'' bir eylem sayılabilir mi o zaman? Benim kabullerime göre evet. İşte bunu artık başka başka şeylere uyarlayabilirim(z). Birileriyle zaman geçirmek de böyle aslına bakarsanız. Kimlerle nasıl zaman geçiriyorum mesela? Nerede, nasıl zaman geçiriyorum mesela? Beynim hangi düşünceleri otomatiğe bağlamış bozuk plak gibi döndürüyor ve bu düşüncelerle zaman geçiriyorum acaba? Acaba acaba? Mesela işlerim, hobilerim veya değer verdiğim insanlar yerine hangi bahanelerle buluşuyorum acaba?

Hani insan arada kendiyle buluşmalı diyorlar ya; hah işte, bunu her işimize ucundan kıyısından uyarlamak nasıl olurdu ki acaba? Ki bence müthiş olurdu. Yine söylüyorum, elbette sorumluluk, zorunluluk vs var. Ama hani derler ya, işini çok iyi yapıyor, diye. Hah işte, bu insanlar işini nasıl iyi yapıyor olabilir acaba?

Tabi her insanın yoğurt yiyişi farklıdır. Bazısı yoğurt bile sevmez üstelik. O yüzden bunlar bazı insanlara fazla ''duygusal'' bir pencereden bakmak gibi gelebilir. Oysa ben akılcı düşündüğümü düşünüyorum. Çünkü benim tutku tanımım da bu. İhtiras falan değil yani. Veya aklını kaybetmek, peynir ekmeksiz kuru kuru yemek değil. Bence insan tutkulu olduğu şeylere gereken özeni göstermeli. İşte ben sevdiğim şeyleri yaparken bile bunu tam olarak yapmamaya başladığımı fark ettim.

Bence sapla samanı karıştırmazsak ve bu sayede neyi ne zaman yapmamız gerektiğini ve neye karşı neyi tercih ettiğimizi düşünmemize bir dakika izin verirsek, bu bir ''dur bir dakika'' kıvılcımı yakabilir. Sonra da beynimizi buna göre programlayabilir ve yeni alışkanlıklar edinebiliriz diye düşünüyorum.

Sen ne düşünüyorsun sevgili okur?

Hoşça kal.

Ah tabii bir de eksik kalmasın, adettendir:


bir şeyler dinlemek için tıklayabilirsin.




10 yorum:

  1. ne çok şeyden söz etmişsin bu yazında :) sen de bütün türkler gibisin yanii erteleme konusunda :) hepimiz böyleyiz :) ayrıca herkes yutup insta filan öyle gün harcıyor bizde :) o videoyu izlicem şimdi, 20 li yaşlar :) ergenlik ne şeker amaa :) ya senin yazılar mutluluk kaynağı benim için bak yani bir çeşit yaşam desteği ünitesi gibisin :) öyle işteee :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet bu yazımda baya şeyden bahsettim. :) Bu arada benim bahsettiğim kitaplarla ilgili içerik azdı olayı 2014'ten öncesini kapsıyor. Yoksa o yıllarda artık kitaplarla ilgili içerik üretenler vardı. Yine bu kadar yaygın değildi ama vardı. Özellikle de youtubeda görüntülü olarak kitap anlatımının yapılması bence devrim gibi bir şeydi. :) Eren Nadir Akşamoğlu diye bir youtuber vardı. Onun baya baya fanıydım bile diyebilirim. :) İlk booktuberlardan biri de o. Onu keşfettiğimde elmas madeni bulmuş gibi olmuştum. Son yıllarda aktif değil ve sanırım hayatı farklı yönlere kaydığı için çok da ilgilenmiyor kitap paylaşımlarıyla. Ama şimdi bile onun kitaplardan bahsederkenki enerjisini seviyorum. Velhasıl kelam, güzel yıllardı :)
      Ve teşekkür ederimmm. Mutlu oldum <3

      Sil
  2. Ertelemek bazen ihtiyaçtır bence. Çünkü her şeyin planlı ilerlemesi kolay olmuyor, insan da her zamanki ruh halinde olmuyor. Ertelediğim çok şey var benim de. Başta ev temizliği. 😅
    Kitap okuma konusunda da bir planım olmuyor. Ne zaman canım isterse okurum, kafana göre takılıyorum. Verimsiz günler geçirdiğim çok oluyor benim. Bazen anlamsız şekilde odaklanma sorunu yaşıyorum. Sanki kafam başka yerde gibi, o zamanlar bir şey yapasım gelmiyor.
    Sevdiğim şeylere düşkünlüğüm fazla benim de bu da pek iyi bir şey sayılmaz. Daha hayata dair hedeflere bağlanmam iyi ama hayal dünyası daha çekiyor beni. :))
    Yazılarını ilgiyle takip ediyorum. Çok da iyi yapıyorsun buraya yazmakla. İçinden geleni yap bence de, yazmak rahatlatıyor. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ahahhaha, temizlik ertelenen şeylerde başı çekebilir evet... :D
      Ben de okuma konusunda kendimi hiç sıkıştırmam. Zaten dediğim gibi sayılardan bağımsız olarak hep bir şeyler okurum. Yani bugün okumam belki, belki üç beş gün okumam ama sonra okurum. Yani nasıl yemek yiyorsam, banyo yapıyorsam; kitap okumak da benzer bir eylem benim için. :)
      Hayal kurmak bence de önemli ama ben son yıllarda gerçeklere de önem veriyorum. Yani ''hayatın gerçekleri'' olayı değil bahsettiğim. Unicornlu hayallerden çıktım, bunu kastediyorum aslında. :) Yoksa hayalsiz ömür mü geçermiş :)
      Teşekkür ederim. Böyle düşünüyor olmana sevindim. :)

      Sil
  3. Yazının bir kısmını eve dönüşteki otobüs yolculuğumda okumak kısmet oldu. Geri kalan kısmını da şimdi tamamlamış oldum. Ben bazen insanların belli başlı dönemlerden geçmesi gerektiğine inanıyorum. Hayatımız hep aynı tempoda ve düzende olsaydı eminim bundan çok sıkılırdık. Benim de bir şeye başlayıp yarım bıraktığım ya da farklı şeyleri bir arada yapmaya çalışıp kimilerini yarıda bıraktığım oldu. Yani bu konuda yalnız değilsin. :)

    İyi ki blog yazıyoruz. Burada yazmayı ve okumayı seven insanlarla bir arada olmayı, birbirimizin yazısının altında buluşmayı çok seviyorum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yolculuğuna eşlik ettiğimi bilmek tebessüm ettirdi. :) Bence de böyle dönemlerimiz olabiliyor ama çabuk geçsin lütfeennn :)
      İyi ki <3
      Yorumun ve ziyaretin için çok teşekkür ederim. Çok sevgiler.

      Sil
  4. "Ertelemek yok etmektir" Ne doğru bir cümle.
    Blog yazmak bence de hem sevdiğimiZ şeylere ayırdığımız vakti daha çok anlamlandırıyor ve zaten yazı yazmak beynimizi daha iyi görmemize büyük etken. Buraya düzenli yazı yazmak istemen ve bunu hayata geçirmiş olman bile çok önemli. Çünkü bir konu ne kadar gündemimizdeyse ne kadar vakit harcıyorsak o kadar etkileşimli ve oluyor ve ortaya bir şey çıkıyor. Üniversite yıllarında blog yazarken; müzik dinleyip dolunayda yürüdüğüm zamanlarda üzerinde düşünecek ve yazacak pek çok şey bulurdum. Buradan uzaklaşıp tekrar geri döndüğümde iyice anlıyorum ki hem burada yazmak ve yazılanları okumak insanı hem disipline eden bir şey ve çoğu konuda da algılarımızın daha açık olmasını sağlıyor.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet kesinlikle blog yazmanın bana hem yazma, hem düşünme, hem de kişisel gelişim anlamında çok şey kattığını düşünüyorum. Hem, hem yazarken bile listem ne uzun oldu :) Bir de bunun üstüne blog yazmayı eğlenceli buluyorum. Başka blogları da okumak aynı şekilde iyi hissettiriyor. Önceki bloğum baya bir yıllıktı. Bu da altı aylık bir bebekçik oldu. Ama büyüdüğünü görmek güzel. Yazılarım arttıkça daha çok evimdeymişim gibi hissediyorum.

      Sil
  5. Gizem Olcay’ı yeni takip etmeye başladım ben de. O yıllarda hayran hayran izlerken sen niye bir YouTube kanalı açmayı düşünmedin?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben bir tane video çektim aslında, dırım dırım :) Ama çok uzundu ve tabi daha lisenin de başındayım, küçük yaşım. Oturmuş dakikalarca kitaplar hakkında konuşmuştum. Tabi ne konuştum asla hatırlamıyorum ama video baya uzundu ve ben edit nasıl yapılır onu da bilmediğimden, hiçbir şey ama hiçbir şey bilmediğimden, videoyu o uzun haliyle youtube'a atmaya yeltendim :) Artık Allah mı korumuş desem ne desem bilemiyorum, video uzun diye baya bir uzun süre yüklenmedi de ben sıkılıp sildim :) Sonra da daha da çekmedim. İyi mi oldu bilmiyorum. O zamanlar video çekseydim belki de blog olayı gibi iyice bağlanır bırakamazdım. Ama şimdi o işlere girmeyeceğimi düşünüyorum. İnsanlar da bir tuhaflaştı. Milletin fikri olmadan yorumu da olabiliyor ve ben sinirli biriyim :))

      Sil

Diğer yazılarıma da göz atabilirsiniz.