Yazar: Sâdık Hidâyet, Çevirmen: Behçet Necatigil, Yayınevi: YKY |
Kitapta zaman, mekan ve hatta karakterler iç içe geçmiş durumda. Hangi karakterin hikayesi nerede başlıyor, nerede sonlanıyor; hatta hangi karakter hangi hayatın ne kadarını yaşıyor, belirsiz. Kitabın genel havası eski mistik Doğu masallarını anımsatıyor. Tek bir karakter mi var; yoksa tüm karakterler tek bir karakterin başka suretleri olarak mı karşımıza çıkıyor ayırt edilemiyor. Tek gerçek olan şey ise acı. Ana karakterlerin hepsi ruhlarını saran acılarla boğuşuyorlar ve bu acıları dindirmek için bedenlerine ve hatta çevrelerindeki insanlara da acı veriyorlar.
Bizi kitabın başında bir afyon bağımlısı karşılıyor. Hayatındaki tek ışığın bir kadın olduğunu söylüyor. Bu kadının ne ismini biliyoruz, ne de karakterle olan ilişkisini. Bildiğimiz tek şey, parlak iri gözlü bu kadın karakterin ana karakter üzerinde bıraktığı tesir. Bu tesir öyle güçlü ki, zamanla ana karakteri delirtiyor. Ana karakterin ''aşk'' olarak tanımladığı bu duygu, afyonun tıpkı bedenini esir alması gibi zamanla ruhunu esir alıyor. Sonra zaman ve mekan değişiyor. Acı çeken başka bir adamın çok benzer başka bir hikayesine daha tanık oluyoruz okurlar olarak.
Yaşamına bir dizi talihsizlik ve belirsizlikle başlamış bu adam da parlak iri gözlü bir karaktere bağlıyor hem tüm iyileşme umutlarını, hem de yok oluş isteğini. Bu kadın, adamın karısı ve aynı zamanda süt kardeşi. Aynı dadı tarafından büyütülmüş bu iki kişi bir şekilde evleniyorlar. Ancak çocukken birlikte oyunlar oynamış bu iki kişi, birbirlerinden olabildiğince uzak iki yetişkin. Ana karakter burada da bağımlılıklarına tutunuyor. Bağımlı düşünceler şeklinde başlayan bu hal, zamanla ilaçlara olan bağımlılığı şeklinde bedenine de yansıyor. Sonra yine zaman ve mekan değişiyor. Ana karakter yaşlı bir hurdacı şimdi. Çektiği acıdan dolayı saçları bir anda beyazlamış bir adam olarak karşımıza çıkıyor.
Bağımlı düşünceler, kabullenişler ve tükenişler... Hikaye üç farklı adam ve üç farklı kadının görünümüne bürünerek biz okurlara bunları anlatıyor. Hangi karakteri ilk nerede görüyoruz, onlarla nerede vedalaşıyoruz ayırt edemiyoruz. Ancak hikaye tüm parçalarıyla bir bütün olarak karşımızda.
Kitabın konusunu anlatırken çok fazla acı kelimesini kullansam da, kitabın depresif bir kitap olduğunu düşünmüyorum. İç açıcı bir kitap olmadığı kesin; ancak gerek dilinin zenginliği olsun, gerekse karakterler arasındaki bu geçiş olsun hikayeyi canlı tutmuştu. Bu nedenle kitabı okurken üzüntü, kızgınlık, sıkkınlık vb. gibi daha somut duygular hissetmekten ziyade, ben de tıpkı kitabın geneline yayılmış sisli hava gibi merakla çeşnilendirilmiş olarak tanımlayabileceğim karmaşık duygular hissettim.
Kitapta ana karakter insanlardan soyutlanmış bir yaşam sürüyordu. İnsanları ''pek çok maskelerinin olmasıyla'' suçluyordu. Bu suçlama halinin içinde biraz da özeleştiri bulunduğunu düşünüyorum. Neticede ana karakterin kendisi de bir insandı. İster kendini odalara kapatsın, ister sabahtan akşama kadar ''ötekileri'' yargılasın. Ana karakterin de maskeleri vardı ve taktığı bu maskeleri kitap boyunca değişen yaşantılarla karşımıza çıkan diğer karakterler aracılığıyla görüyorduk. Ana karakter hissettiği sıkıntılı ruh halinin belki geçmiş bir zamanda başka bir insan tarafından daha deneyimlenmiş olmasını rahatlatıcı buluyordu. Çünkü böylece karakter, acı maskesinin ardında daha da büzülme ve kendini daha rahat saklayabilme imkanı buluyordu. Böylece ötekiler ''suçlu'', kendisi ''acı çeken'' oluyordu.
Kitabı okuyanlar varsa üzgünüm, ana karaktere hiç mi hiç üzülmedim. Yaşadıkları zor olabilir ama gerek düşünceleri, gerekse eylemleri nereden bakarsak bakalım caniceydi. Karakterlerin hepsi bağımlıydı: Sadece bedenleriyle değil, en başta ve en fenası olarak düşüncelerinde bağımlılardı.
Kitabın gerçekten zengin bir dili var. Okumanın zor veya yorucu olduğunu düşünmüyorum, hayır. Ama kitap okuma alışkanlığına sahip olmayan okurları sıkabilir. Çünkü fazla düzgün, zengin ve ayrıntılı bir dile sahip. Kitabı okurken her şey bir okur olarak zihnimde birer tablo gibi canlandı benim. Öte yandan, kitabın yer yer soyut hale gelen işleyişini düşündüğümüzde dildeki bu netlik ve ayrıntılı hal bence gerekliydi de. Bu noktada kitabın çevirmeni olan Behçet Necatigil'i de anmadan geçmek olmaz. Özellikle de kurgu kitapları çevirmenin yazma becerisi gerektirdiğini düşünüyorum. Aksi halde, örneğin bu kitaptaki, zengin betimlemelerin kaybolması işten bile olmaz.
Benim okuduğum bu baskıda kitabın çevirmeni olan Behçet Necatigil'in kaleme aldığı bir önsöz ile kitabı Almancaya çeviren ve Sadık Hidayet'in de arkadaşı olan Bozorg Alevi'nin bir sonsözü yer alıyor. Bu iki yazıda da gerek yazara, gerek yazarın kitabı yazarken içinde bulunduğu fiziksel ve ruhsal koşullara dair bilgiler yer alıyor. Yazar kitabını ilk kez Hindistan'da bastırmış ve ilk baskısına kitabın İran'da basılmasını yasakladığına dair bir not eklemiş. Sadık Hidayet varlıklı bir ailede doğmuş ve iyi bir eğitim almış birisiymiş. Ancak İkinci Dünya Savaşı'nın etkileri, İran'daki iç karışıklıklar, memleketi olan İran'da yazdıklarının değer görmemesi ve hatta ardından konuşulması nedeniyle bunalıma girmiş. Başbakan olan eniştesinin yobazlar tarafından öldürülmesi ise onu en çok sarsan olaylardan biri olarak ifade ediliyor. Tüm ümidini yitiren yazar, intihar ederek bu dünyadan ayrılmış. Aynı zamanda bu yazılarda yazarın büyük oranda Ömer Hayyam'dan etkilendiği ifade ediliyor. Bu kitabında bile bu etkiyi görmek mümkün.
Özetle, kitabı beğenmesine beğendim. Farklı bir kitap olduğunu düşünüyorum en başta, ki bu bile kitaba ''beğendim'' demem için başlı başına bir kriterimdir benim. Amma ve lakin... Beni derinden sarstığını söyleyemiyorum. Kitabı bundan çok değil, bir yıl önce bile okusaydım daha çok etkilenebileceğimi düşünüyorum. Ayrıca kitaba dair okuduğum yorumların geneli pozitif veya aşırı pozitifti. Bu ölçekten baktığımızda kendi yorumumu ortalama pozitif olarak nitelendirebilirim sanırım. :)
Hoşça ve kitaplarla kalın.
ALINTILAR
''Lakin tek korkum: Yarın ölebilirim kendimi tanıyamadan. Hayat tecrübelerimle şu yargıya vardım ki, başkalarıyla benim aramda korkunç bir uçurum var, anladım, elden geldiğince susmam gerek, elden geldiğince düşüncelerimi kendime saklamalıyım. Ve şimdi yazmaya karar vermişsem, bunun tek nedeni, kendimi gölgeme tanıtmak isteğidir. Duvardan doğru eğilmiş, yazdıklarımı oburca yutmak, yok etmek isteyen gölgeme. İşte onun için denemek istiyorum: Birbirimizi ola ki daha iyi tanırız. Uzun zamandır başkalarıyla bütün bağlarımı koparmışım, kendimi daha iyi tanımak istiyorum.'' (Sayfa 15)
''Ben onu tanıyorum. İki sevdalı hep aynı hisse kapılmazlar mı, birbirlerine önceden rastladıkları, aralarında esrarlı bağlar olduğu duygusuna kapılmazlar mı? Bu aşağılık dünyada ya onun aşkını isterim, ya da hiç kimsenin! Hem mümkün mü bir başkasının beni etkilemesi?'' (Sayfa 20)
''Birden gözlerinde, onun o sonsuz iri gözlerinde, bir gözyaşı selinde siyah elmaslar gibi yüzen ıslak, ışıl ışıl gözlerinde hayatımın bütün ıstıraplı macerasının kayıp gittiğini gördüm. Gözlerinde, onun o siyah gözlerinde aradığım derin, ebedi geceyi buldum; o gecenin korkunç, büyülü karanlıklarına daldım. Derinlerdeki benliğimin güçlerini dışarıya çekiyor gibiydi bu karanlıklar. Ayaklarımın altında yer sarsılıyordu. Düşsem yıkılsam tarifsiz bir haz olurdu bu benim için.'' (Sayfa 23)
''Tam bir sessizlik hüküm sürüyordu. Öyle bir duygu: Herkes beni terk etmişti, cansız varlıklara sığınıyordum. Doğa ile aramda bir bağ kurulmuştu, ruhuma inmiş çökmüş derin karanlıkla benim aramda bir bağ. Böyle bir sessizlik bizim anlayamadığımız bir lisan gibidir.'' (Sayfa 32)
''Kendimi bütün ruhumla unutmanın uykusuna bırakmak istiyordum. Unutmam mümkün olsaydı, unutmak sürekli olsaydı, gözlerim kapansaydı da azar azar uykunun ötesine, mutlak hiçliğe gömülebilseydim, varlığımı artık hissedemez olacağım noktaya varsaydım, bir mürekkep damlasında, bir musiki ahenginde ya da renkli bir ışında erir giderdim ve sonunda dalgalar ve şekiller öyle büyürlerdi ki, hissedilemezin içinde silinir, yok olurlardı. O zaman dileğime kavuşurdum.'' (Sayfa 35)
''Birbirine ters düşen öyle çok şey gördüm, birbiriyle çelişen öyle çok şey duydum ki! O görmeler yüzünden gözlerim, eşyanın yüzeyinde, ruhu özü örten o ince ve sert kabukta aşındı. Artık hiçbir şeye inanmıyorum, hatta şimdi eşyaların ağırlığından, sabitliğinden, açık seçik gerçeklerden şüphe ediyorum. Avludaki taş havana parmağımla vursam ve sorsam: Sabit misin, muhkem misin? - Evet! diye cevap verse bilmem inanır mıyım!'' (Sayfa 38)
''...ömrüm bir oduna benziyor, ocaktan düşen bir oduna: Öteki odunların ateşinde kavrulmuş, kömürleşmiş, ama ne yanmış, ne olduğu gibi kalmış bir oduna benziyor. Fakat diğerlerinin dumanından, soluğundan boğulmuş.'' (Sayfa 38)
''Ben eski ben değildim; çağırsaydım getirseydim de konuşsaydım onunla, duymaz anlamazdı beni. Yüzü eskiden tanıdığım bir adamın yüzü olurdu da benim yüzüm olmazdı, benim bir parçam bile olmazdı.'' (Sayfa 51)
''Gökte herkesin bir yıldızı olduğu doğruysa, benimki çok uzakta, karanlık ve pek önemsiz bir şey olmalıdır. Belki de benim hiç yıldızım yok!'' (Sayfa 59)
''Hayat, soğuk kayıtsız, herkesin maskelerini çeker alır zamanla; maskeleri de hani çoktur herkesin. Fakat bazıları hep aynı maskeyi kullanırlar, ister istemez kirlenir, yıpranır bu maske. Tutumlu kimselerdir bunlar. Bir kısmı evlatlarına saklarlar maskelerini; bir kısmı da vardır ki boyuna maske değiştirirler, ama yaşlandıklarında görürler ki bir sonuncu maske kalmış ellerinde, ve bu da pek çabuk eskir, o zaman maskenin gerisinden gerçek yüzleri çıkar ortaya.'' (Sayfa 65)
Çok güzel bir değerlendirme olmuş. Anılarım canlandı. Çok ilginç bir okuma deneyimi sunuyor insana. Sadık Hidayet'in başka eserlerini okumakta hep aklımda. Ama yoğun bir dili olduğu için insanın zihnin açık olduğu bir zaman okunması gerekiyor bence.
YanıtlaSilTeşekkür ederim :) Evet farklı bir kitaptı. Ancak o beklediğim en üst noktaya çıkamadım kitabı bitirdikten sonra. Yine de yazımda da söylediğim gibi ben de dilinin zengin olduğunu düşünüyorum. Kitaba dair en sevdiğim şey bu oldu. Yazarın başka kitaplarını okumayı ben de istiyorum. :)
SilDetaylı bir inceleme olmuş, ilgimi çekti. Kitap bende var ama konusu hakkında pek bir fikrim yoktu. Bakalım ben nasıl bulacağım. :)
YanıtlaSilBakalım bakalım :) Teşekkür ederim ve iyi okumalar dilerim :)
SilKitap eleştirmenlerinden bile daha güzel ve daha ayrıntılı bir inceleme olmuş..
YanıtlaSilBu alıntı da benden olsun.
"Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar.
Kimseye anlatılamaz bu dertler, çünkü herkes bunlara nadir ve acayip şeyler gözüyle bakarlar. Biri çıkar da bunları söyler ya da yazarsa, insanlar, yürürlükteki inançlara ve kendi akıllarına göre hem saygılı hem de alaycı bir gülüşle dinlerler bunları. Çünkü henüz çaresi de, devası da yok bu dertlerin. Tek ilâç şarap yardımıyla unutmaktır." (s.15)
Çok teşekkür ederim. Yazım böyle düşündürebilmişse ne mutlu bana. :)
SilEtkileyici giriş kısımlarından biri gerçekten ve kitabın içeriğini bile özetleyebilecek bir etkiye sahip diye düşünüyorum.
Yorumunuz için teşekkür ediyorum. :)
zor kitaptı ivit :)
YanıtlaSilBence zor değildi ama üzerinde düşünmek gerekiyor, hemen hemen her kitapta olduğu gibi. :) Tabi ek olarak zengin bir dil sunuyor okuruna. Bu da anlatım becerisini geliştirmek isteyen okurlar için çok çok önemli bir şey diye düşünüyorum. Kitap okurken aman kendimi geliştireyim diye düşünmem (eğer bilimsel kitaplardan değilse) ama bu tip kitapları okurken kitabı dilini çözümleyerek, özümseyerek okumayı alışkanlık edinmişim gibi görünüyor. Bunu daha evvel birkaç yazarda çok belirgin bir şekilde yapmıştım. Bu bakımdan bu kitabın konusundan ve içeriğinden de öte beni en çok anlatımı etkiledi diyebilirim.
SilDeğişikmiş cidden. Merak ettim baya açıkçası. Eklendi okuyacaklarımın arasına. Teşekkürler detaylı incelemen içiin de :)
YanıtlaSilRica ederimm :) Kitabı okursan şimdiden iyi okumalar diliyorum.
SilHangi karakterin hikayesi nerede başlıyor, nerede sonlanıyor; hatta hangi karakter hangi hayatın ne kadarını yaşıyor, belirsiz. Bu cümleyi okuduğumda kitap bitti benim için. Çünkü böyle bulmaca gibi kitapları sevmiyorum. Ama sen çok güzel anlatmışsın kitabı. Çeviri deyince bu adam zaten Türk değil mi diye sordum önce. Adına bakarak. Değilmiş :)
YanıtlaSilYok yok bulmaca gibi değil :) O yüzden yazımda özellikle vurguladım, anlaşılmaz bir kitap olduğunu düşünmüyorum. Dikkat istiyor o ayrı ama karmaşık bir kitap olduğunu düşünmüyorum. İran Edebiyatı'ndan bir kitap. İlk kez bu ülkenin edebiyatından bir şeyler okudum ben de. Yazımı beğenmenize sevindim, teşekkür ederim. :)
Sil"Baykuş" kelimesini görünce ilgimi çekti :) Alıntılara da baktım ama sanırım sadece metafor belki de baykuş.
YanıtlaSilKitabı çok güzel aktarmışsın, eline sağlık.
Yazarı okumadım ama çevirisini Behçet Necatigil olduğunu öğrenince ilgim arttı diyebilirim. Dilin aktarımı çevirilerde genelde zor oluyor, kitap ya seviliyor ya da sevilmiyor.
Evet, baykuş sadece metafor olarak kullanılmış. Hatta kitapta baykuş kelimesi vurgulanmıyor bile diyebilirim.
SilTeşekkür ederim :)
Çevirilerde çevirmen faktörü önemli gerçekten. Kitap orijinalinde güzel bir kitap olabiliyor ama bazen ya çeviri kötü oluyor, ya da kitabın baskısında çok fazla yazım yanlışı vb. oluyor ve o güzel kitabın güzelliğini fark edemiyorum... Bu yüzden yayınevi seçimini öncelemek üzere artık bazen çevirmenine de bakıyorum. Özellikle de iyi çevirilerin hakkını teslim etmek gerektiğini düşünüyorum ayrıca.
Ben şimdilik pas geçeyim, bu ay resmen reading slumptayım.
YanıtlaSilEvet reading slumpa deva olmayabilir... Yine de başka zamana bakabilirsiniz :)
SilKitap hakkında bir bilgim yoktu. Yine çok güzel bir kitap tahlili olmuş. Kitabın konusu çok çarpıcı ve ilginç görünüyor.
YanıtlaSilTeşekkür ederim, evet farklı bir kitaptı.
Sil