Okuduğum kitabı artık bitirmek istiyordum. Hem bir kitabı uzun süre okuduğumda artık dikkatim dağılıyor, hem de içimde okuduğum kitaba dair bir çeşit ''görev bilinci'' taşıyorum. Görevim (!) kitabı bitirmek mi oluyor emin değilim. Belki de sadece o kitap hakkında konuşmak istiyorum ve bunu ''adamakıllı'' bir şekilde yapabilmek için de bitmesini bekliyorum. Ancak anın içindeyken kitapla eşleşen durumlar yaşadığımda kendimi tutamıyorum.
Okumaya hızla başladığım ve yarıladığım bir kitap Pembe Fili Düşünme (Zeynep Selvili). Okuması kolay, anlatısı keyifli. İşime yarayacak pratik bilgileri, minik farkındalık anları yaşatan cümleleri de mevcut. Yine de bir noktada durdum. Kitabı elime alsam bitecek biliyordum ama bunu bir türlü yapmıyordum. Bugün yaptım. Kitabı elime aldım. Canım çay içmek istiyordu ama yerimden kalkasım yoktu. Sonra yazarın çay içtiği bir sahne anlatılmaya başlandı. Zeynep Hanım o bölümü evinin bahçesinde çay içerken yazmaya başlamış. Allah Allah, devam edelim bakalım dedim. Sonra ortama cırcır (ağustos) böceklerinin sesleri de dahil oldu. Başta keyifli gelen, sonra susmayan o sesler.
Zeynep Hanım başta ilham aldığı bu seslerden sonrasında kaçmak istediğini ifade etmiş. Tam bu noktada babasıyla yaşadığı ana da değinmiş. Babası ona yazmaya odaklanırsa, seslerin artık o kadar da yüksek gelmeyeceğini söylemiş. Zeynep Hanım ise sorunun sesler olduğunu, sesler olmasa zaten odaklanabileceğini ifade etmiş. Peki bu seslere nasıl çözüm bulabilir? Başkalarını rahatsız etmek pahasına müziğin sesini açarak, ortamını değiştirerek veya yazmayı erteleyerek mi? Ancak ağustos ayının ortasında yaşadığı bu olayda cırcır böceklerinden ne kadar uzağa kaçabilir? Onları duymayı ne kadar erteleyebilir?
Çok yazı yazıyor, sonrasında yazılarımı kaldırıyorum. Yazılarımı onları görmek için yazıyorum ama sonra bir bakıyorum ki bir yazı başka bir yazıyı doğurmuş. Aslında bu beni sevindirmeli. Kulağa üretkence geliyor değil mi? Neredeyse hiç okunmayan bir bloğun sahibesinin öznel ve eskimiş, dramatik hislerinden oluşan yazılar olsalar bile. Onları bazen ortadan kaldırıyorum. Sonra başka bir yazım doğmak istiyor ve ben onu içeride tutmak istediğimde o an dursa bile sonra başka bir yerden çıkıyor. Bu yazı da öyle bir yazı mesela. Yazmak istemiyorum ama o kadar derinden bir hisle ''yaz beni yaz beni'' dedi ki bana, işte buradayım.
Yazılarımı her taslağa döndürüşümün ardından daha fazlasını yayına geri çeviriyorum. Böyle olunca eski yazılarımı da görme imkanı buluyorum. Yani, eski düşüncelerimi. Bu yazılarımdan birinde sana ''bazen bazı düşüncelerim ve hislerim için 'bu his\ düşünce bana ait değil derim'' yazmışım. Bu cümle bana o satırları yazdığım gün de, sonrasında o yazımı bir kez daha okuduğum gün de mantıklı gelmişti. Ancak bugün bu düşüncemin tam tersini uyguladım. Aklıma düşünmek istemediğim bir şey geldiğinde ona izin verdim. Sonuçta ''ben düşüncelerimin hakimiydim, onlar benim değil.'' Meditasyon yaparken de amaç budur. Bunu aslında meditasyon yaptığım dönemde keşfetmiştim. Aklına bir düşünce geldiğinde onu dış bir göz olarak görmeni ve gelip geçişine şahit olmanı söylerler. Sonuçta o sadece bir düşüncedir, sana dokunmaz. Sen de ona dokunmazsan, geçer gider (muhtemelen). -psikolog vs değilim neticede, kendi deneyimlerimden yola çıkarak yazıyorum.-
Pembe Fili Düşünme isimli bu kitapta da kitabın yazarı olan Zeynep Hanım bunu ''bilinçli farkındalık'' terimiyle açıklıyor. Bilinçli farkındalık var olan düşüncelerini yargısızca görmeyi ve kabul etmeyi içinde barındıran bir düşünme hali. Düşüncelerini o anda deneyimleyerek, o anda görerek, farkında olarak kabul etmek yani. Bize olumsuz hislerimizi yadsımamız söylenir veya biz bunu kendimize söyleriz ancak şimdi görmezden geldiğimiz o his aslında sadece zihnimizin arka planında onu görmemizi beklemeye devam eder. Neticede hisler düşüncelerden oluşur ve düşünceler (eğer onları fark etmezsek) otomatik eylemlerimize dönüşürler. Kitapta da buna yer verilmiş. Bu satırları bu sabah uyguladığım yöntemden sonra okumak, bir ''cırcır böceği'' olan benim için, anlamlı bir denk gelişti doğrusu. Üstelik yazar da bunu ''cırcır böcekleriyle yaşadığı bir anı'' üzerinden anlatmış! Bu tesadüf bir yazıyı hak etmemiş mi sence de sevgili okurcuğum?
Cırcır böceklerini dinlemeyi severim. Bana sesleri keyif de verir. Ancak zamanla daha yüksek perdeden çıkar sesleri ve adeta akoru bozuk bir haykırışa dönüşür. Bu dünyadan olmayan bir müzik aletinin kulaklara çarpan sesleri gibi. Yine bir gün böyle bir an yaşamıştım. Ağaçlık bir yoldan yürümeyi tercih etmiştim. Başlangıçta sesler çok güzeldi. Etrafta ilham perilerinin koşuşturmalarını bile hissetmeye başlamıştım. Sonra bir anda (!) bu ilham veren sesler birer çığlığa dönüştüler. Ellerimle kulaklarımı kapatmak istedim. O yoldan hemen ayrılmak istedim ve adımlarımı hızlandırdım. Oradan resmen kaçtım. Düşüncelerimiz de böyle. Onların varlığını duyumsamak ile bizi rahatsız edecek denli onlara dikkat kesilmek arasında ortamdan kaçma kararı kadar büyük bir fark var. Öte yandan, onları kabul etmemek, yoklarmış gibi davranmak da düşüncelerimizi gözümüzde büyütebiliyor. Bu noktada kendimizle iletişim kurabilmek önemli görünüyor.
bir şeyler dinlemek için tıklayabilirsiniz.
Pembe Fili Düşünme, Zeynep Selvili (İnkılap Kitabevi). |
Not: Artık yazılarımı ellemeyeceğim. Sonra bloggerın da kafası karışıyor ve yazıları yayınlarken de sıkıntı, gecikme vs oluyor. Bir de sanki yeni blog açmışım gibi listede yazı yığılmam oluyor. Bunun için üzgünüm gerçekten. Bir daha daha dikkatli olacağım! Sanırım burası iyice günlüğe döndü. Hep bunu istemiştim aslında ama ne bileyim. Bloğuma başka isim koymalıymışım... hep kendimi anlatıyorum baksana. Ama bunun nedenini de anlıyorum. Yazılarımı kaldırıp geri yükleme nedenimi de. Sebebi okunma kaygısı değil. Sebebi yazarak bir şeyleri anladığımı varsayıyorum ve sonra işi bitince yazıyı kaldırıyorum ama sonra bir bakıyorum ki aslında orada kendime anlatmak istediğim şeyi anlamamışım. Bu da beni tetikliyor ve yeniden yayınlıyorum. Bu gece sanırım beni tetikleyen ''pembe filimle'' yüzleştim. Ama bu yazının konusu bu değil. Herhangi bir yazının konusu olur mu onu da bilmiyorum. Zaman gösterecek diyelim. Hatta bu kitaba devam edemememdeki direnç de bundan kaynaklı bence. Bir nokta içime yerleşmediği için durdum, yoksa kitabı okumak istiyorum yani. Herhangi bir konuda takılıyorsak veya böyle uyumsuz davranışlar sergiliyorsak orada tepinen bir pembe fil mutlaka çıkıyor, bunu keşfettim diyebilirim. :) Her neyse! Yazılarımı okumak senin için de keyifliyse okursun zaten değil mi? Keyifli gelmezse de okumazsın, niye dert ettiysem?