Kelime Oyunu etkinliği uzun zamandır yapılmıyordu. Zaten sanırım artık katılım da pek yok. Ama Blog Forum bu işe de bir el attı ve etkinliği canlandırma görevini üstlendi. Geçtiğimiz haftanın kelimeleri de onlardandı: Macera, gösterişsiz, umut, kasaba, hazine. Onların yazısı da işte burada (tık tık). Tabii ben bu yazıyı yazana kadar yeni haftanın kelimeleri de geldi ama neyse artık.
Geçen gün aklıma Cadı isimli öyküm gelmişti. Oradaki karakterleri özlediğimi fark ettim ve biraz da eğlenmek için onun devamını yazacağım. Aslında ben bu kurguya ilk kez 2024 yılında yazdığım Şubat. başlıklı yazımda yer vermiştim. O yazımı okumak için buraya tıklayabilirsiniz. Bu bahsettiğim yazımda beyaz ve siyah atlı şövalyelerin hikayesine yer veriliyor.
Bu yazımın ardından Cadı. başlıklı bir devam bölümü yazmıştım. O yazıma da şuradan ulaşabilirsiniz. Bu bahsettiğim yazımda ise Cadı karakteriyle tanışıyor ve şövalyelerin hikayelerinin devamını okuyorduk.
Şimdi yazdığım bölümde ise bir kurgunun devamını okuyacaksınız. Bu bölümü tek başına, diğer bölümleri okumadan da, isteyen okuyabilir tabii ama sonuçta bir devam bölümü olduğu için bazı yerler havada kalabilir, bilin yani.
Her neyse! İyi okumalar.
:)
bir şeyler dinlemek için tıklayabilirsiniz.
...
Cadı masmavi gökyüzüne büyük bir oflama bıraktı. ''Of of OF!'' Ne kadar zamandır orada durmuş gökyüzünün değişmez güzelliğini izliyordu bilmiyordu. Yerleştiği dağ tepesinden baktığında bütün Büyülü Orman ve ormanın göğü önünde uzanıyordu. Onun için zaman kavramı hala çok yabancıydı ancak Cadı bile artık bir şeylerin değişmesi gerektiğini devasa bir iç sıkıntısının verdiği dürtüklemeyle sezmekteydi. Ufka bakıp özlemle ötesini düşündü. Aklında tek bir görüntü bile belirmemişti. ''Acaba orada ne var...'' Süpürgesi, aman bisikleti, Tin Tin ona malesef yanıt veremedi. Başka bir şey olmak bazı özelliklerini yitirmesine neden olmuştu. Cadı, bisikletinin gidonunu yavaşça okşadı. ''Üzgünüm Tin Tin, çok üzgünüm... Böyle olacağını bilemezdim! Gerçekten... Sana keşke sesini geri verebilsem...''
Cadı, havada bir değişim hissetti. Bunu nasıl açıklayacağını bilmediği için sustu; ancak bir şeyler olmuştu, bu kesindi. Sonra uzaklardaki beyaz atlı şövalyesine ellerini uzattı. Sanki dış hatlarını çizermiş gibi parmağını bir süre oradan oraya hareket ettirdi. ''Bu işe yaramayacak biliyorum...'' dedi sonra kendini açıklamak isteyen birinin yaptığı gibi zorunluluk hissederek. ''Onun bir yolu var biliyorsun Tin Tin. O bir şövalye!'' Sonra da parmaklarını uzun saçlarının arasından usul usul geçirerek saçlarını taradı. Arada aaaa uuu gibi anlamsız sesler -bunlar son derece melodik çıkan anlamsız seslerdi lütfen- çıkarmayı ihmal etmedi. ''Biraz dolaşıkmış da...'' dedi omuzlarını silkerek. Tin Tin hala yanıt vermese de, Cadı her hareketini altyazı ekler gibi açıklamayı ihmal etmiyordu. Belki de onunkisi bir çeşit meslek hastalığıydı. Sonuçta her kitap karakteri kendini açıklardı.
Cadı, saçlarını elleriyle taramayı bir süre daha sürdürdü. Sonra, kimsenin hiç beklemediği bir anda, ''HOKUUUSSS POKUUUSSS TÜM ANILAR BU SAÇLARA DOLANUSS EEVVETT SEN DEEE TÜMM HİS VE DÜŞÜNCELEEER SAÇLARIMA TOPLANUSUUUSS!'' diyerek uzun saçlarını bir halatı toplar gibi etrafında döndürdü döndürdü döndürdü, tüm bunları yaparken büyülü sözlerini tekrarlamayı ihmal etmiyordu tabii ki, ve saçlarını hızla havaya fırlattı. Cadı'nın yüzünde kocaman bir gülümseme vardı şimdi.
''Ne yaptın sen?'' dedi dehşetli bir fısıltı.
''Heeyy! Hoş geldin Şövalye... Seninle tanışamadan tüymüştün, tüh!''
''Sen...'' dağı tırmanmaya çalışan genç adam etkilenmiş görünüyordu, ''sen az evvel ne yaptın öyle?''
''Ah bu mu?'' dedi Cadı bir zamanlar kalçasına uzanan saçlarını havaya kaldırarak, ''saçlarımı kestim.'' Genç şövalye hala şaşkındı. ''Ne var canım! Orman koruyuculuğunu sen mi yapıyorsun yoksa? Saçlarımı tabi ki yere atıp gitmeyeceğim korkma. Hem ben vergisini veren, kendi halinde bir masal sakiniyim.'' Cadı'nın zorlama ciddiyeti ani bir kahkaha patlamasıyla bölündü. ''Ben Cadı,'' dedi sonra elini uzatarak, ''ve sen de...''
''Siyah atlı şövalye,'' dedi genç şövalye kemikli eliyle Cadı'nın elini kavrayarak. Cadı'nın her daim soğuk olan eli, bu büyük ve sıcak elin arasında kaybolmuştu. Cadı abartılı olmayan ama göze çarpan bir hızla elini çekti. Sonra da dikkatini kestiği saçlarına verdi. Bu saçları Tin Tin'in sepetine bağlamakla uğraştığı, kaç dakika geçmişti bunu bir masalda hesaplamak zordu, bir süreden sonra nihayet yeniden onu dikkatle izleyen şövalyeye döndü. ''Bu,'' dedi Cadı, şövalye tek kelime etmese de, ''tarihin en eski büyülerinden biridir. Tüm anılarını ve bu anıları oluşturan duygu ve düşüncelerini bir yere hapsedersin. Saçlar bunun için en ideal yerdir. Sonra da o saçları kendinden ayırırsın...''
''Ne? Bu duyduğum en saçma şey.'' Şövalyenin genişleyen ağzı kısılan gözlerine ulaşmıştı. Ne sinir bozucu, diye düşündü Cadı. ''Yani bu saçma düşüncen nedeniyle mi saçlarını kestin! Ah kadınlar... Sizi anlamak çok zor gerçekten. Biraz önce duygusal da görünüyordun, aman ağlama da... Sana verecek bir omzum yok bilesin.''
''Küstah!'' Cadı'nın gözleri dipsiz kuyular gibi simsiyah ve kocamandı şimdi. ''Sen... sen ne cüretle!''
''Sakin ol tatlııımmm. İstersen sana kasabadan tatlı bir şeyler alabiliriz ama yine de...''
''Seni laubali, seni bilmiş... Seni ukala!''
''Tamam tatlım, inan bana bunları duymaya yabancı değilim. O yüzden içinden sayıp döksen... Hava gerçekten bunaltıcı. Öyle değil mi?''
''Sen sen... sen!''
''Haklısın. Ben benzersizim!'' Şövalye yavaşça Cadı'nın göz hizasına eğildi ve sonra hızla doğruldu. Cadı, Şövalye'nin çok yakınında olduğunu ancak şimdi anlamıştı. Acaba orman yolundan mı buraya geldi, diye düşündü. Şövalyenin kokusu çok hoşuna gitmişti. Bir ara ormana gidip bu kokuyu bulmayı aklının bir köşesine yazdı.
''Ah eski dostum da orada!'' dedi Şövalye ileriyi işaret ederek. Heyecanı hızlı sönmüştü.
''Ne var?'' dedi Cadı. ''Durgunlaştın.''
''Bir şeyler tuhaf...'' Şövalye birkaç adım daha ileri giderek ellerini saçlarının arasından geçirdi ve onları hafifçe dağıttı. ''Anlayamıyorum, sanki... Sanki...''
''Burada olmamalısın.''
''Evet!'' Şövalye hızla arkasını dönmüştü. Hareketlerini tahmin etmek ne kadar zor, diye düşündü Cadı. Şövalyenin alaycı bakışlarının yerini kılıç kadar keskin, derin ve soğuk bakışlar almıştı. ''Açıklaması zor... Ama evet! Burada olmamalıymışım gibi bir his... Nereden bildin?''
''Ben bilirim!'' Şimdi alaycı bakışlar atma sırası Cadı'daydı. Kahkahalarla gülerek dağın kenarındaki çıkıntıya oturdu.
''Düşmekten korkmuyor musun?'' dedi şövalye. Ne kadar yüksekte olduklarını yeni fark etmiş gibiydi.
''Gözlerinde korku mu görüyorum ne cesur Şövalye?''
''Ah... Beni kelime oyunlarıyla yaralayamazsınız küçük hanım. Hem sen... Sen osun değil mi?''
''Ben kimmişim acaba?'' dedi Cadı esneyerek. Hafifçe kafasını çevirip genç şövalyeye baktı.
''Masalın cadısı. Evet o sensin, biliyordum!''
''Peki... Beni yakaladın... O halde şimdi ''masalın cadısına'' ne yapacaksın cesur Şövalye?''
''Şanslısın ki o kadar da cesur değilim Cadı. Cesur olan... O.'' Şövalye bakışlarını toprağa çevirmiş huzursuzca kıpırdanıyordu. ''Ben...'' dedi daha çok kendisine itiraf eder gibi, ''kaçtım.''
''Nereden kaçtın?'' Cadı, şövalyeye bakmayı sürdürüyordu.
Şövalye bir süre sessiz kaldı. Düşünceli görünüyordu. Bakışları Büyülü Orman'ı tarayarak oradan oraya gidip geldi. ''Ben şey... ben... Ben!''
''Sen?''
Şövalye cevabı onun dudaklarından duymak ister gibi Cadı'ya döndü. Cadı'nın ayakucuna oturdu ve ellerini kavradı. Cadı'nın elleri yine kaybolup gitmişti. Her şey bu kadar ani gelişmesiydi Cadı elbette böyle yutkunmaz, göğsüne yakın bir yerde sancı duymaz ve dudaklarında beliren küçük kıvrıma izin vermezdi. Ancak artık çok geçti. Tüm bunlar o kadar ani olmuştu ki, Cadı anlayamadı. Sadece neden bu kadar yakın ki, diye düşünebildi.
''Ben kimim?'' dedi şövalye. ''Biliyorsun değil mi? Evet evet...'' Her kelimesinde Cadı'nın ellerini hafifçe sıkıyordu. ''Sen biliyorsun!''
Sonunda Cadı bu hipnoz halinden kendini sıyırıp ellerini çekti. ''Saçmalama! Ne yani, kim olduğunu bilmiyor musun?''
''Bilmiyorum!'' Şövalye artık Cadı'nın ellerini tutmasa da hala çok yakınındaydı.
''Sen, siyah atlı Şövalye'sin.'' dedi Cadı bariz bir gerçeği görünür kılar gibi.
Bunun üzerine şövalye dağın eteğinde otlayan haşmetli siyah atına göz attı. ''Ben sadece bu muyum?'' dedi hayal kırıklığına uğrayarak.
''Neyi duymayı umut etmiştin ki?'' Cadı yarı alay, yarı şefkatle Şövalye'yi izledi. Şövalye, hiçbirinin farkında değildi. Cadı'dan biraz uzaklaşıp dağın eteğine oturdu. Siyah giysileri toz toprak içindeydi.
''Macera mı arıyorsun?'' dedi Cadı sessizliğin içinden.
''Hayır...'' dedi şövalye fısıltıyla.
''Hazine keşfetmek mi yoksa derdin?''
Şövalye geniş omuzlarını hafifçe salladı. Çökmüş omuzlarıyla küsmüş bir çocuk gibi görünüyor, diye düşündü Cadı. Sonra ayağa kalkıp Şövalye'nin yanına gitti. Bunu neden ve nasıl yapabildiğine hayret ederek siyah elbisesinin içinde kaybolmuş ince bileğini çıkardı ve şövalyenin küskün omuzlarından birine dokundu. Hafifçe eğilmişti, ''kalk,'' dedi sonra Cadı. ''Oturarak Büyülü Orman'ı göremezsin.''
''Bu, gösterişsiz bir yaşam...'' dedi şövalye, Cadı'ya bakarak. Omuzlarındaki küskünlük, bakışlarına da sıçramıştı.
Cadı, eteğini bacaklarının arasına toplayarak Şövalye'nin yanına oturdu. ''Çiçeği neden beklemedin?''
''Çünkü o benim çiçeğim değildi.''
''Ama onun çiçeği olabilirdi.'' Cadı, ağaçların arasından belli belirsiz görünen beyaz atlı şövalyeyi işaret etti. ''O çok bekledi.''
''Çiçek onun oldu mu?''
Cadı sessizce kahkaha attı. Bu gülüş şövalyenin ilgisini çekmişti.
''Çiçek kimsenin olmaz,'' dedi bir an sonra şövalye. ''O sadece vardır. Değil mi?''
Cadı etkilenmişti. Yine de merakını gizledi. ''Emek vermek... önemli.''
''Ne için emek vermek? O çiçeğin var olup olmadığını bile bilmiyorduk.''
''Yine de onu aramıştın. Çok yaklaşmışken, bir umut varken... Neden beklemedin? İstemediğin içinse... beklememen anlaşılır bir şey.''
''Ben bir çiçek istemiyorum.''
''Ama bu büyülü bir çiçek.''
''Ben büyülü bir çiçekle de ilgilenmiyorum.''
''Ya prenses? Bu çiçekle onu kurtarmayı istemez miydin?''
''Prenses... Onu hiç görmedim bile! Kasabada yeterince güzel kız var.''
Cadı şimdi sesli bir şekilde gülüyordu. Gülüşüne şövalye de katıldı.
''Beyaz atlı şövalye de çiçeği almadı. Üstelik o kadar beklemesine rağmen,'' dedi Cadı. Kahkaha izleri hala havadaydı.
''Yine de bu bir sorun değil gibi konuşuyorsun.''
''Sence sorun mu Şövalye?''
''Bilmem, benim için hava hoş. Prensesi kurtaracak olan ben değilim neticede. Ve...''
''Kurtarması gereken de. Haklısın! Senden hoşlandım siyah atlı Şövalye.''
''Yani bu kadar mı? Anlatmayacak mısın büyünü?''
''Ahahahah, büyümü mü? Sen komik birisin dostum. Gerçekten komik. Ancak haklısın. Sihirsiz de olsa bazı büyüler işledi. Ama bunu ben yapmadım. Bunun adı... İstek.''
''İstek mi? Ne demek istiyorsun?''
''Yani diyorum ki... Sen bir çiçek istemedin ve gittin. Beyaz atlı şövalye ise istedi ve bekledi. Tabii sonuçta ikinizin de bir çiçeği yok. En başından beri olmayacaktı, bu böyleydi. Beklemek mi daha çok cesaret isterdi, gitmek mi? Bu durumda hanginiz daha cesursunuz ölçebilir miyiz? Hep bir acaba vardır ve her acabayı göğüslemek cesaret ister. Bir masal kahramanı için bile...''
''Hala anlamıyorum...''
''O, beyaz atlı şövalye, çiçeklerle ilgilenmek istediğini söyledi. Ama kader, ve masalın satırları, onu prensesiyle bir araya getirecek zaten. Bu değişmez, değişemez. Belki bir ejderhayı alt etmesi gerekecek, belki bir gülün dikenini... Masalların sonu dışında her şey değişebilir. Havanın neden hep günlük güneşlik kaldığını merak ediyordum. Bu hikayede bir oyunbozan var haklısın. Ama büyüyü yapan ben değilim, sensin Şövalye. Cesur Şövalye. Sen masaldan kaçtın. Bu nedenle yıldızları izleyemiyorum. Senin yüzünden yıldızlar çıkmıyor!''
''Benim yüzümden mi? Ben... Ben...''
Cadı başka bir şey söylemedi. ''Söylenecek her şey söylendi...'' diye sessizliğine altyazı geçip ayaklandı. ''Gitmeliyim...''
''Ben korkağım...'' Şövalye de ayağa kalkıp Cadı'nın karşısında durdu. Bu onun için acı vericiymiş gibi Cadı'nın gözlerinin en içine baktı ve ''BEN ÇOK KORKAĞIM!'' diye haykırdı. Çevrelerindeki kuşlar hızla kaçışmıştı. Buna rağmen çok da uzaklarında olmayan beyaz atlı şövalye onları duymuş gibi görünmüyordu. ''Kaybetmekten korkuyorum. Öyle çok korkuyorum ki, o yüzden...''
''Ah boşver bunları Şövalye. Olacak olan olur sonuçta değil mi? Hem, korkaklık bile günün sonunda cesur olmayı gerektirir.''
''Sen...'' dedi şövalye Cadı'yı ilk kez görüyormuş gibi. ''Nereye gidiyorsun?''
''Ufkun ötesinde ne var merak ediyorum...''
''Ufkun ötesi diye bir şey yoktur bunu sen de biliyorsun.'' Yine de şövalyenin ne sesinde, ne gözlerinde eski alaycılığından eser kalmamıştı. Hatta sesinde şüpheye benzer bir tını seçmek mümkündü.
''Ben bir cadı olmak istemiyorum. Sadece bir cadı olmak... Tekrar ve tekrar! Üstelik... Onu sevdim.'' Cadı başıyla beyaz atlı şövalyeyi işaret etmişti. ''Hiçbir şey prensesini bulmasına engel olamaz. Hiçbir şey kral olmasına engel olamaz. Ne ben, ne de yapmak zorunda olacağım büyülerim... Masalın seyrini değiştirdiğin için zavallı Ejderiya kurtuldu tabii ama yine de...''
''Ejderiya mı?''
''Eğer sen de çiçek için mücadele etseydin ikiniz arasında bir düello yaşanacak ve galip olacağı belli olan beyaz atlı arkadaşın çiçeği koparıp hapsolmuş güzeller güzeli prensesine koşacaktı. Bu arada tabii önce zavallı Bay Ejderiya'yı ezip geçmesi, sonra da benim asla istemeden yapacağım lanetimi kırması gerekecekti. Bu arada hepimiz masalın dipsiz karanlığında uykuya dalacaktık. Ta ki, bizi birileri baştan okuyana kadar. Bunu defalarca yaşadım! Hiç şaşmaz... Hep bunlar yaşanır. Tekrar ve tekrar.'' Cadı üzgündü. Cadı'nın bu üzüntüsü şövalyeye kendini bir şey yapmalıymış gibi hissettirdi. Cadının omzunu sıvazlamak üzere elini tam kaldırıyordu ki, Cadı yine bir kahkaha patlattı. ''Ah neyse ki uyandım! Sayende... Sayende o artık beni kötü ve çirkin cadı olarak anımsamayacak. Teşekkür ederim, çok teşekkür ederim!'' Şövalye şaşkındı; ancak Cadı bunun üzerinde durmadı. ''Artık çok zindeyim,'' dedi şaşkın şövalyeye, ''ve buradan çıkıyorum.''
''Bunu nasıl yapacağını biliyor musun?''
''Şeyy...'' dedi Cadı dudağının bir köşesini ısırarak. Bunu düşünmeden yapmıştı. Dudağının kenarı kan oldu. ''Açıkçası bilmiyorum. Bu beni hep korkutmuştur. Bu nedenle hiç öğrenemedim... Yine de! Yine de...''
''Beni de götür,'' dedi şövalye tok bir sesle. Şövalyenin sesindeki bu eminlik Cadı'yı ürkütmüştü.
''Daha nasıl gideceğimi bile bilmiyorum. Tabii bir fikrim var ama kaybolabiliriz de.''
''Bunu bir masalın içinde kaybolmaya tercih ederim. Eğer istersen, sen de istersen... ikimiz birlikte gidebiliriz.''
''Birlikte mi?'' dedi Cadı fısıltıyla. Kelimelere anlam vermek için onları kendi sesinden duyması gerekmişti.
''Birlikte.'' dedi şövalye aynı kararlılıkla.
''Tamam... Ama sonra beni uyarmadın deme! Tabii buna fırsat bulabileceğini de sanmıyorum ama... Bak bu ciddi bir mesele. Bir kere kaybolursak, kayboluruz. Yerimiz mutlaka doldurulur.''
''Ne? Nasıl?''
''Masallarda cadıdan ve şövalyeden bol ne var cesur Şövalye?'' Cadı şövalyeye göz kırparak bakışlarını ufka yöneltti. ''Oysa ben... Herhangi bir cadı olmak istemiyorum.''
''Bence zaten değilsin...'' Şövalye gözlerinde belli belirsiz yanıp sönen parıltılarla Cadı'nın artık omuzlarına gelen saçlarına, kararlı bakışlarına ve hafifçe kıvrılmış dudaklarına baktı.
''O halde gidiyoruz!'' dedi Cadı.
''Gidiyoruz!''
''Ama seni uyarmalıyım...''
''Tamam dedim ya güzelim. Korkmuyorum!''
Cadı hafifçe irkilmişti ancak bunu ustalıkla kamufle etti. ''Öhöm şey... Öhöm... Bu ciddi.''
''Neymiş ciddi olan? Sen Cadı değil misin, bizi canavarlardan korursun.''
''Bu öyle değil!''
''Nasıl o zaman?''
''Bu...'' Ani bir gümlemeyle ikili yerinden sıçradı. Gökyüzünü kaplayan kara bulutlar güneşin izlerini hızla silmişti. ''Gel...'' dedi şaşkınlığını ilk atlatan şövalye. Büyük eliyle Cadı'nın elini kavramış hızla çekiştiriyordu. ''Bir şeylerin ters gittiği belli. Sığınacak bir yer bulalım.''
''Olur,'' dedi Cadı. Elini sıkıca tutan Şövalye'nin peşinden hızla ormanın içine doğru koşturdu.
...
Aslında devamı gelecek kıvamında bir sona ulaşmayı planlamamıştım ama olaylar böyle gelişti. Eh ne yapalım, burada da bırakılmaz herhalde. Devamı gelecek. Dırım dırım.
:)
Çok iyi gerçekten :)
YanıtlaSililk yazıya da baktım :) Kafamda birşeyler canlandı yeni bir etkinlik konusu gibi :) bunun çalışmasını hemen yapayım ben netleşince anlatırım yine :D
Devamı gelecek mi? :) :)
Teşekkür ederim :) Keşke fikrinizi de biraz çıtlatsaydınız.
SilKurgu tamamlama gibi bir fikirse, o kurgu bu kurgu olmasın. Bu kurguyu tek başıma yazacağım çünkü, bana ait.
Yok farklı bir etkinlik :)
SilMerak ettim :)
SilNe hoş bir öykü olmuş. İkili diyalogları çok doğal yazıyorsun, gülümseyerek okudum. Yazıların bana baharın tazeliğini hissettiriyor hep. Kalemine sağlık. :)
YanıtlaSilBöyle düşünmene çok sevindim, teşekkür ederim :)
Silgelsin tabi devamı. farklı ve komik bir cadı, büyü hikayesi :)
YanıtlaSilEvet komik bir hikaye olacak (tabii komedi anlayışına göre de değişir :). Her karakterin dönüşümünü yazabilir miyim bilmiyorum ama hepsinin mutlu sonuna ulaşabildiği (ki benim mutlu son algım biraz tuhaf belirtmeliyim *-*) ve eeennn önemlisi yazarken eğlendiğim bir masal yazmak istiyorum. Çünkü yazarken ben eğlenirsem, okuyanlar da okurken eğleniyor :) Bir de bu masalın finali çoktandır aklımda ama biraz karakterleri de dinleyip yazacağım. Onlar ne isterlerdi acabaaa diye de şekillenecek ama biraz değişik bir son var aklımda. Öte yandan hemen bitirmeyip uzatsam da diyorum. Bakalım :)
Silbeyaz ve siyah atlı şövalyeler
YanıtlaSildolaşık saçlı cadı
altyazı geçen kendini açıklayan karakter
anıların saçlarda toplanması ve saçları kesmek
masalın cadısı
masalların sonu değişmez
masaldan kaçan şövalye
ejderiya
beyaz atlının kaderi
:)
komik buluşlar :)
siyah atlı deyince kötü, beyaz olan iyi kahraman gibi geliyor insana :)
Değil mi siyah atlı kötü karakter gibi geliyor :) Ama benim kanım ona daha çok kaynadı. Belki torpil geçerim kurguda ona :) Ama şşşş, spoiler yok!
Sil