Yazar: Mieko Kawakami, Çevirmen: Sinan Ceylan, Yayınevi: Doğan Kitap |
Fuyuko Irie, Tokyo'da yalnız yaşayan bir kadındır. İçe dönük bir mizaca sahip bu kadının yaşamı işten eve evden işe şeklindedir. Redaktör olan Fuyuko'nun ne doğru düzgün bir arkadaşı, ne de hobisi vardır. Bir gün düzenli işinden ayrılıp serbest çalışan olarak çalışmaya başlar. Günlerinin tamamına yakınını evde geçiren Fuyuko'nun iletişim kurduğu kişilerin başında yaptığı redaksiyon işlerini ona gönderen Hijiri gelir. Hijiri, Fuyuko'nun tam tersi bir karaktere ve yaşantıya sahip sosyal bir kadındır. Serbest çalışmak Fuyuko'nun yaşamını değiştirse de, bu yaşam çok renksizdir. Fuyuko bir gün çeşitli kurslara kayıt olmak için bir kültür merkezine gider. Burada Mitsutsuka isimli bir adamla tanışır ve haftada bir iki gün bir kafede buluşup sohbet ederler. Mitsutsuka, Fuyuko'nun kendi isteğiyle hayatına aldığı ilk ve tek kişidir. Kitap boyunca bu genç kadının yaşamını ve kabuğunu kırma mücadelesini okuyoruz.
Açıkçası kitapta görene kadar redaktörlük diye bir meslek kolu bulunduğundan bihaberdim. Redaktör, bir kitap yayınlanmadan evvel kitapta bulunan çeşitli dilbilgisel ve noktalama hatalarını düzelten kişi demekmiş. Ben bu işlerin hepsini editörün yaptığını düşünüyordum. Redaktör ile editörün farkı ise, editör bir kitabın anlatımı gibi daha yazarla iletişimde olacağı ve kitaba doğrudan müdahale gerektiren işlerle ilgilenirken; redaktör, pek de suya sabuna ve anlatıma dokunmadan sadece yüzeydeki yazım hatalarını düzeltmekle ilgileniyormuş. Yani editör tam yetkiye sahipken, redaktör kitaba müdahale edemez diyebiliriz sanırım.
Fuyuko da bir redaktör. İşinde gerçekten başarılı da. Ancak kitaplar onun için bir tutku değil; sadece bir iş. Hatta ne ilginçtir ki kendisinin kitap okumaya dair de özel bir ilgisi yok. İş icabı üzerinde çalıştığı kitapları aslında okumadığını, onları hata aramak amacıyla işlediğini ifade ediyor. Bir kitabın hatalarını baştan sona düzelttiğinde bile aslında o kitaba anlam yönünden dikkat etmiyor, kitapla bir bağ kurmuyor. Belki de onun yaptığı gibi bir işte bu gerçekten gerekli de. Bunu kendisi de ifade ediyor. Eğer bir kitabı okumaya dalarsa, gözünden hatalar kaçabilir ve kendisinin hayatta en dayanamadığı şey de düzeltiden geçirdiği bir kitabı raflarda incelediğinde onda hata bulmak.
Kitap dil ve anlatım yönünden akıcı bir kitap. Zaten Uzak Doğu Edebiyatı'ndan okuduğum kitapların genel özelliği bu sade dildi. Karakter ise yine oldukça soğuk. Bu milletlerin, özellikle de Japon Edebiyatı'nda, kitap karakterleri okuruna bile kendini açmıyor. İlk etapta karşımda sanki bir duvar varmış gibi hissediyorum. Ne yaparsam yapayım o duvar yıkılmayacak, son sayfaya geldiğimde bile ben ve karakter arasında dağlar, ovalar, okyanuslar kadar mesafe kalacakmış gibi hissediyorum. Ama böyle olmuyor. Karakter yine soğuk, yine güvensiz bakıyor okuru olan bana, belki de kişiliği bu tabii bilemem, ancak sonra bir an geliyor ve bana mutluluklarını, kırgınlıklarını gösteriyor. O noktada kitap sürükleyici bir hal alıyor sanki. Dediğim gibi Japon Edebiyatı'ndan okuduğum (hatta çok çok az sayıda kitap okumuş olmama rağmen Güney Kore ve Çin Edebiyatı'nda da aynı durumu yaşamıştım) tüm kitaplarda durum tam olarak buydu. Fuyuko da bana, okuru olan bana, aynı şeyi yaptı. Belki de karakterler de okuruna güvenmek istiyorlardır, kim bilir...
Bu aslında, bir kadının kendini görme hikayesi. Bulma demedim, görme dedim. Çünkü burada kimse kayıp falan değil aslında. Kendini görmek derken ise, gerçekten fiziksel olarak kendini görmeyi kastediyorum. İnsanın iç dünyası değiştikçe, hem bakışları hem de baktığı gözlerin görünümü değişiyor olmalı. İşte Fuyuko'nun yaşadığı da buydu. Bazen beni sinirlendirdi, bazen hüzünlendirdi. Çoğu zaman neler yaptığına anlam veremediğim anlar bile oldu. Ama yine de tüm bu hislerim anlayışla çevriliydi. Fuyuko'nun neden böyle davrandığını, daha da derinlerde neden böyle hissettiğini anlamak istedim. Bize geçmişinden bazı anılarını anlatsa da, onu anlayamadım. O anılarda da farklı bir insan değildi; peki o zaman Fuyuko tam olarak ne zaman bir kırılma yaşamış ve değişmişti de, ''böyle'' olmuştu. Fuyuko belki de sadece böyle bir kadındı. Yani, henüz bir kırılma anı zaten yaşamamıştı. Benim okuduğum bu kitabın kendisi onun kırılma anının tamamı olamaz mıydı? Hem neticede bazı insanlar öyledir, bazısı böyle. Belki Fuyuko da ''böyle'', kendi içinde yaşayan bir kadındı ancak dış dünya bu durumu ona bir kusur gibi kabul ettirdiği için zamanla kendine karşı körleşip akıntıda sürüklenmeye başlamış olabilir.
Kitabı herkes benim kadar sever mi emin değilim. Ancak kitabın içinde, aslında Fuyuko'da Hijiri'de ve belki diğer karakterlerde de, kendinden bir şeyler görebilecek okurlar olabileceğini düşünüyorum. Hani yukarıda karakterlerin soğukluğundan bahsetmiştim. Aslında bu, şikayetim de değildi. Tam da bu ''soğukluk'' yoluyla aslında çeşitli insanlık hallerini belki de en dürüst şekliyle karakterlerde görebiliyorum. Fuyuko'yu sevdim mi emin değilim; ancak onun kendisiyle olan ilişkisi düzeldikçe sevindim. Kitapta en sevdiğim karakter sanıyorum ki Hijiri'ydi. Daima kendi bildiğini okuyan bu kadın, abartılı yönleri olmakla birlikte, ilham verici bulduğum bir karakterdi. Sanırım Fuyuko için de öyleydi; Hijiri, Fuyuko için de ilham vericiydi.
Kitapta beni en çok etkileyen sahneler ise, Fuyuko'nun ayna karşısında olduğu iki sahneydi. Bunlarda biri Fuyuko'nun evde aynanın karşısına geçip kendine baktığı andı. O an beni çok üzdü. Çünkü bu kadın o ana kadar belki de kendini daha önce hiç görmemişti. Bir diğer sahne ise Fuyuko'nun kuaförde iltifat aldıktan sonra aynada gördüğü yüzüydü. Bu sahneden etkilendim; çünkü Fuyuko belki de ilk kez kendine farklı düşüncelerle bakmıştı.
Özetle kitabı beğendim.
Hoşça ve kitaplarla kalın.
ALINTILAR
''Günün ezici ışığı gittiğinde, geride kalan yarısı tüm gücüyle parıldamaya çalıştığı için, gece yarısı ışığı olağanüstüdür.'' (Sayfa 7)
''Acaba benden istenen hiçbir işi geri çevirmemekle ve hiçbir teslim tarihini bir kez olsun aşmamakla kabahat mi işliyordum?'' (Sayfa 13)
''Güvenebileceğim insanlarla çalışmayı seviyorum.'' (Sayfa 21)
''Gecenin ışığı, usulca doğum günümü kutluyor gibi gelmişti bana. O zamandan beri her doğum günümde gece yürüyüşüne çıkıyorum.'' (Sayfa 28)
''İnsanların benden nefret etmesini istediğim falan yok ama kendimi zorla sevdirmek için çabalayacak da değilim. Sevilmek elbette harika bir şey ama sırf sevilmek için yaşamaya çalışacak halim yok.'' (Sayfa 37)
''İçten gelen dürüstlük iyidir. İnsanı rahatlatır. Hayatınızı böyle yaşayabiliyorsanız, buyurun yaşayın. Ama esas kötü niyetli olanlar, neyin doğru olduğunu bildikleri halde, sinsice hareket edenlerdir. Güç ve şöhreti çok sever, bu ikisine öyle büyük arzu duyarlar ama sana bu düşünceler hiç akıllarından bile geçmemiş gibi bakarlar.'' (Sayfa 38)
''Kitapların, insanların başkalarına söylemek istedikleri ya da birilerinin onlara söylemesini istedikleri şeylerle dolu olduğunu düşündüm.'' (Sayfa 90)
''Ben çocukken yaz tatili sanki sonsuza dek sürecekmiş gibi gelirdi.'' (Sayfa 93)
''Artık insanlar daha duygularını kelimelere dökmeden ilişkiye başlayıveriyor.'' (Sayfa 105)
''Ama şu ana kadar hayatta öğrendiğim bir şey varsa, o da her şeyi ciddiye almamaktır.'' (Sayfa 106)
''Bilmiyorum, mesela bazen mutlu, üzgün ya da endişeli hissedersin ya? Veya belki televizyondaki bir şey ilgini çeker ya da karidesin tadı hoşuna gider, her neyse. Ama bazen bu düşünce ya da duyguların iş icabı okuduğum şeylerden kaynaklanıp kaynaklanmadığını merak ediyorum. Herhangi bir şey hakkında duygusal hissetmeye başladığımda, gerçekten öyle hissedip hissetmediğimi anlayamıyorum. Ya bu sadece birinin kitapta yazdığı bir şeyse? Ya da belki bir filmden bir replik veya bir sahne. Her iki durumda da, başka birinin eserinden alıntı yapıyormuşum gibi bir hisse kapılıyorum.'' (Sayfa 107)
''Herkesin kendine göre bir sebebi vardır.'' (Sayfa 175)
''Mitsutsuka'yı düşünmeye çalıştığımda, onun hakkında temelde hiçbir şey bilmediğimi bir kez daha fark ettim. Her gün ne yediğini, zamanını nasıl veya kimlerle geçirdiğini, neleri önemsediğini, gün boyunca aklından nelerin geçtiğini bilmiyordum. Nerede uyuduğu, nerede kitap okuduğu, ne tür insanlarla konuştuğu, nelere güldüğü hakkında hiçbir fikrim yoktu. Nelere öfkeleniyor, nelere canı sıkılıyor ya da uykuya dalarken neleri düşünüyordu? Ne tür kadınlardan hoşlanırdı? Geçmişte ne tür kadınlara aşık olmuştu? Nasıl aşık olmuştu? Eğer ben güzel olsaydım, rüyamda bana yaptığı şeyleri gerçekte de yapar mıydı? Rüyaları nasıldı? Benimle konuşmaktan hoşlandığını söylemişti ama ya sadece konuşmaktan hoşlanıyorsa? Mitsutsuka nelere üzülür, nelerden mutlu olurdu? Nasıl rüyalar görürdü? Şu anda neredeydi, ne düşünüyordu? Ne yapıyordu? İyi miydi, hatta beni görmediği için mutlu muydu? Bir anlığına bile beni düşünüyor muydu?'' (Sayfa 186)
''Dokunmak tanımlaması zor bir durum olabilir. Bir bakıma, dokunmak daha fazla yaklaşamayacağınız anlamına gelir çünkü.'' (Sayfa 209)
''Sadece... ondan hoşlanıyorum, hepsi bu'' dedim, kimsenin duyamayacağı kadar kısık bir sesle. ''Kulağa çok aptalca geldiğini düşünüyor olmalısın...'' (Sayfa 219)
Not: Bu kitap yorumu yazısı reklam değildir, kitap önerisidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder