14 Temmuz 2023 Cuma

İmkansızın Şarkısı (Haruki Murakami) | Kitap Yorumu

Yazar: Haruki Murakami, Çevirmen: Nihal Önol,
Yayınevi: Doğan Kitap

Gençlik, dostluklar, ilk aşk... Hepsi bir perdenin ardında kalmış gibi Vatanabe için. Kitabın başında Vatanabe'yi 37 yaşında bir adam olarak görüyoruz. Bir uçakta yolcu; iniş yapacakları Almanya'nın, yemyeşil uzanan arazisine bakıyor. Gördükleri onu neredeyse yirmi yıl öncesine götürüyor. Bir kızla tüm Tokyo'yu gezdiği günlere. O kızı anımsamasının her geçen yıl daha da uzun sürdüğünü söylüyor. Yine de ona dokunabilirmiş gibi, bastığı toprağı hissedebilirmiş gibi; bir şekilde anılarının hep derinliklerinde bir yerde canlı kaldığını düşünüyor. Kitap boyunca bize ilk gençlik yıllarını anlatıyor Vatanabe. En yakın ve çocukluk arkadaşı olan Kizuki'nin intiharından başlayarak ilk gençlik yıllarında üniversite hayatı boyunca yaşadığı olayları anlatıyor kitap boyunca.

Vatanabe (Toru) sıradan bir çocuk. Pek fazla göze batmayı sevmeyen, ondan beklenenleri sessiz sedasız yapan; kendi halinde biri. Lise yıllarında yüreğine heyecan veren anlar dostu Kizuki ve onun sevgilisi Naoko ile yaşadığı güzel zamanlara ait. Ancak bir gün onu ve Naoko'yu derinden etkileyecek bir olay yaşanıyor. Kizuki yaşamına son veriyor. Bu beklenmedik bir olay herkes için. En çok da Naoko ve Vatanabe için. Vatanabe, üniversite okumak için yaşadığı küçük kasabadan olabildiğince uzağa gidiyor. Tokyo'da çok da ilgisini çekmeyen bir üniversitede, çok da ilgisini çekmeyen bir bölümde, çok da ilgisini çekmeyen insanlarla dolu bir yurtta kalarak yaşamını sürdürüyor. Bir gün tesadüfen Naoko ile karşılaşıyorlar. O günden sonra her gün Naoko ile Tokyo sokaklarını arşınlıyorlar beraber. Bir amaçları olmadan yürüyorlar, yürüyorlar. Sonra, Vatanabe aşık oluyor; ancak Naoko bu aşka hazır değil. Naoko, Kizuki'nin ölümünden sonra toparlanamıyor. Şehirden uzakta bir dağ arazisine kurulmuş rehabilitasyon merkezine tedavi olmaya gidiyor. Vatanabe ise bir yandan yaşamına devam ederken, diğer yandan arkadaşı ve aşkı olan bu kızla iletişim kurmaya devam ediyor. 

Her ne kadar kitap boyunca Vatanabe ve onun çevresindeki karakterlerin başından geçenleri okusak da; bana kalırsa kitabın asıl odak noktası Kizuki'nin ölümü. Tüm olaylar, hatta tüm karakterler, sanki bir şekilde bu olaya bağlı gibi. Hepsinin kendi hayatı var: Naoko, Midori, Reiko, Nagasava, Hatsumi, Faşo... Hepsini aslında Vatanabe'nin gözünden görüyoruz. Ancak bir şekilde hepsi Kizuki'nin ölümüne bağlı. Belki de Vatanabe, aslında sandığından çok daha derin bağlarla dostuna uzun süre bağlı kaldığı için bu böyledir.

Vatanabe yoluna devam eden bir isim. Ne olursa olsun yaşamını sürdüren. Bir adım atan, sonra diğer adımı. Zaten Murakami'nin kitaplarında illa ki bu kafa yapısına sahip en az bir karakter bulunuyor ve bu karakter illa ki bunu dile getiriyor. Ben sadece sürdürüyorum, olayını. Ancak bu ''sürdürme'' eyleminin derinlerinde geçmişte kapanmamış bir çukurun var olduğunu görüyoruz. Karakter yaşamını ''sürdürmek'' için ne kadar ritmik adımlar atarsa atsın, bir şekilde karakterin başına gelen tüm olaylar bu çukura saplanmış oluyor. Diğer yandan, karakterin kendini ''var etme'' biçimi de bu oluyor. Karakter ancak ilerleyerek, öyle ya da böyle, istese de istemese de, keyif alsa da almasa da; ama ne olursa olsun ilerleyerek kendini var edebiliyor. İşte bu kitaptaki bu rol de Vatanabe'ye verilmişti.

Naoko ise kırılgan bir kız. Sevgilisi Kizuki, onun aynı zamanda çocukluk arkadaşı olduğu için onun ölümünü kabullenmekte zorlanıyor. Kitap ilerledikçe aslında Naoko'nun yaşadığı travmanın Kizuki'nin ölümüyle sınırlı kalmadığını görüyoruz. Kendisinin de söylediği gibi, hissettiği olumsuz ruh durumu aslında çok daha derinlerden kökleniyor.

Midori, Vatanabe'nin üniversiteden arkadaşı, özgür ruhlu bir kızımız. Aynı zamanda kitaptaki en sevdiğim, hatta bayıldığım isim. Kendisi gerçekten kanlı canlı var olsa, arkadaş olmak bile isteyebilirdim. Onun da yaşamı kolay değil. Aslında yaşadıklarına baktığımızda ana karakterlerin üçünün de benzer durumlarla karşı karşıya kaldıklarını görüyoruz. Ancak burada farklılaşan nokta, üç karakterin de yaşadıkları olaylara farklı şekilde tepkiler vermeleri. Bu bakımdan Midori'nin diğer iki isme oranla daha farklı bir yaklaşımla yaşamına devam ettiğini görüyoruz.


Kitapta yer alan diğer karakterlerden özellikle de Reiko ve Nagasava'nın, Vatanabe'nin varlığının gölgesinden sıyrılıp kendilerine ait bir varlığa sahip olduklarını görüyoruz. Karakterlerin düşüncelerini daha derinlemesine görebiliyoruz. Üstelik karakterlerin hepsi de şahsına münhasırlar diyebiliriz. Sevip sevmemek tabi ki ayrı bir olay, ki zaten kitapta sevdiğim tek karakter de Midori'ydi, ancak böyle farklı bakış açılarına sahip karakterlerin düşüncelerini okumayı seviyorum. Murakami ise kullandığı basit dile karşın, karmaşık düşünceleri bir arada bünyesinde barındırabilen orijinal karakterleri okurlarına sunabiliyor.

Kitaptaki pek çok alıntıyı kaydettim. Kitabın ana hikayesini ve karakterlerin bakış açılarını beğendim. Ancak kitapta şu anda üstünde durmadan geçemeyeceğim ölçüde rahatsız edici kısımlar da bulunuyordu. Özellikle de Reiko karakterinin geçmişini bu denli rahatsızlık verici bir biçimde ele alması gerekli miydi yazarın, biliyorum: Değildi. Yazarın cinselliğe ilişkin fantezilerinin olduğunu anlamam için tek bir kitabını okumam bile yeterliydi. Bunda bir sorun yok; sonuçta onun kitabı, cinselliğe de yer verebilir şahsi yaratıcı fikirlerine de. Ancak, bazen yazdıkları artık bambaşka boyutlara ulaşıyor. Belki de bunu tam da bilinçli olarak yapıyordur, bilemiyorum.

Yazarın kendi kişiliğini sevmemeye daha yakın olduğumu düşünüyorum. Ancak yazdığı kitaplarda bir noktada beni çeken bir şeyler mutlaka oluyor. Yazdığı bir cümle, bir karakterin anlık bir ruh hali, o boşverilmiş hava... Bilmiyorum, Murakami kitaplarını seviyorum; ama sanırım yazarın kendisini pek değil. 

Aynı zamanda kitabın bir film uyarlaması da bulunuyor.



ALINTILAR

''İşte bunun için yazıyorum bu kitabı. Düşünmek için. Anlamak için. Ben böyleyim. Olayları tam olarak kavradığımı hissedebilmek için, sözcüklere dökmek zorundayım...'' (sf: 10)


''Neden bu kadar katısın? Hadi rahatla biraz, şu kalkanlarını indir. O kadar gerginsin ki, hayatta hep en kötüsünü bekliyorsun. Biraz bırak kendini, gerisi gelecek.'' (sf: 13)


''İçimden bir şey koptu gitti ve bu boşluğu dolduracak hiçbir şey çıkmadı.'' (sf: 57)


''Sen beni kırmadın. Ben kendi kendimi kırdım. Tam olarak hissettiğim bu.'' (sf: 60)


''O kadar uzun zaman bekledim ki, mükemmeli arar oldum. Bu, işi zorlaştırıyor.'' (sf: 101)


''Birisine yazabilmek ne harika bir şey! Düşündüğünü birine söyleme isteği duymak, masanın başına geçmek, kalemi eline almak, düşüncelerini kelimelere dökebilmek gerçekten olağanüstü. Kuşkusuz, yazarken, söylemek istediklerimin ancak bir bölümünü dile getirebildiğimi görüyorum, ama bu beni rahatsız etmiyor. Şimdilik, sadece birine bir şey yazma isteğini duymak bile beni mutlu ediyor.'' (sf: 114)


''Kalbini açabilen insanlar var, bir de açamayanlar. Siz açabilenlerdensiniz. Ya da daha doğru deyişle, istediğinizde bunu yapabiliyorsunuz.'' (sf: 132)


''Yüzlerimiz birbirinden ancak otuz santim uzaktaydı, ama aramızda sanki ışık yılları bulunuyordu.'' (sf: 170)


''Yiyeceğin lezzetli gelmesi iyi bir şey. Sanki yaşadığınızın bir tür kanıtı gibi.'' (sf: 247)


''A kişisi B kişisini, ancak bunun için doğru zaman olduğunda anlar. B kişisi A kişisi tarafından anlaşılmak istediği için değil.'' (sf: 269)


''Kendine acıma. Bunu aptallar yapar.'' (sf: 307)


''Gerçekten umursadığın birinin kalbini kırmak, hem de bunu bilinçsizce yapmak ne kadar korkunç bir şeydi.'' (sf: 310)


''Sen kendi dünyanın içinde hapsolmuş durumdasın, kapını tıklattığımda iki saniye bana bakıyor ve sonra tekrar içine dönüyorsun.'' (sf: 322)


''Birini sevmek olağanüstü bir şeydir ve bu sevgi eğer gerçekse, kimse içinden çıkılmayacak bir labirente düşmez.'' (sf: 342)


''Olaylar doğal akışına bırakıldığında, zaten gitmeleri gereken yere giderler. Ne kadar çabalarsanız çabalayın, insanlar kırılmaları gereken zaman geldiğinde kırılacaklar. Hayat böyle.'' (sf: 343)


''Hiçbir gerçek, bir sevdiğimizi kaybettiğimiz zaman duyduğumuz kederi gideremez. Hiçbir gerçek, hiçbir samimiyet, hiçbir güç, hiçbir nezaket bu acıyı geçiremiyor. Tek yapabileceğimiz şey, üzüntüyü sonuna dek yaşamak ve sonunda bundan bir şey öğrenmek, ama her ne öğrenirsek öğrenelim, bir sonraki beklenmedik üzüntüde bir yardımı olmuyor.'' (sf: 347)


"Mektuplar, kâğıttan başka bir şey değil" dedim. "Yakılsalar bile, yürekte kalması gerekenler kalır; yakılmayıp saklansalar bile, uçup gitmesi gereken uçup gider." (sf: 371)


kitapta sıkça geçen parçayı dinlemek için tıklayabilirsin.


Hoşça ve kitaplarla kalın.

:)




10 yorum:

  1. Murakami biz kuşağı için sanırım geçmişte kalmış bir şarkı artık, uzun zamandır hiç aklıma gelmemiş kendisi, yazını okuyunca gidip Murakami kitaplarıma baktım ve geçmiş zaman olur ki dedim, kendisi artık bir mazi benim için:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aslında hala baya popüler bir yazar. Hala da üretken. Dilimize baya kitabı çevrildiğinden okumadığım kitapları var. Ama okuduğum kitaplarındaki havayı hep sevmişimdir. 1Q84 isimli kitabı en sevdiğim kitaplardan. Ancak dediğim gibi, bu kitabıyla da daha iyi anladım ki, yazarın kendi kişilik yapısı bana uymuyor. Olsun, kitaplarına bakıyorum ben diyerekten konuyu kapatıyorum. :)

      Sil
  2. Murakami çok ilginç bir yazar bu kitabını okumadım elimde 1Q84 var bakalım ona başlayacağım bir ara. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet ilginç birisi. Bir de yazımda bu kadar da laf lafı açınca eklemeyi aklımdan çıkardığım bir şey var. İmkansızın Şarkısı'nda Murakami'nin o beşinci boyutumsu evreni ve canlıları yoktu. Her şey gerçek dünyada yaşananlardan ibaretti. Yine onun tarzından bir kitap ama dediğim gibi daha az fantastiklik esintisi var. 1Q84 buram buram esiyor, fantastik fantastik :)

      Sil
  3. Alıntılardan önce son yazdıkların nedemiyle okuyamaya karar verdim, zaten 1q84'ü de bu yüzden sevmemiştim. Yazar bana hitap etmiyor malesef.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu, 1Q84'ten de başka boyutta, öyle söyleyim.

      Sil
  4. hımmms yazarı değil de kitaplarını sevmek olabilir tebi :) tersi de olabiliyor :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet bazen birinden biri, bazen ikisi de olmayabiliyor :)

      Sil
  5. Yazarı hiç okumadığım için sever miyim bilmiyorum. Bana uzak gibi geliyor ama öncelikle bir kitabını okuyup öyle karar vermeliyim:)
    4. ve 5. alıntıyı çok sevdim:)))

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Aslında kurguları farklı oluyor ve en azından ben pek çok alıntıyı kaydediyorum ama herkese hitap edebilecek bir yazar değil. Bazı sahneleri sanki gerçekten yazmak için yazıyor gibi geliyor bana. Yine de tabi bir okuyup kendiniz karar verin. Ben zaten yazarın kitaplarını ve genel olarak bakış açısını okumayı seviyorum. Ama, amalarım var işte. :)

      Sil

Diğer yazılarıma da göz atabilirsiniz.