14 Şubat 2024 Çarşamba

My Blueberry Nights (Benim Aşk Pastam) | Film Yorumu


Yönetmen: Kar-Wai Wong

Senarist: Kar-Wai Wong, Lawrence Block

Yapımı: 2007 - Çin, Fransa, Hong Kong


Ursula K. Le Guin'in Mülksüzler isimli kitabında çok sevdiğim bir cümle var: ''Gerçek yolculuk geri dönüştür,'' diye. Bu kısacık cümle aslında kendi hayatımızın kahramanı olduğumuz her birimizin çıktığı yolculuğu anlatıyor. Bir yerden başlıyor; belki uzaklara, belki yakınlara doğru ilerliyoruz. Bazen olduğumuz yerde sayıyoruz gibi hissediyoruz, bazen taaa kutuplara kadar kaçıyoruz. Günün sonunda ise dönüyoruz: Eve. Peki bıraktığımız ev ile bulduğumuz ev aynı mı oluyor? Değişen ne? Bir yere tatile giderken kapattığımız evlerimizi düşünelim; döndüğümüzde o evler bile biraz değişiyor değil mi? Bize belki daha farklı kokuyor, belki daha tozlu görünüyor... Belki de, daha rahat hissediyoruz. Giderken bıraktığımız ev bu kadar rahat gelmezken, döndüğümüzde bulduğumuz ev bizi sıcacık sarmalıyor belki. 

Ana karakterimiz Elizabeth (Norah Jones), sevgilisinin onu aldattığını sevgilisinin bir kafede yediklerinden öğreniyor. Sevgilisinden ayrılıyor ve evlerinin anahtarını kafenin işletmecisine bırakıyor. Ayrıldığı sevgilisini bir daha görmek istemediğini söylüyor. Ayakları onu eski evine götürse, gözleri artık ona yabancı olan bu evin camlarında gezinse bile Elizabeth'in kelimeleri bunları inkar ediyor. Sevgilisinden ayrılıyor ancak hissettiği acıdan ayrılamıyor. Her akşam o kafeye gidiyor. Her akşam kafenin işletmecisi Jeremy (Jude Law) ile sohbet ediyor. Jeremy de kalbinde bir ayrılığın burukluğunu taşıyor. Jeremy, ayrılıkların ardından artık istenmeyen anahtarları evin diğer sahiplerine teslim etmek üzere emanet alıyor. Ancak kimse artık bu anahtarları istemiyor. Jeremy sahipsiz anahtarları saklayan, yenmeyen turtaları her gün yapan ve evde bekleyen birisi. 

Bir gün Elizabeth evden ayrılıyor. Yaşadığı şehri bırakıyor ve bir yıl boyunca farklı farklı yerlere gidip buralarda çalışıyor, insanlarla tanışıp onların hikayelerini öğreniyor ve tüm bu yaşadıklarını Jeremy'e yazıyor. Jeremy, ev Elizabeth için. Elizabeth ise yolu gözlenen, Jeremy için. İkisi de farklı yerlere yolculuk yapıyorlar. Biri taaa ülkenin diğer ucuna kaçıyor, diğeri kalbinin taaa en içine. Çünkü böylece, bir daha yüz yüze geldiklerinde birbirlerine farklı şeyler anlatabilirler.

Film boyunca Elizabeth'in gittiği yerlerde yaşadıklarını ve Jeremy ile olan bağını izliyoruz.


''Kentten ayrıldığım gece buraya geldim. Ancak kapıdan ileriye gidemedim. Neredeyse içeri giriyordum ama biliyordum ki, aynı Elizabeth olarak kalacaktım. Artık o kişi olmak istemiyordum.''


Kaynak: Pinterest


+ Anahtarlar hala duruyor mu? 

- Bu konuda söylediklerini hep hatırladım. Asla atmamak gerektiğini, kapıları sonsuza kadar kapatmamak gerektiğini. Hala aklımda. 

+ Ama bazen, anahtarların olsa bile kapılar hala açılmıyor değil mi?

- Kapı açık bile olsa aradığın kişi orada olmayabiliyor Katya.


Sevgili kelimesi üzerine düşünüyordum. Elizabeth'in ''Sevgili Jeremy'' ile başlayan kartpostallarını. Elizabeth Jeremy'i hiç aramadı, ona hep yazdı. Bunu bilinçli olarak yaptı. Belki sesini duyarsa bu yolculuğa devam etmek konusunda pes edeceğinden korkmuştur. Belki yazmak, bir şeylerin daha kalıcı olduğu hissini vermiştir. Belki bulunmak istememiştir. Belki de kalbinden geçenleri birine anlattığını yazarak kendine gösteriyordur. Bu kartpostallar hep farklı farklı yerlerden gönderildi Jeremy'e. Jeremy'nin adresi belliyken, Elizabeth'inki belirsizdi. Bunun için Jeremy, ülkedeki her lokantaya aynı kartpostalı gönderdi, biri kendi Elizabeth'ine ulaşır belki diye. Hiçbiri ulaşmadı ama tüm o yazılar, tüm o birbirinin aynı yazılar, Jeremy'nin içinde bir yerlere ulaşmış gibi görünüyordu.

Sevgili, sevilen kişi. Orada olduğu bilinen kişi. Nerede olursa olsun, orada bir yerde, bu belli. Sevginin aktığı kişi. Kapılarını açtığın kişi. Belki anahtarın sahibi olan kişi. Ama bunun da ötesinde, onun için orada olduğun kişi. Kapıyı açtığında karşılaşacağın ve karşılayacağın kişi.

Filmin yönetmeni Kar-Wai Wong. Onun bu filmi ilk İngilizce ve Amerika'da geçen filmi. Üstüne, oyuncular da Hollywood'dan. Tamam tamam tamam, itiraf ediyorum... Filmi aslında uzun süre izlemeyi ertelemiştim ve tek sebebi de buydu. Yönetmenin kendine has tarzının bu popülaritenin içinde eriyeceğinden ve benim bunu göreceğimden endişe etmiştim, hatta ödüm kopmuştu. Ancak şimdi filmi izledikten sonra gördüm ki, kendi ritmini yakalamış sanatçılar her zaman yaptıkları işe bir ruh katıyorlar. Bütün bileşenler değişse bile ortaya çıkan sonuçta o özgün üslubu görebiliyorsun. Bu filme de Kar-Wai Wong'un elinin dediği çok belli. Belki o sert geçişler yumuşamış, belki karakterler Amerikalılaşmış; ama yine de onun eli değmiş, belli. Renk kullanımı, ışıklar, kamera hareketleri, hatta karakterlerin tarzı... Karakterlerin en basit hareketlerini bile sanata dönüştürüyor Wong Kar-Wai. Müzikler de güzel. Özellikle de filmin sonunda çalan şarkının melodisi dilime dolanmış durumda. Mırıldandığım bu melodiyle bir süre filmin etkisini hissedeceğim kesin.

Tam da yılın bu zamanına yakışan, hoş bir film. Öneririm.


my blueberry nights soundtrack dinlemek için tıklayabilirsiniz.




8 yorum:

  1. Filmi vizyona girdiği tarihte izlemiş ve çok etkilenmiştim. İlk önce başroldeki oyunculara olan sevgim çekti beni bu filme ama izledikçe sahnelerin içindeki nahiflik kalbime işledi, senin de dediğin gibi Sevgili İlkay, renkler, ışıklar, kamera hareketleri ve karakterler, yönetmeni yansıtıyor ve izlemesi çok keyifli bir filmdi. Yine izleyeceğim, uzaktaki evime bakar gibi. :)
    Teşekkürler bu yazı için.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Evet ben de oyuncuları seviyorum. Aslında yan rollerde de olsa pek çok bilindik simayı filmde toplamak güzel bir reklam stratejisi de diyebiliriz. :)
      Filmdeki nahif havayı ben de çok sevdim. Bu yüzden aslında yazımda yönetmenin adını vurguladım. Açıkçası Hollywood deyince aklıma pek nahiflik gelmiyor benim. :) Hele de konu aşk ise. Aşk filmlerinden de sevdiğim oluyor ama ben derin anlatımları seviyorum. Derin, özgün. Büyük harflerle yazılmasına gerek yok aslında, özgünlükten kastım da bu değil. Bu filmin de konusu basit mesela. Ama böyle, ruhu olan şeyleri seviyorum. Bu filmde de o ''ruh'' olarak tanımladığım şey vardı. En çok bunu sevdim diyebilirim.
      Yorumunuz ve ziyaretiniz için ben teşekkür ederim. İyi seyirler dilerim. :)

      Sil
  2. Hazır evdeyken bir bakayım ben de ☺️

    YanıtlaSil
  3. mülksüzler, sen benim evimsin yuvamsın gibi sözcüklerden bu filme ne güzel geçmişsin, ne güzel anlatıyon bir de :) ah ya ne güzel film bu yaa :) her şeyiyle, ismi de nefis :) bu filmin senaryosunu yazan ise ilginç ama yaşayan en iyi polisiye yazarı kabul edilen lawrence block :) en sevdiğim fiilmlerden bu yaa :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim :) İsmi de kesinlikle çok uygun filme. Aaaa senarist hakkında bilgim yoktu, evet ilginç görünüyor. Ama demek ki polisiye yazarları da aşk filmi yazabilirmiş. :)

      Sil
  4. Filmden de, yönetmenden de sayende haberim oldu. Elizabeth Jeremy'i hiç aramadı, ona hep yazdı. Devamlı yazması hoşuma gitti :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bu yönetmenin filmlerini çok seviyorum. :) Uzakdoğulu bir yönetmen. Filmlerinde hep Asyalı oyuncular var normalde. Bu filmi ilk ve sanırım tek (ki bundan emin değilim) Amerikalı oyuncularla çekilmiş filmi. Yani ABD yapımı filmlerden de izliyorum ama Asya filmlerinin havası bile bambaşka oluyor, o yüzden tereddütlüydüm. Hızlı bir film olacağını düşünmüştüm, her bakımdan. Evet yönetmenin diğer izlediğim filmlerinden yine farklı ama korktuğum durumu yaşamadım, bu nedenle filmi sevdim. Oyuncular duyguları geçirebilmişti bence. En azından ben, sadece başrollerden de değil, yan rollerden de yaşadıklarına dair hissettiklerini anlayabildim. İlginizi çektiyse önerebileceğim bir film.
      Ve evet, hep yazması güzeldi. Çünkü Jeremy onun her şeyden önce arkadaşıydı. Bazen birine anlatmak isteriz. Sevdiğimiz, öğrendiğimiz, gördüğümüz ve hissettiğimiz her şeyi. Jeremy gerçekten şanslı biriydi. Tabii Elizabeth de.

      Sil

Diğer yazılarıma da göz atabilirsiniz.