Son dönemde eski günlüklerimi okuyorum. Önceden bir dönem sadece yazar, yazdıktan sonra dahi ne yazmışım diye okumazdım. Sanki o an yazmak sadece tuttuğum nefesi salmaktı benim için. Patlarcasına tuttuğum Dünya'nın oksijenini, yazarak kendi nefesime dönüştürürdüm. Hala yazıyorum tabi; ancak bu sefer yazdıklarımı çoğu zaman okuyorum.
O zamanlar yazdıklarımı okumadığım için, yazdığım her şey tam anlamıyla sürpriz oluyor bana. Çoğu zaman hislerimi ve düşüncelerimi yazmışım. Aralarda da tabi yaşadığım olayları. O olaylardaki bazı kişilerle şu an görüşmüyorum; ya da, eskisi kadar sık ve eskisi gibi açıklıkla görüşemiyorum.
Bazı şeyleri özlüyorum mu desem... Böyle sanmıştım biliyor musun? Buraya da yazamadığım ve dikkatimi dağıtamadığım dönemde böyle sanmıştım. Özlem bu! demiştim. Belki de öyleydi, bilmiyorum. Bir şeyden kaçamadığında, o ''şey'' öyle ya da böyle etrafını sarıyor, köşeye sıkıştırıyor seni. Hayır, bu da saçmalık. Hiçbir şeyin seni köşeye sıkıştırdığı falan yok. Sensin kendini köşeye de sıkıştıran, dağlarda bayırlarda da koşturan, uzay boşluğunda nefessiz de bırakan... Yine de bazı hisler vardır ve o bazı hislerden kaçmak için dikkatimizi dağıtamadığımızda onlarla yüzleşiriz. Aslında tam da bu noktada kontrol bizim elimizdedir. Acaba kendimi köşeye mi sıkıştıracağım, özgür mü bırakacağım?..
Bazı duygular bazı başka duyguların kişi tarafından dününden bugününe yansıtılması oluyor sanırım. Yani aslında başka şeyler hissediyorsun ama başka şekillerde tepki verebilmene imkan doğsun diye yalancı duygular yaratıyorsun zihninde. Öfke mesela; korktuğun için, belki üzüldüğün için öfke duyabiliyorsun. Özlem mesela; o aslında ya hüzün ya da sevinçtir ama sen kaçmak için o hisleri bugününe ''özlem'' adıyla yansıtıyorsun. Geçmişe duyulan türünde özlem, en azından benim bugünümdeki düşüncelerimde, bu anlama geliyor.
Peki ya aslında dünde de kaçtıysan? O zaman dünün kaçkınlığı, bugünün hangi hissi olur? Bilmiyorum, çok da önemli değil zaten. Bildiğim tek şey, her ne olursa olsun, belki de bugünümde dokunabilmek istediğim şeyler dünde kaldığı için hissettiğim o buruk his.
Hiçbir şey aynı kalmıyor. En çok da sen aynı kalmıyorsun sanırım. Belki de bu yüzden buruk hissediyorsun. Beklentilerin değişiyor en başta. ''Önce ben'' demeyi öğrenmek zorunda kalıyorsun. Ama önce ben dediğinde de bazı şeyleri bırakman gerekiyor. Belki bu sana uzun vadede iyi gelecek, sınırların belirlenecek falan fişman. Ama yine de bırakmak hep zor gelir. Özlemin hissedilen bir türü de böyledir işte: Bırakamamak.
Oysa güzel bir anıyı hatırlamakta ne sakınca var, yok. Yok; sorun onu bugününe taşıyamadığında başlıyor. Anlatamadığında, anlayamadığında; bazı bağların artık gevşemiş olduğunu fark ettiğinde, belki bağ kurmak bile istemediğini anladığın zamanlarda başlıyor. Gözünü dolduran, belki seni olmadık zamanlarda ağlatan anlarda. Abuk sabuk şeyleri çok taktığını fark ettiğinde. Ama aslında o ''şeyler'' abuk sabuk falan değil. Sadece değişmiş, dönüşmüş; veya sancı çekiyor değişmek, dönüşmek için. Tutma artık işte. İsteklerini de dönüştür, beklentilerini de; sen de dönüşüyorsun zaten istesen de istemesen de. Önce ''ben'' demekten de korkma. Belki zor olacak başlarda ama su akacak ve belki şelaleye götürecek seni; özgürleştirecek...
Sorun bunu bilememen de olmuyor ki. Gayet de farkındasın her şeyin. Bu bazen her şeyi komikleştiriyor, bazense hüzünlü bir hava katıyor. Bazen özlem hissinin sana sarılmasına engel olamıyorsun hem. Bazen geçmişten gelen, bazen gelecekten gelen haliyle; sana usulca sarılıyor özlem, ''git'' demek zorlaşıyor. Aslında yazdığımda bu da komik geliyor. Sadece sen olduğunda, isteklerin beklentilerin ötesine geçebildiğinde; böyle yansıtmalarla uğraşmaz, sen istediğin şeylere sarılabilirsin çünkü. Sarılmaktan korkmadan.
Tüm bunlar iyi güzel de, beni aslında asıl hüzünlendiren şey, yukarıda yazdığım tüm o ''ben'' olma olayını aslında bilinçsizce de olsa yapmam. Kendimi kendim gülümsettiğimde, kendime kendim yol gösterdiğimde, bazen kendime kendim sarıldığım ve kendimi kendim avuttuğumda; güçlü olmak yerine üzgün oluyorum çünkü. Keşke hep kendime yönelik olmasa bunlar diye düşünüyorum. Keşke bir kere de kendim kendimi gülümsetmesem.
bir şeyler dinlemek için tıklayabilirsin.
Bu yazında kendimi buldum. Bir şeylere çok kafa yoruyorum, sonra unutmak için başka şeylere odaklanıyorum ama aslında unutulmuyor öfkemi, kırgınlığımı hep ertelemiş oluyorum ve zamanla birikiyor. Belki de kırıp dökmekten korktuğum için her şeyi sonuna kadar ertelemeye çalışıyorum, sonunda bir yerde takılıp kalacağımı hissetsem de. Kalemine sağlık.
YanıtlaSilEvet ben de öyleyim. Son ana kadar içimde tutuyorum, sonra da bir anda tuttuğum her şeyi dışarı atıyorum. Aslında bu elimde de olmuyor, sonsuza kadar tutamazsın neticede. Veya bir konuda bir şeyin önemi olmadığına kendimi inandırmaya çalışıyorum ama aslında önemi var. Öneminin olduğunu kendime itiraf ettiğimde ipler kopuyor. Bazen bir şeyleri benim tuttuğumu hissediyorum ve bıraktığım anda o şey yere yuvarlanıyor. Sahiden de sadece ben tutuyormuşum, sonra bunun kırgınlığını yaşıyorum. En doğrusuysa bir şeylerin bozulmasından korkup da hiçbir şeyi içinde tutmamak, vaktiyle sorunları halletmek bence. Bişi yok bişi yok deyince bir şey olmamış olmuyor.
SilTeşekkür ederim yorumun için de. :)
Bence kendi kendine yettiğin için mutlu olmalısın..
YanıtlaSilTam olarak değil ama zaman içinde en azından duygusal anlamda bunu öğrendim gibi gibi. Tabi duygusal farkındalık günün sonunda elle tutulan bir şey olmuyor. O yüzden belki de somut şeylere daha çok enerjimi harcamam çok daha iyi olacak. Yorumunuz için teşekkür ederim. :)
SilÖnce ben demen çok güzel. Öyle demezsen kırılan, kaybeden olursun bu hayatta.
YanıtlaSilBen biraz da zorunluluktan diyorum :)
Silkurgu yazarken herhalde kendimizin dışına çıkıyoruz de mi :)
YanıtlaSilYani evet, tam da bu yüzden yazmayı seviyorum sanırım. Kendimin dışına çıkabildiğim için. Gerçi hala bu konuda biraz sorun yaşıyorum ama daha iyi olacağıma inanıyorum! :)) Bir de yazarken uçuyorsun, vuuu :) Başka başka bedenlere giriyor, başka başka olaylar yaşıyorsun, mükemmel.
Sil