Yönetmen: Azazel Jacobs
Senarist: Azazel Jacobs
Yapımı: 2023 - ABD
''Birinin hayatını özetlemenin tek yolu, her şeyi anlamlı kılmanın tek yolu... ne yaptığını, kim olduğunu ve kimi sevdiğini... Ölümün gerçekten nasıl hissettirdiğini en iyi aktarma yolu yokluktan geçermiş. Geri kalan her şey hayal ürünüymüş.''
![]() |
Kaynak: Pinterest |
Birbirinden çok farklı üç kız kardeş, uzun bir zamandan sonra bir araya gelirler. Sık sık kavga eder, daha da sık birbirlerinden kaçar ama günün sonunda buluşmak zorunda kalırlar. Onları birbirlerine bağlayan, sevgidir. Bu sevgi filmin başında kardeşlerin sevdikleri ortak bir kişi olarak kendini gösterir. Babaları ölüm döşeğindedir. Her yeni güne onu kaybetme korkusu ve bunun getirdiği sorumluluklarla başlarlar. Büyük kardeş (Carrie Coon) disiplinlidir; her şeyi kitabına göre yapmak ister. Ortanca kardeş (Natasha Lyonne) uçarıdır; alıp başını gitmek ister. Küçük kardeş (Elizabeth Olsen) ılımlıdır; sorun çıkmasın ister. Ancak bu isteklerin hiçbiri gerçekleşmez. Çünkü üç kardeş de birbirinden bambaşkadır ve bu bambaşka halleriyle birbirlerini severler. Acı tatlı bir sevgidir bu. Üzerine korkunun gölgesi düşmüş bir sevgi. Sevdikleri birinin, babalarının (Jay O. Sanders), kaybını onlara hatırlatan bir sevgi.
Ölüm, yas ve kardeşlik temalarını; hassas ama doğal, hüzünlü ama ajite etmeden, akışta ve bu nedenle de gerçekçi bir şekilde anlatan bir film His Three Daughters. Filmin tek mekanda geçtiğini söyleyebiliriz. Film boyunca, yer yer apartmanın önündeki sahneleri görsek de, kardeşlerin babalarının evinde yaşanan olayları izliyoruz. Tek mekanda geçen bir film izlemeyeli uzun zaman olmuştu. Bu tarz filmlerin, eğer senaryo da sağlamsa, olayların derinliğini arttırdığını düşünüyorum. Bu noktada tabii ki oyunculuk performansı da önemli oluyor. Özellikle de böyle filmlerde repliklerden değil, mimiklerden görmek istiyorum hikayeyi. Karakterin yüzünden okumak istiyorum söyleyeceklerini. Bu filmdeki oyunculuk performansları da bence gayet başarılıydı. Üç kız kardeş de birbirinden çok farklıydı ve bu nedenle aslında birbirleriyle yüzleşmekten kaçma teknikleri başlangıçta farklı gibi görünüyor. Soğukluk (katılık), umursamazlık (katılık) ve coşkunluk (katılık) şeklinde kendini gösteriyordu. Kız kardeşler birbirlerine ve aslında en çok da kendi hislerine karşı kaskatıydı.
Durağan sahneleri olmasına, yani aksiyon olmamasına, rağmen akıcı bir filmdi. Filmin genelini beğendiğimi söyleyebilirim ancak beni en çok etkileyen kısımlar kız kardeşlerin salonda oturmaya başladıkları sahne ve sonrasıydı. Birbirleriyle gerçekten konuştukları o ilk an. Küçük kız kardeşin babalarıyla ilgili onda yer eden bir anısını anlattığı an. Çünkü sanki tam da o anda, çok eskide kalmış bir anı tüm bu katılıktaki buzları eritmiş gibiydi. Artık nihayet herkes dürüsttü ve babalarını kaybetmenin hüznünü ve bir arada olmanın rahatlatıcılığını yaşayabilirlerdi. Büyük kardeş o kadar mükemmel değildi artık. Ortanca kardeş o kadar tepkisiz. Ve en küçük kardeş artık o kadar da kontrollü değildi.
Bu, hüzünlü bir öykü. Beni bu kadar üzeceğini filmi izlerken bile tahmin etmemiştim. Tabii kaliteli bulduğum da bir iş. Senaryo ve oyunculuk bir yana, görüntü yönetimi de gayet başarılıydı. Filmde mekan olarak kullanılan evin estetiği bile hikayedeki hüznü hissettiriyordu. Kahve bardakları, yapraklardan oluşan çiçekler ve bir köşedeki sandalye... Ortanca kızın düşüncelerinden kaçmak için durmadan maç izlemesi bile film bittikten sonra beni neredeyse ağlatacaktı. En büyük abla düşünmemek için yemek başta olmak üzere ev işleriyle ilgilenir, olmadı bir şeyler içerdi. Ortanca kardeş, maç izleyip sigara içer ve kazanmayı önemsemediği maçlara para yatırırdı. Küçük kardeş ise fırsat buldukça nefesine odaklanır, belki yoga yapar, olmadı kendi kurduğu ailesiyle konuşurdu. Bunların hepsi bir çeşit kaçış yolu aslında. Vermek istediğin tepkiyi düşünmemek için eylem değiştirmek. Peki bu tepki neydi? Bize bunu en etkileyici şekilde hasta babanın göstermesi ise ayrıca üzücü. Özetle, eğer tetiklenmeyeceğinizi hissediyorsanız filmi öneririm.
''Kolundan tutup ''Merhaba'' dediğimde, ''Beni hala hatırlıyor musun?'' dedi. ''Elbette'' dedim, ''hayatımı değiştirdin.'' Bu sözüm onu gülümsetti. Yine de biraz pişmanlığım var, belki de kendimi... Kendimi daha iyi ifade edebilirdim. Buradan çıkacak bir ders yok. Yani... Ölürken hepimizin bir pişmanlığı olur. Ama ben... Ben sadece size aşktan bahsetmek istedim. Beni kökten değiştiren bir şeyden. Beni ben yapan şeyden.''
!! DİKKAT DİKKAT SPOILER DİKKAT DİKKAT!!
Filmin sonunda babanın aslında ölüm döşeğindeyken, kendini ayakta ve sağlıklı bir şekilde görmesi ve kızlarına onların asla bilmediği ilk aşkını anlattığını hayal etmesi bana bu noktada çok anlamlı geliyor. Önceki sahnelerde küçük kız babasıyla olan anısında babasının ölüm hakkında söylediği bir sözü dile getirmişti (giriş kısmında yer verdiğim replik). Bu sözde aslında ölümün ancak ölüm olayıyla anlaşılabilineceği, önceden tahmin yürütülemeyeceği anlatılıyor. Aynı şekilde ölen biri hakkında ne düşünüp hissedeceğimizi de ancak o öldükten sonra gerçekten bilebiliriz. Bu durum babanın gözünde boşlukla karakterize ediliyor. Yani ölen biri gittikten sonra ona dair her şey aslında hayaldir diyor. Söyleyeceğin her şey aslında sadece, ölen kişinin boşluğunu doldurmak için yapacağın avuntulardır, diyor. Tek gerçek ise o boşluktur. Bunu filmin sonunda kızların babalarının öldüğü koltuğa sırayla oturdukları sahnede de görüyoruz. Babalarının kollarını uzattığı yerleri okşuyorlar. Yani boşluğu. Çünkü ölüm bunu yapıyor, boşluk bırakıyor ve sen onu kendi içinde taşıdıklarınla dolduruyorsun bir şekilde. Bu söz ile ''bence'' kastedilen bu. Öte yandan babanın ölüm anında kurduğu hayal bu noktada çok manidar geliyor bana. Çünkü o da ölen bir şeyi anlattığını düşlüyor. İlk aşkını. İçinde kalan, yaşayamadığı ama onu bugününde bile etkileyen, onun için tıpkı ölüm gibi boşluk olan aşkını, anlattığını hayal ediyor tam da ölürken. Bunu böyle yazınca belki zorlama gibi geliyor. Ben bir yerde bunu okusam ''ya bırak'' diye düşünürdüm belki. Ne saçma... kim ölürken bunları anlattığını hayal eder ki? Hem de kızlarına! Ama işte öyle değil. O sahneleri izlerken hiç böyle düşünmedim. Aklıma bile gelmedi. Hatta aksine, bence hayatın kısalığını ve ölüm anının uzunluğunu çarpıcı bir şekilde ortaya koyan bir sahneydi. En azından benim için gerçekten vurucuydu diyebilirim. Aynı şekilde babanın hastayken yattığı odayı hiç görmememiz, babanın kızların ortak vakit geçirdiği tek yer olan salonda ilk kez görülmesi ve bunun (hayal bile olsa) sağlıklı haliyle olması dikkatimi çeken diğer detaylardı.
!! SPOILER VE YAZIM BİTMİŞTİR !!
Hoşça kalın.
His Three Daughters | Official Trailer izlemek için tıklayabilirsiniz.
His Three Daughters (Original Motion Picture Soundtrack) için tıklayabilirsiniz.
Not: Bu film yorumu yazısı reklam değildir, film önerisidir.
Bir yanım izle, bir yanım da duygusal açıdan fırtınalar yaşamayı gerçekten istiyor musun diyor.
YanıtlaSilBu film size belki bir tık yavaş gelebilir. Bence asla sıkıcı değil ama içinde aksiyon yok. Kızların babalarının hastalığına ve yıllar sonra bir araya gelmelerine verdikleri tepkileri izliyoruz. Bu arada filmin konusu hüzünlü ama bunu ağlamalı bir yerden anlatmamışlar (en çok da bu durumu sevdim). Bu nedenle herkesi benim kadar etkilememesi olası. Yine de konusu ağır bir konu, sevdiğin birinin kaybı. Bazıları için tetikleyici olabilir.
Silbu yılın en iyi filmlerinden bu, the substance gibi, ben de listeye almıştım, çok severim diye düşünüyordum, şimdi daha da keyiflendim :) yakında izlerim :) bu yıl bir tane daha var, daughters, onun da ismi böyle, o da iyimiş :) bu yazdığın filme benzer bir film daha var :) aile bağları ( 1997/a thousand acres :) michelle pfeiffer, kızkardeşler filmi, dram üzücü ama çok iyi film :)
YanıtlaSilİyiydi gerçekten. Önerdiğin diğer filmlere de bakayım, teşekkür ederimm :)
SilGüzel bir filme benziyor, spoisiz kısımdan edindiğim bu... aklımda olsun, teşekkürler.
YanıtlaSilRica ederim, konusu ilginizi çektiyse bence bir bakın :)
SilFilm ilgimi çekti. Bu tarz insan ilişkilerini anlatan yapımları seviyorum. Aklımda bulunsun, teşekkürler. :)
YanıtlaSilBu filmin en sevdiğim yanı gereksiz hiçbir sahnesinin olmaması. Yazımda buna değinmek aklıma ilginç bir şekilde gelmemiş ama şimdi fark ettim de gerçekten filme dair en sevdiğim detay bu. Genelde artık filmlerde dikkat çeksin diye abudik gucidik ne manalı sahneler de araya serpiştiriliyor (gerçi bu eski filmlerde de var). Bu filmdeyse her sahne aslında ana olaya hizmet ediyordu ve bu da bence filmi kaliteli yapan temel şey. İnsan ilişkilerini ve bireyin ruh halini anlatan yapımları ben de seviyorum. Filmi izlersen sen de beğenirsin umarım. :)
Sil