Bazı yazarların ne anlattığından ziyade nasıl anlattığını seviyorum. En yaratıcı konu bile bazen bazı yazarların elinde sıkıcı olabilir. Şimdi isim vermeyeceğim, çünkü bununla ilgili aklıma gelen bir isim de yok. Bir okur olarak hiçbir zaman çok da zalim bir eleştirmen olmadım. Büyük bir kabahati yoksa bir kitabın yerden yere vurulması olayı da bana komik geliyor öte yandan. Tabii zevkler ve renkler ve KURALLAR tartışılmaz ama ne bileyim... Sakin ol şampiyon diyesim geliyor bir kitabı ölümüne savunan veya eleştirenlere. Yine de kimseyi yargıladığım yok. Bir şeye çok bağlanmak veya bağlanmadığını duyurma çabasında bulunmak temelde aynı şeydir sonuçta.
Haruki Murakami, ne anlattığını değil de nasıl anlattığını okumaktan keyif aldığım bir yazar. Onu okumaya ansızın başlamıştım. İsminin ününden haberdar mıydım inan hiç hatırlamıyorum. Belki haberdarımdır; bazen bazı yazarların kitaplarını okumaya heves ederim. Ama Murakami'yi okumaya başlarken büyüüük beklentilerim yoktu sanırım. Çünkü öyle olsaydı, aklımda büyük beklenti kısmı yer ederdi; şimdiyse sadece kitabı bulup okuma hikayem aklımda. Tipik bir kütüphane keşfi. Çok da farklı değil yani.
Kütüphaneleri bu yüzden çok seviyorum. Artık kitap ve yazarlara dair bilgim daha fazla olduğundan bu şekilde tam bir keşif yapma olaylarım azaldı ama şimdi de yarım keşif yaptığım çok oluyor. Bir kitabın veya yazarın adını bilsem de, sonuçta o kitap hakkında bilgim olmadıkça ve hatta bilgim olsa bile o kitabı okumadıkça, her kitap bir keşiftir aslında. Tam veya yarım. Neyse ne. Murakami'yi keşfim, tam bir keşif olmalı.
Ondan okuduğum ilk kitap Sınırın Güneyinde Güneşin Batısında'ydı. Kitabı çok sevmemiştim ama beni şaşırtmıştı. Japonların edebiyatıyla tanışmamdı hem bu. Bu nedenle bu kitabı koskoca Japon Edebiyatı ekseninde değerlendirmem ve kafamda bir noktaya yerleştirmem mümkün değildi. Hatta yazarın kendisiyle ilgili bir değerlendirme bile yapamazdım. Tek kitapla bir yazar tanınamaz. Yine de bu kitabın o anki bana o zamana kadar okuduğum kitaplardan oldukça farklı geldiğini söylemeliyim. Bunu olumlu veya olumsuz bir durum olarak değerlendiremiyordum. Çünkü dedim ya; bu benim için tam bir keşifti!
Karakterler bana aşırı soğuk gelmişti, bu bilgi çok net aklımda. Bunun dışında kitabın konusunu bile unuttum. Hadi ama... Yıllar geçti. Lise üçte mi sonda mıydım... Öyle bir şey. Çünkü yazardan okuduğum ikinci kitabı üniversiteye başlayacağım yaz okumuştum: Sahilde Kafka. Bu kitabın konusunu hayal meyal hatırlıyorum. Ama kitaba dair en net hatırladığım şey çok fazla rahatsız olduğum. Hayatımda, şimdi bile, daha fazla rahatsız olduğum bir kitap okumamıştım. Bu nedenle olacak, hala önyargılıydım. Pek tabii dilden dile dolaşan ve çoğunluğun övgüyle söz ettiği bir kitabı okumanın gururunu yaşıyordum. Eskiden, henüz tam bir keşfe açık olduğum yıllarda - yani lafı gevelemezsem, bilgisizken aahahahha - böyle kendimle övünmelerim de çoktu. Yine de bu kitaba dair sevdiğim tek şey bu olmuştu işte: BEN SAHİLDE KAFKA'YI OKUMUŞTUM YAA, cümlesi. :)
Bu noktadayken hala daha yazarın ne anlattığında sıkışıp kalmıştım. Gerçi bu durum yazarla ilgili miydi emin de değilim. İşin nasıl'ına yarım keşiflerim tamlardan fazlalaşmaya başladıkça yoğunlaşmaya başladım. Bir yazarı ''o yazar'' yapan (örneğin Haruki Murakami'yi Haruki Murakami yapan) şey, ne anlattığı değil nasıl anlattığıdır. E o zaman ne anlattığımızın hiç mi önemi olmaz? Olur da... Kaç yıllık dünya, aynı fikir birilerinin aklına -üzgünüm- daha evvel gelmiş olabilir. Gelmediyse bile -yine üzgünüm- bir fikir sadece çoook orijinal bir fikir diye kimseyi ''o yazar'' yapmaz. Tabii bu konular işin nihayetinde öznel konular. Bana göre asıl başarı sıradışı şeyler anlatmaktan öte, sıradışı bir dille anlatabilmektir. Öyle bir nasıldan ilerler ki bu anlatım, yazar anlattığı her kelimeyle imzasını atar. Böyle yazarlara hayran olurum ben. Çünkü onlar ''the yazardır'' ahahahhah. Edebi başarı başka kulvarda değerlendirilir ve nesnel ölçütleri vardır. Ama özgünlük... Edebiyat yapan biri için benim gözümde her şey olmalıdır. Yoksa sadece, eee veya hımmm tamam, diyorum ve o kitap yorumlarımda yaşıyor; kalbimde\ aklımda değil.
Yazarın nasılını kavramaya başlamam, ondan okuduğum üçüncü kitapla oldu. 1Q84. Kitap bittiğinde uçurumdan yuvarlanmıştım. Ciddiyim odağım falan şaşmıştı. Çok vaoovvv diye değil; abicim sen bunu nasıl yazdın! diye. Nasıl böyle yazılabilir nasıl nasıl nasıl? İşte tam bir keşif yapabileceğim yeni bir alan bulmuştum. Ne sorusu zamanla yarım keşiflere dönüşebilir; oysa nasıl sorusu her yazar kadar çeşitlidir (hemen hemen öhöm). Çünkü her insan tektir. The orijinal, anladın. Nasıl kısmı o yazara özgü olursa, çakma olma şansı kalmaz. Bu kitapla birlikte kitaplara farklı bir gözle bakmaya başladım sanırım. Bundan olacak bu kitap hem yazara, hem Japon Edebiyatı'na, hem de benim kitapların ve kendi anlatımımın içeriğine bakışımda milat olmuştur.
Belki bununla bir ilgisi vardır, belki de yoktur... Ne zaman nasıl sorularıma yanıt arasam, canım Aomame'ye danışırım (1Q84 karakteri). Günlüklerimin vazgeçilmez karakteri hep o olmuştur.
Senin en yakın arkadaşın olan bir karakter var mı?
bir şeyler dinlemek için tıklayabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder