OKUDUKLARIM
Bu yıl 43 kitap okudum. Son yıllarda genelde 40 civarında okuyorum. Eski İlkay'ı düşündüğümde kötü ama kendi içinde bakarsak güzel bir sonuç bence. Zaten sayı da önemli değil benim için. Bu yıl güzel yazarlar ve kitaplar keşfettim.
Aşağıda herhangi bir sıralama yapmaksızın 2023 yılında beynime ve kalbime güneşin sıcaklığını ve ışığını veren kitapları seninle paylaşıyorum. Mor renkli yazılanların yorumu bu blogda bulunuyor. Diğerleri Titanik gibi batan bloğumun enkazında kaldılar. Zaten bol keseden puanlama yaptım ve beğendiğim tüm kitapları seninle paylaşıyorum. Önerime uyup okursan, sonra ziyaretime gel de kitap hakkında konuşalım olur mu cancağızım.
Bu yılın okuma anlamında beni en çok tatmin eden yönü bazı yazarlarla tanışmam oldu. Öhöm, aman kitaplarıyla işte canıımm. Örneğin; Anton Çehov, Sylvia Plath, Matt Haig, Francess Hodgson Burnett, Claire Keegan (üzgünüm Sevgili Bayan Keegan listede yoksunuz ama sizin kelimelerinizi tanıdığıma sevindim; sizi de inşallah 2024 partisine buyur ederiz...)
Aynı şekilde bazı karakterlerle tanışmak da beni aşırı mutlu etti. Örneğin; Bayan Mary Pek Aksi (ama pek de tatlı <3), aynı şekilde Mary'nin ekürileri Colin ve Dikon, Peteeerr (Pan olan; resmi olarak ilk kez bir araya geldik, geç olsun güç olmasın...), Sevgili Esther (seni anlamayı istemezdim Esther ama malesef anlıyorum.), hiperaktif Kalp ve mantıklı Beyin <33, Midori (İmkansızın Şarkısı listeye giremese de Midori girmeli, kendisine günlük atfedecek kadar onu sevdim ^-^), evet bu kadarmış galiba.
Her neyse, başlayalımmm.
En bi' çok favorilerim:
Peter Pan - James Matthew Barrie, Bilgi Yayınevi.
Uygarlığın Ayak İzleri - Celil Sadık, Epsilon Yayınevi.
Bu Beden Benim Evim - Rupi Kaur, Pegasus Yayınları.
Mülksüzler - Ursula K. Le Guin, Metis Yayınları.
Sırça Fanus - Sylvia Plath, Kırmızı Kedi Yayınevi.
Gizli Bahçe - Frances Hodgson Burnett, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları.
Beyin: Senin Hikayen - David Eagleman, Domingo Yayınevi.
İZLEDİKLERİM
Bu yıl çok bi' şey izlemedim zaten. Ama izleyin bence dediklerimi sıralama olmaksızın dümdüz paylaşıyorum. Yine mor renkli yazılanların üstüne tıklayarak yorum yazılarıma ışınlanabilirsiniz. Ve işte:
Everything Everywhere All at Once (Daniel Kwan, 2022)
The Secret of Moonacre (Gábor Csupó, 2008)
Alice in the Cities (Wim Wenders, 1974)
Better Days (Kwok Cheung Tsang, 2019)
The Adventures of Sharkboy and Lavagirl (Robert Rodriguez, 2005)
Dancer in the Dark (Lars von Trier, 2000)
Melancholia (Lars von Trier, 2011)
La fille sur le pont (Patrice Leconte, 1999)
Past Lives (Celine Song, 2023)
Roman Holiday (William Wyler, 1953)
HİSSETTİKLERİM, DÜŞÜNDÜKLERİM VE ÖĞRENDİKLERİM
Özellikle de yılın en çok sevdiğim zamanı olan ilkbahar döneminde bu yıl çok üzgündüm. Her gün ağladığım bir dönem vardı. Bazen kendimi bir matruşka bebeğine benzetiyorum. Kendimi ne kadar açarsam açayım hep yeni bir bebekle karşılaşıyorum. İşte, bu yıl bir bebekle daha karşılaştım. O bebeğin doğması gerekti sanırım. O yüzden ruhsal sancı çektiğim bir dönem yaşadım. Daha evvel hiç böylesini görmemiştim. Bana pek çok şey keşfettirdi ama kendimi boğuluyormuş gibi de hissettim. O dönemde en çok istediğim şey birine sarılabilmekti. Sanırım en çok da bunun için ağladım. Hatta sanırım sadece bunun için ağladım. Sonra bir şeyler değişti. Sanırım matruşka olayının eğlenceli bir yanı olabileceğini keşfettim. Zaten kendimi bir kaşif olarak değerlendiriyorum ben. Bu yüzden bazen bir şeyleri çok derinden hissetmem için kendime özellikle izin veriyorum.
İlkbaharın öncesinde, yani kışın, babaannem vefat etti. Bu da beni çok üzmüştü. Çok yaşlıydı ve sanırım acı çekiyordu. Bunu yazmak bile bana haksızlık gibi geliyor. Çünkü bir insan kaç yaşında olursa olsun, güzel bir gökyüzünü bir sabah daha izlemek ister. Bu yüzden çok ağlamıştım. Ne kadar ağlarsam ağlayayım üzüntüm geçmiyordu. Aklıma hep ''benim muallimim gelmiş'' deyişi geliyordu. İlk maaşımla ona bir şeyler alamadığım için de üzülmüştüm. Beni muallim olarak göremediği için. Onun cenazesi kalkarken kış günü olmasına rağmen hava o kadar güzeldi ki bir anda ağlamaya başladım ve sonra hiç duramadım. Şimdi bile bu durum kalbimi kırıyor. O gün başka cenazeler de hemen yanı başımızda kalkıyordu. Öyle masmavi bir gökyüzünün altında cenazeler defnediliyordu.
Bu olaya niye değindim bilmiyorum. Seninle pek çok şey paylaşsam da somut olaylar paylaşmıyorum. Belki de arada sırada paylaşmalıyım, bilmiyorum. İnsanlarla bir şeyler paylaşmaya ihtiyaç duymamayı öğrenmek bile çok zor olmuştu. Daha ziyade güzel şeyleri paylaşmayı seviyorum. Veya benimle ilgili değil, dünyanın kendisiyle ilgili olan şeyleri. Sanırım kendimden bir şeyleri paylaşmak, çıkardığım matruşkalarımı göstermek demek gibi bir şey benim için. Bundan çekindiğim falan da yok. Sadece, bu kadar emek vererek birbirinden ayırdığım ve varlığını fark ettiğim matruşkalarımı birine göstermek benim için değerli bir şey ve bu değeri kim hak ediyor seçebilmek de zor. Yine de, beni anladın mı şimdi? Bu yüzden sarılmak istediğim çok az kişi var diye düşünüyordum işte.
Tamam tamam bu sisli hava dağılsın. Üzülelim diye yazmadım. Ama madem bir kere üzüldük, biraz daha üzülelim. İlkbahara geri dönelim. İlkbahar başında bookstagram hesabım çalınmıştı. Sonra geri aldım ve o hesabı kapattım. Çünkü hem tanıdığım herkes hesabı şikayet etmişti, hem de hevesim kaçmıştı. Zaten çok etkileşim de almıyordu. Baştan başlarım diye düşünmüştüm. Ama sonra bir çocuğu büyütmek gibi emekle büyüttüğüm, benimle birlikte büyüyen ve her anıma şahit olan, çok sevdiğim bloğuma dair de çalınma girişimi oldu. Bir olaylar döndü, kesin döndü ama ne oldu onu da tam anlamadım. Evimin içinde hırsız var gibi hissettiğim için yazı yazmak içimden gelmiyordu ve sonunda bloğumu kapattım. Bu da beni boşluğa düşürdü. Çünkü zaten mutlu değildim. Biraz bile mutlu değildim. Mutluluk Yazıları yazmakla insan mutlu olmaz. Yine de çabalıyordum. Sonra sarılmak isteyeceğim, sarıldığım bir şeyi, kim olduğunu bile bilmediğim biri elimden almaya çalıştı. O yüzden başlarım böyle işe deyip bloğumu sildim.
Yazın buraya başka bir isimle geri döndüm biliyorsun. Bu benim için bir çeşit reenkarnasyon gibiydi. :) Yazı bu yüzden çok sevdim. Tüm dayanılmaz sıcaklarına rağmen çok ama çok sevdim. Çünkü yazmak, ah yazmak, benim hayattaki eeeeennnnn büyük tutkum. Yazarken nefes aldığımı hissediyorum. Yazarken uçuyorum, koşuyorum, yüzüyorum ve ışık gibi, rüzgar gibi hafifim ve özgürüm. Kimse beni tutamaz, hiçbir şey bu hisle kıyaslanamaz benim için. Sonra yine yazın, çok sevdiğim birisiyle aram düzeldi. Yeniden güçlendim.
Sonbaharda yüksek lisans yaptığımı fark ettim. Daha önceki dönemde online bir şekilde ders almıştım. Bir de ben ara dönemde yüksek lisansa başladığımdan başladığım dönemin derslerini almıştım daha evvel. Yani her şey benim için tepetaklaktı. Sonbaharda bu tepetaklaklığı çok net fark ettim. Sadece benim değil, benimle aynı durumda olan yarı dönemde başlayan diğer tanıdıklarım da aynı şekildelerdi. Çünkü bizim sürecimiz daha farklı işliyordu. Adapte olmak da cabası. Çünkü ilk dönemin dersleri araştırma teknikleriyle ilgili, daha giriş daha bak yüksek lisans yapacaksın, tez yazacaksın gibi gibi tadında derslerken; ikinci dönemin yani benim geçtiğimiz dönem aldığım dersler daha alana dönük derslerdi. Hal böyle olunca ben bocaladım. Tez konusu seçimim de biraz tuhaf bir süreçti. Bundan sonraki dönemde yani 2024 boyunca inşallah tez yazacağım. Korkuyorum. Yine de kendime güveniyorum. Hem, en iyi tez bitmiş tezdir diyorlar. Başarılı olmak için çabalamak dışında bir hedefim ve düşüncem yok bu konuda.
Peki şimdi, şimdi mi nasıl hissediyorum?..
2020 yılına gireceğimiz zaman içimde belki küçük ama güçlü bir umut filizi vardı. Kendim için kararlar almıştım. O yıldan beklentim vardı. İlk kez umut etmeye cesaretim vardı. Ama bu umut, bu güzellikler, dışarıdan gelecekti bana. Böyle düşünüyordum. Bir şey bana gelecekti ve ben kendimi iyi hissedecektim. Fırsatlar, başarı, güzel zamanlar, belki aşk? Olmadı. Hiçbiri olmadı. Sonra da umut etmedim.
Şimdi, 2024 yılına girerken, vay be dört yıl geçmiş şaka da maka derken, bu sefer beklemiyorum. Çünkü biliyorum. Dışarıda ne olursa olsun, bazı şeyler içeriden dışarıya akar. Umut dışarıda değil. Mutluluk dışarıda değil. Hepsi içeriden dışarıya ve işte ancak öyle yeniden içeriye akıyor. İzin vermeyi öğrenmeye başladım. Sevmeye izin vermeye, umut etmeye izin vermeye, mutluluğa izin vermeye, almaya izin vermeye... Bu benim için çok zordu biliyor musun? Gerçekten çok zordu. Bazı insanlar için tüm bunlar ne kadar doğal diye düşünürdüm. Ben neden öğrenmek zorundayım? Bu haksızlık! Hadi sırtımı sıvazlaya(y)ım. Bu kafadan çıkmayı öğrendim, sevgili okur.
Öğrendiğim en net şey ise, ben bir şeyler üretmeliyim. Yeterince tanıdım kendimi, yeterince şey keşfettim dışarıdan oradan buradan. Benim sevdiğim şeylerden bir şeyler üretmeye ihtiyacım var. Neye ihtiyaç duyduğumu artık biliyorum. Aradığım o şeyi, galiba buldum. Kendimi Harry'nin altın Snitch'i yakaladığı andaki şaşkınlığını ve oh be'sini yaşıyor gibi hissediyorum.
HEDEFLERİM
Bu kısım beni utandırdığı için 2024'ün sonuna geldiğimiz bugünlerimde bu kısmı sildim. Evet, mızıkçıyım, evet evet ondanım... 2025'te ve sonrasında hedeflerimi ulu orta yazmayacağım. Öyle olunca cılız hevesim de sönüyor onu anladım.
Şu sözü kulağıma küpe etmek: ''Yaşlandıkça, iki elinizin olduğunu, birinin kendinize, diğerinin başkalarına yardım etmek üzere hazır beklediğini fark edeceksiniz.'' - Audrey Hepburn.
Şu alıntıyı bileklik veya halhal yapmak: Pek kolay görünüyordu; çocuklar önce yerden zıplayarak, sonra da yataklarının üstünden atlayarak uçmayı denediler ama her seferinde yukarı gideceklerine aşağı düştüler. John dizini ovuşturarak, "Pekâlâ Peter, nasıl yapıyorsun bunu?" diye sordu. Peter, "Yalnızca güzel, muhteşem şeyler düşünmelisiniz," diye açıkladı, "böylece düşünceleriniz sizi havaya kaldırır." (Peter Pan, J. M. Barrie)
Peki senin, senin, yeni yıldan istediğin şey nedir? Noel Baba gerçekten bir hediye paketini sana uzatsa (bu, kocamaaannnn bir paket de olabilir, küçük de, rengarenk de, şeffaf da ^-^), içinden ne çıksın isterdin?
MUTLU YILLAR! <33
bir şeyler dinlemek için tıklayabilirsin.