29 Ocak 2025 Çarşamba

Yaban Koyununun İzinde (Haruki Murakami) | Kitap Yorumu

Yazar: Haruki Murakami, Çevirmen: Nihal Önol,
Yayınevi: Doğan Kitap

Üniversite yıllarından tanıdığı genç bir kadının ölüm haberini alan ana karakter, kendini hayatının ve içinin boşluğunu sorgularken bulur. Neredeyse otuz yaşındadır, aslında ondan beklenen pek çok adımı da atmıştır; okulunu bitirmiş, iş kurmuş ve evlenmiştir. Ancak hiçbirinin sonunu kestirememiş, hiçbirini daha en başından kendi iradesiyle yapmamıştır. Sonunda geriye üniversiteden üç beş soluk anı, alkolik ortağıyla yürüttüğü kendi yağında zor kavrulan işi ve eski bir eş kalmıştır. Ölen genç kadını bile adıyla hatırlamaz ana karakter. Ona değer vermediği için mi? Başta böyle gibi düşünür; ancak sonra, değer vermediği kişinin kendisi olduğunu hisseder. 

Ona mektuplar gönderen eski bir dostu vardır. Bu dostun adını, hayatını, geçmişini bilmeyiz. Lakabı Fare'dir ve bir gezgindir. Ana karakter, Fare'ye ulaşamaz ancak Fare, istediği zaman istediği kişiye ulaşır. Aslında bu tek taraflı iletişim ana karakteri rahatsız etmez. Mektupları okur okumaz bir çekmeceye hapseder ve iletişim o noktada kesilir. Ancak bir gün bu eski dostun gönderdiği bir fotoğraf ana karakterin hayatının dönüm noktasını oluşturacak ve kendini oluşturduğu kimliğe hapsetmiş bu karakteri gizemli bir yolculuğa çıkaracaktır. Biz okurlar da kitap boyunca, türünün tek örneği olan bir yaban koyununu arayan ana karakterin yaşadığı içsel ve dışsal macerayı okuruz.

Ana karakterin bir ismi var mıydı vallahi hatırlamıyorum. Çok ilginç ve ana karakterin ölen genç kadının adını hatırlayamamasını düşündüğümde trajikomik. Hatta kitabı da biraz karıştırdım; ama yok. Adamın adı ana karakter olarak kaldı iyi mi, sen anladıysan iyi tabii sevgili okurum. Sonuçta ana olan karakteri anlatıyorum. Gerçekten, bak gerçekten kitabın konusu da bundan ibaret. Bu karakterden. Yine Murakami abim bir sürü gizemler, şekiller şukullar, hatta yakuzavari işler araya katmış ona laf yok; ama işte, konu yine hayatının ve aslında kendinin donukluğundan bıkmış bir karakterin imdadına yetişen, öte alemlere kapı aralayan ve bu ne ağğbii dedirten bir dizi, kah birbirine dolanan, kah paralel ilerleyen ama asla bağlanmayan olaydan oluşuyor.

Kitap, Fare Dörtlemesinin 3. kitabı olarak geçiyor. Yani bir seri gibi! Bu dörtlemenin kitapları sırasıyla; Rüzgarın Şarkısını Dinle, Pinball 1973, Yaban Koyununun İzinde ve Dans Dans Dans şeklinde. Böyle bir seri en başından beri var mıydı emin değilim ama son yıllarda Doğan Kitap'ın bastığı ve Fare Dörtlemesi diye geçen bu dört ayrı kitabın birleştirilmesinden oluşan kitap piyasaya çıkana kadar aslında böyle bir serinin varlığını Japonya'da çıkan kitapları takip etmeyen ''bence'' hiçbir okur bilmiyordu; çünkü kitapların hiçbirinde bir seriye ait olduklarına dair herhangi bir bilgi bulunmamakta... Aslında bana sorarsan -sordun mu- bu ayrıntı çok da önemli değil. Dediğim gibi ben böyle bir dörtlemenin varlığından bihaber geçirdiğim yıllarda zaten alakasız bir sıralamayla Rüzgarın Şarkısını Dinle ve Dans Dans Dans isimli kitapları okumuş ve olaya ayıkmamıştım. Yani kitaplarda hiç bir seri havası yoktu. Kitaplar arasında ortak karakterler olsa da, seriye bu yüzden Fare Dörtlemesi deniyor... :), dediğim gibi her kitap ayrı olayları işlediğinden seri gibi okuma zorunluluğu yok diye düşünmekteyim. Ama tabii ki bu seri kitaplar muhabbeti de cepte dursun, belki ben bu sırayla okuyacağım banane diyen de çıkabilir, karışamam ne haddime; hatta belki öylesi daha iyi olur.

Ben, Haruki Murakami'nin tarzını çok seviyorum. Bütün o mistik, gizemli ve ne oldu şimdi diye okuduğumuz olaylarda aslında bu kitapla birlikte yakalamış olduğum bir ayrıntı var. Normalde çoğu yazar soyut olayları somutlaştırır. Yani soyut bir durumu (his ve düşünce temelli bir oluşumu) anlatan bir yazar bile bu anlatısını somutlaştırma yoluna gider. Bunun nedeni anlattıklarının okurlarca anlaşılmasıdır muhtemelen; çünkü neticede biz okurlar yazarın beyninin içinde neler döndüğünü ancak okuduklarımız kadarınca anlayabiliriz (müneccim değilsek). İşte Murakami abimde, emin olmamakla birlikte, bu durumun tam tersi olarak somut durumları soyutlaştırma olayı var. Adam hayattan somut nesneler çekiyor ve okuruna soyut bir anlatıya dönüştürerek anlatıyor (laf aramızda aslında eeen sevdiğim anlatım biçimi budur). Aslında postmodernizm dediğimiz olay da biraz böyle ama Murakami'yi bu edebi akım içerisinde mi değerlendirmeliyiz (arka kapakta öyle yazsa da) çok da emin değilim. 

Bu kitabında da bazı temel nesneleri çekmiş ve onları karakterlerin iç dünyalarında anlamı olan sembollere dönüştürmüş. Sembol dediğimiz durum zaten başlı başına soyutlamadır. Kitapta geçen Koyun Adam karakteri bunun en bariz örneği. Koyun Adam aslında kendine yabancı ana karakterin bir temsili. Kitapta koyununu içinden atan karakterler hayat amaçlarını yitiriyorlar. Çünkü bulmak için önce yitirmelisin. Bak mesela bu kelime de yazarın kitaplarında sıkça geçer: Yitirmek. Nedir sence yitirmek sevgili okurum? Ya da şöyle sorayım, özellikle de Murakami kitaplarından daha evvel okuduysan, yitirmek kelimesinin yazarın anlatılarındaki esprisi nedir? Her kelime, her sembol (özellikle de sıklıkla tekrar ediliyorsa), yazarların anlatılarına bir nevi tatlandırıcı olarak girerler. Bu kelime de Murakami'nin kurgularının tuzu gibi bir şey benim gözümde. Yitirmek kelimesi, bırakmak anlamında kullanılmakla birlikte; elinde olmaksızın bırakmak zorunda kalmak, şeklinde kullanılıyor (diye düşünüyorum).

Ana karakter bir çeşit depresyonda diyebiliriz. Aslında üzüldüğü durum işini kaybetmek, eşiyle boşanmak veya mafyatik adamlardan aldığı tehditlerle rahatının kaçması falan değil. Onu asıl üzen, koyununun kaçması. :) Burada bir mecazlaştırma, yani diğer bir adıyla soyutlaştırma, var anlayacağın gibi. Ana karakter kitaptaki en şanslı karakter aslında. Çünkü koyunu içinde yer etmemiş. Hissettiği huzursuzluk onun ilacı. Bir şeylerden rahatsız olmadan harekete geçmez insanoğlu, işte bu dramatik gerçekten yola çıkarak, ana karakter rahatsızlıklar yaşıyor. Öncesinde, ''yitirdiklerini'' düşünüyor. Sonrasında, dış müdahaleler yoluyla mekan değiştiriyor. Gittiği yerlerde diğerlerinin hikayelerinin içine giriyor. Diğer bir deyişle kahramanın yolculuğu. Kahraman belki de en iyi, diğerlerinin hikayesiyle öğrenir bazı şeyleri. Ana karakter de ''diğerleri'' aracılığıyla Koyun Adam ile tanışıyor. Uygun konağı bulduğunda insanların içine giren bu koyun, özgür iradenin yitimini temsil etmekte diye düşünüyorum. Ancak bu durum her zaman kötü olmayabilir, kitapta aslında bunu da görüyoruz. Koyununu kaybedince, yani ona dayatılan yaşam şablonunu kaybedince, hayattaki varlık amacını ''yitiren'' başka karakterler bize bunu gösteriyor. 

Tabii Japonlar soğuk adamlar. Belki de tüm bu depresif hareketler ve tripler hep içine atmaktandır. Kim bilir...

Kitabı sevdim ama alışınca ısınıyor tarzı bir kitaptı benim için. İlk 70 sayfada falan ne yazarın anlatımı, ne de olaylar beni kendine çekememişti. Hatta ilk kez bir Murakami kitabını neredeyse bırakacaktım. İyi ki bırakmamışım tabii, sonradan olaylar ve olaylara ilgim açıldı. Favorilerimden oldu veya Murakami'nin okuduğum en iyi kitaplarındandı diyemesem de, farklılık arayan veya Murakami seven okurlar için okunabilir bir kitap (bence'si).

Hoşça ve kitaplarla kalın.


ALINTILAR

''Değişen tek şey, kitaptı. Bir gün Mickey Spillane okurdu; başka bir gün Kenzaburo Oe, başka bir günse Allen Ginsberg. Kitaplarda, ön ve arka kapak dahil, okunmadık tek sözcük bırakmazdı. Okumak demeyelim de, mısır koçanı kemirir gibi kemirirdi kitabı. O günlerde, insanların birbirlerine ödünç kitap vermesi pek olağandı, bu yüzden okuyacak şey bulma sıkıntısı çekmiyordu hiç.'' (Sayfa 12)


''Son derece moral bozucu koşullar içinde kısılıp kalmıştım. Aylar boyu kıpırdayamadım, başka herhangi bir yöne tek bir adım bile atamadım. Dünya, dönmeyi sürdürüyordu; sadece ben, kazık gibi, olduğum yere çakılıp kalmıştım.'' (Sayfa 15)


''Aslında söylemek istediğin şeyi söylemeyi bir türlü başaramıyorsun, demek istediğin bu, değil mi?'' (Sayfa 16)


''Birileriyle ne zaman tanışsam, on dakika sürekli konuştururum. Sonra onların bana anlattıklarının tam zıddını ölçü alırım.'' (Sayfa 49)


''Bütün bu süre içinde bir başkası mı yaşayagelmişti benim hayatımı?'' (Sayfa 55)


''Bu solucan evreninden kurtulmanın tek yolu, başka bir simgesel rüya görmek.'' (Sayfa 85)


''Sinirlenmek yaşamdaki yolumuzu yitirmek demektir.'' (Sayfa 153)


''Gözlerim kapalı, yüzlerce perinin minicik süpürgeleriyle kafamın içini süpürdüklerini hissedebiliyordum. Ha bire süpürüyorlardı, ama boşunaydı. Hiçbirinin aklına bir de faraş kullanmak gelmiyordu.'' (Sayfa 155)


''İnsanların sokaklarda aylak aylak dolandığı milyonluk bir kentin göbeğinde ol da, arayacak kimse bulama.'' (Sayfa 155)


''Artık keşke falan yok. Bunu sen de biliyorsun, değil mi?'' (Sayfa 333)


''Basitliğin yolu hem uzun hem çetindir.'' (Sayfa 342)


''Kumsalın son elli metresinde oturup ağladım. Ömrümde hiç bu kadar çok ağlamamıştım.'' (Sayfa 353)



Not: Bu kitap yorumu yazısı reklam değildir, kitap önerisidir.



2 yorum:

  1. hımmm herkese bir koyun kampanyasııı :) bir koyun kaybedene bir huzursuzluk bedava :) murakami senin yazarın gözümde :) üç dört kitabını okudum daha henüz bana biraz uzak soğuk geliyor bakalımlım :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Soğuk zaten baya :) Bu Japonlar genel olarak soğuk ama. Japon Edb. okudukça vardığım sonuç bu. Murakami'nin karakterleri ise ıssız adam, ıssız kadın tadında :)) ekstra soğukluk ordan geliyor bence.

      Sil

Diğer yazılarıma da göz atabilirsiniz.