Yazar: Thomas Mann, Çevirmen: Kasım Eğit & Yadigar Eğit, Yayınevi: Can Yayınları |
Kitabın konusu bir Hint efsanesine dayanıyor. Şridaman ve Nanda farklı kastlara mensup yakın iki arkadaştır. Şridaman bir tüccarın oğludur. Nanda ise babası gibi hem demircilik yapmakta, hem de inek gütmektedir. Farklı kastların getirdiği farklı yaşam tarzları bu iki delikanlının gerek kişilik, gerek fiziksel görünümlerinde de kendini göstermektedir. Şridaman çocukluğundan itibaren kutsal Veda metinlerini öğrenmiş, felsefi sohbetler yapmayı seven, entelektüel donanıma sahip biridir. Aynı zamanda fiziksel olarak pek fazla aktivitede bulunmadığı için bedeni çelimsizdir. Nanda ise entelektüel birikim yönünden Şridaman'dan yetersiz olmakla birlikte, bedensel açıdan daha gelişkin ve dikkat çekicidir.
Birbiriyle yaşıt olan biri akıllı, diğeri yakışıklı bu iki dost, bir gün yeşillik bir alanda otururlarken güzeller güzeli Sita'yı görürler. Şridaman daha o anda Sita'ya aşık olur. Hatta genç adam bu güzel kıza öyle bağımlı bir aşkla vurulmuştur ki, bu aşk Şridaman'a bir hastalık gibi gelir. Kendini yakarak öldürmeyi istediğini, bu aşk hastalığının onu tükettiğini çok geçmeden dostu Nanda'ya açar. Arkadaşının aksine neşeli bir mizaca sahip olan Nanda bu durumla önce eğlenir, sonra arkadaşının derdine derman olmak için Sita ile Şridaman'ın yapacağı evlilikte aileler arasında aracı olur. Şridaman ile Sita evlenir. Aslında Nanda Sita'yı Şridaman'dan daha önce görmüştür. Bir şenlikte genç kızı Güneş Tanrısı'na, gökyüzüne, doğru salıncakta sallamıştır. Bu anı Sita da hatırlar. Kocası Şridamanla geçirdiği günlerinde kocasının dostunu yakından izler ve evlendiği kişiyle ilgili yanlış karar verip vermediğini sorgular. Çünkü görünen o ki Sita aslında Nanda'yı arzulamaktadır.
Bir gün bu üçlü Sita'nın ailesine ziyarete gitmek için bir yolculuğa çıkarlar ancak yolda kaybolurlar. Bir tapınağın önünden geçerlerken Şridaman ana tanrıçaya dua edeceğini söyleyerek bir tapınağa girer. Tanrıça Kali yaratma, koruma ve yok etme gücüyle bedenlenen bir Hindu tanrıçasıdır. Aynı zamanda cinsellik ve şiddet gibi anlamlarla da ilişkilendirilmekteymiş. Çeşitli mitlerde ''iyi'' ve ''kötü'' anne simgeleri bulunmaktadır. Tanrıça Kali de anne ve anne sevgisinin sembolü olarak kendini göstermektedir. Kali aynı zamanda savaşçı bir tanrıçadır. Bir elinde kılıç, diğer elinde kesik bir baş ile savaş meydanında tasvir edilmektedir. Bu tanrıçanın mabedine giren Şridaman ortamın ve gergin ruh halinin de etkisiyle adeta büyülenmiş gibi kendini kendi başını bir kılıçla gövdesinden ayırmak suretiyle tanrıçaya kurban eder.
Gidip de dönmeyen Şridaman'ı merak eden ikiliden Nanda da tapınağa girer. Gördüğü manzara ile dehşete düşer. Ancak arkadaşının neden böyle bir eylemde bulunduğunu anlar. Her ne kadar eylemde bulunulmasa da, Nanda da Sita'nın kendisine olan ilgisinin farkındadır ve arkadaşının ölümü Nanda'da suçluluk duygusu uyandırır. Zaten bu iki arkadaş birbirine çok derin bağlarla bağlıdır. Birlikte ölmeyi isteyecek kadar derin bağlarla. Nanda da tıpkı arkadaşı gibi kendini kurban eder. Başları vücutlarından ayrılmış bir halde yerde yatan iki genç adamla karşılaşan Sita krize girer. Sonrasında o da kendini aynı biçimde öldürmeye karar verir ancak buna gücü yetmeyeceği için kendini asmakta karar kılar.
Sita Şridaman'dan hamiledir. Kendini ve dolayısıyla bebeğini öldürmek üzereyken Tanrıça Kali öfkeli sesiyle Sitayla konuşur. Onu bir güzel azarladıktan sonra tapınakta başları kesik bir şekilde yatan iki adamı nasıl kurtarabileceğinin yolunu anlatır. Sita, tanrıçanın söylediklerini aynen uygular. Ancak telaşla (!) bir hata yapmıştır. Kocası Şridaman'ın başını Nanda'nın vücuduyla, Nanda'nın başını da Şridaman'ın vücuduyla birleştirmiştir. Farklı bedenlerde canlanan bu kafalar şaşkınlıkla durumu anlamaya çalışırlar. Şimdi ortada içinden çıkamadıkları bir sorun vardır: Sita'nın kocası hangisidir?
Cinsel birleşme bedenle sağlandığı için beden sahibinin Sita'nın bebeğinin babası olacağını düşünür Nanda. Ancak öte yandan bir kişinin benliğini oluşturan da kafadır. Kopan kafalarla ikilinin bedenlerinin bir anlamının kalmadığını da görmüştük. Ancak bu üçlü, durumu çözemeyerek dağlarda yaşayan bilge bir çilecinin fikrine başvururlar. Bu bilge adamın söyledikleri ile bu üç kişinin yaşamı değişir. Kitapta verdikleri kararın getirdiklerini okumaktayız.
Kitap, Thomas Mann'dan okuduğum ilk kitap. Yazarın kitaplarını okumayı uzun zamandır istiyordum. Açıkçası yazarla tanışma kitabımın daha farklı bir kitap olacağını düşünüyordum. Zaten yazarın bu kitabından da çok yakın bir süreçte haberdar olmuştum. Bir efsaneyi, hem de bir Hint efsanesini, konu aldığı için kitabı merak etmiştim. ''Hem de'' diyorum çünkü Doğu kültüründeki mitler ve mistik hava ilgimi çekiyor. Kitabı kütüphaneden alırken yanında bir de bir Hermann Hesse kitabı almamın (bakınız Ağaçlar ) bu seçimimde bir etkisi var tabi ki. Hermann Hesse de daha evvel okuduğum Siddhartha isimli kitabında Hint felsefesini merkeze almıştı. Konusu itibariyle bu kitapta da aynı havanın olabileceğini düşünmüştüm. Thomas Mann'ın yazdıklarını bu kitabı ile tanımaya karar verme nedenim de işte bundan ileri geliyor.
Peki beklediğimi buldum mu dersem; kitabı okurken değil, derim. Peki bu ne demek? Kitabın dilinin fazla dolambaçlı olduğunu düşünüyorum. Hatta aynı kitabın yarı sayfa sayısına sahip bir şekilde bile anlatılabilineceği kanaatindeyim. Kitabı okurken beni dili rahatsız etti. Hani bir yere oturursunuz, oturduğunuz o yerde görünürde bir şey yoktur ama poponuza bir şeyler batar da size bir rahat vermez ya; işte kitapta kullanılan dil bana aynı biçimde bir rahatsızlık hissi verdi. Bu bakımdan kitaba alışmam için ara vermeden sabırla okumam gerekti. Dili ağır veya anlaşılmaz değildi; ancak en doğru tanımlama ''dolambaçlı'' olacaktır sanırım.
Kitabın konusu da aslında basit gibi görünüyor ama özellikle de Tanrıça Kali ile ilgili biraz araştırma yapınca bu konu lezzetleniyor. Sita ile Kali arasında bir ilgi kurulduğunu görüyoruz çünkü. Kali'nin bir elinde kılıç, diğer elinde kopmuş bir kafa ile savaş meydanında simgelendiğini ifade etmiştim. Aynı zamanda bu tanrıça, dişiliğin de bir sembolü. Kendisine çeşitli dönemlerde gerek hayvan, gerek insan kanları kurban edilmiş. Şimdi kitabımızın karakterlerine geri dönelim. Sita'nın da savaşçı bir kandan geldiğini, kusursuz vücut hatlarına sahip olduğunu ve bu iki gencin aslında temelde kanlarını tanrıçaya değil, Sita uğruna akıttıklarını görüyoruz. Sita'nın aşkı uğruna kriz geçirip kendini kurban eden Şridaman ile bu kaybı açıklayamayacağı için aynı biçimde ölümü seçen Nanda ilk aşamayı, yıkımı oluşturuyor. Ölüm ile gelen sonu, tanrıçanın yönlendirmesiyle dönüştüren Sita, ikilinin farklı bedenlerde yeniden dirilmelerini sağlıyor. Bu da yeniden doğum. Tanrıça Kali'nin yıkım, ölüm ve doğum gücünü Sita'nın bedeni üzerinden gerçekleştirilen eylemlerle görüyoruz. Kaldı ki Sita'nın hamileliği de başka bir ayrıntı olarak doğurganlığı simgeliyor olabilir. Çünkü doğan çocuğun yalnızca Sita'ya benzediği ve tanrıça tarafından bizzat Sita'ya verilmiş bir bebek olduğu kitapta ifade edilmekte.
Bir de tabii ''hoşlandığımız bedenlere hayalimizdeki ruhları koyuyoruz ve bunu aşk sanıyoruz'' mevzusu var. :) Sitacığımın yaptığı da aslında tam olarak bu. Kendisi kocasını sevmiyor değildi. Ancak fiziksel çekim duyduğu kişi Nanda'ydı. Nanda'nın bedeni kocasında olursa tüm sorunları çözülür sandı. Ancak zihin ile bedenin bir bütün olduğu gerçeğini es geçti. Zihnimiz benliğimizi, benliğimiz yaşam standartlarımızı, yaşam standartlarımız ise ''bedensel'' görünümümüzü oluşturur. Kaslı bir vücuda sahip biri hiç antrenman yapmazsa ve bedenine özen göstermezse o kaslar ilelebet onunla olmayacaktır pek tabii. Aynı şekilde çelimsiz bir vücut zorlu şartlarda ve kas gücüne dayalı bir yaşama biçimiyle aynı şekilde kalmayacak, güçlenecektir.
Bedenin güzel hatlara sahip olması o bedeni çekici kılmak için de yeterli değildir. Bunu bizim ikili üzerinden de görüyoruz. Nanda vücuduna bakan, kokular sürünmeyi takıp takıştırmayı seven neşeli mizaçlı çekici birisi iken; Şridaman bunlarla ilgilenmeyen, göze batmayan rahat giysiler giyen ve ciddi düşünceleriyle ön plana çıkan birisi. Haliyle bedenleri değişse bile benlikleri aynı kaldığı için Nanda'nın güzel vücudu Şridaman üzerinde daimi bir kostüm olarak kalmayacaktır. Beden ve zihin bir bütündür. Kişinin bedenine bakış açısı ve buna bağlı olarak gerçekleştirdiği veya gerçekleştirmediği eylemler bedeninin görünümünü etkiler.
Özetle, benim için orta karar bir kitaptı. Kitabın farklı bir havaya sahip olmasını sevdim. Zaten bahsettiğim ''dolambaçlı'' dil kullanımının da kitabın bir efsanenin anlatımını konu almasından ileri geldiğini düşünüyorum. Yine de bunu sevdiğimi söyleyemem. Okuduğum için pişman olmadığım ama çok da etkilenmediğim bir kitap oldu Değişen Kafalar.
Hoşça ve kitaplarla kalın.
:)
ALINTILAR
''Dinle, ne kadar da sessiz! Sessiz sözcüğünü özellikle kullanıyorum, zira bizi dinlemeye yönelten şey sessizliktir. Çünkü böylesine bir sessizliğin içinde tamamen sessiz olmayan ve sanki rüya âlemindeymiş gibi konuşan her şeye bizim kulak kabartmamız gerekir ve biz bu sessizliği düşlerimizdeymiş gibi duyumsarız.'' (sf: 18)
''Bütün canlıların iki türlü varoluş biçimi vardır. Biri kendileri için, diğeri başkalarının gözleri için. Bunlar vardır ve görülebilir. Bunlar ruh ve görüntüdür.'' (sf: 31)
''O küçük cadı senin görüş alanında biraz fazla kaldı ve Aşk Tanrısı Kama da çiçekli okunu senin kalbine sapladı; çünkü kulağımıza bal arılarının vızıltısı gibi gelen şey gerilen ok yayının çıkardığı vınlamaydı. Bu aşk sarhoşluğunu sana baharın kız kardeşi Rati yaşattı. Bunların hepsi de son derece sıradan ve her gün yaşanan hoş şeylerdir ve insanlar için çizilen sınırı kesinlikle aşmazlar.'' (sf: 42)
''Gündüz baykuşun, gece ise karganın gözü kördür. Ama aşk hastalığına tutulanın gözü hem gündüz kördür hem de gece.'' (sf: 43)
''Çünkü insanlardan uzak durmak çilekeşlikse, onları kabul etmek daha büyük bir çilekeşliktir.'' (sf: 90)
''Önlem, yoksunluk ve vazgeçiş, biz insanların ortak yazgısıdır. İsteklerimiz sınırsızdır, bunları karşılama olanaklarıysa son derece sınırlı. İnsanın "keşke olsaydı" biçimindeki istediği, sonunda "olmaz ki" yanıtına ve yaşamın "bu kadarına razı ol" diyen kuru öğüdüne çarpar. Yaşam bize bir şeyler sunar, ama pek çok şeyi de esirger. Bugün bizden esirgenen şeyin, yarın bize sunulacak olması, genellikle bir düş olarak kalır. Bir cennet düşü - bu düşte birbirinden çok farklı olan yasal ve yasak olan şeylerin birlik içinde olmaları, güzel olan şeyin yasaklanmasının, izin verilen şeyin düşünsel güzelliğini taçlandırması, izin verilen şeyin bir de yasak olanın çekiciliğini kazanması, ancak böyle bir düşte mümkün olabilir. Yoksa yoksunluk içinde yaşayan insan, cenneti gözlerinde nasıl canlandırabilirdi?'' (sf: 99)
''İnsan hiçbir şeyden, hayal kırıklığına uğramaktan korktuğu kadar korkmaz.'' (sf: 104)
Bir ruhsal güzellik ve bir de duyulara hitap eden güzellik vardır. Ama bazıları güzel olanı, bütünüyle duyular dünyasına mal ederek ruhsal güzelliği ondan tamamen ayrıştırır ve böylece dünya, ruh ve güzellik diye birbiriyle çelişen iki kutba ayrılır. Veda büyüklerinin öğretisi de işte buna dayanır: "Dünyada iki tür mutluluk vardır: Biri vücudun zevkleri sayesinde, diğeri de ruhun sonsuza değin huzura kavuşmasıyla ulaşılan mutluluktur." (sf: 107)
''Ruhsal olan şey çirkin olanla aynı anlama gelmez ya da böyle olması gerekmez; çünkü ruh, güzel olanı tanımakla ve ona karşı sevgi duymakla güzellik kazanır.'' (sf: 107)
bu yazarın böyle bir kitap yazcağını sanmazdım :) ama ne hikaye imiş yani :) dramatik ayrıca :)
YanıtlaSilHikaye efsaneden olduğundan belki böyledir, bilememekteyim :) Başka kitaplarını okuyup göreceğim bakalım. Ve evet dramatik. Arkaya Hint müziği koysak sırıtmaz :)
SilEskilere dayanan aşk hikayeleri de çok garip. Beni etkilemekten ziyade biraz gülünç geliyor. :)) Belki değinilen konu güzel ama bu şekilde okuyunca tuhaf geliyor dediğim gibi. Güzel tanıtım olmuş teşekkürler.
YanıtlaSilAslında efsane olması ilgi çekici. Bir de aşkta bu tip dramaları seviyorum içten içe :) Ama ne bileyim, sanki kitapta bir olmamışlık havası var. Dediğim gibi dilini de pek sevemedim. Yoksa hikayesi hoş denebilir.
Sil