19 Ağustos 2024 Pazartesi

Çin Mitolojisi (Yuanji C. Liyuan) | Kitap Yorumu

Yazar: Yuanji C. Liyuan, Çevirmen: Yaşar Tüzen,
Yayınevi: Mitoloji Tarihi Yayınları

Kitap; Kabuktan İçe Çin Mitolojisinin Analizi (Çin Mitolojisinin Ayırıcı Nitelikleri), Çin Mitolojisinde Yaradılış Efsaneleri, Çin Mitolojisini Şekillendiren İnançlar, Çin Mitolojisinde Semboller, Antik Çin Efsaneleri olmak üzere beş bölüm ve bir Önsöz'den oluşmakta. Kitap boyunca Çin mitolojisinin kökeni, beslendiği kaynaklar, efsaneler ve bu efsanelerde yer alan doğaüstü yaratık ve semboller genel bir anlatımla açıklanmış ve bazı sayfalarda temsili resimlere yer verilmiş (bu resimler siyah beyaz baskıdan dolayı pek de görülmüyor bunu da eklemeliyim).

Kitabı kitap satılan bir tezgahta mitoloji kitaplarının içinde buldum. Mitolojiyle ilgili derin bilgilere sahip olmasam da farklı milletlerin efsanelerini okumak bana keyifli geliyor. Çin mitolojisinin ise daha soyut bir yanı olduğu için ayrıca ilgimi çekti ve bilgi sahibi olmak istedim. Aslında Çin mitolojisine dair en eski kaynaklar da Budizm, Taoizm gibi dinlerle birlikte şekilleniyor diyebiliriz. Tarih boyunca her toplum bir şekilde neden bu yeryüzündeyiz, amacımız ne, nereden geldik ve nereye gidiyoruz gibi sorulara yanıtlar aramış ve hayatta karşılaştıkları zorluklara dayanabilmek için çeşitli hikayeleri dilden dile aktarmışlar. Kitapta yer alan efsanelerde de bunu görebiliyoruz.


Çinlilerin mitolojilerinin pek çoğumuzun aşina olduğu Yunan mitolojisinden ayırıcı yönlerine kitabın ilk bölümünde kısaca değinilmiş. Yunan mitolojisindeki tanrı, tanrıça ve doğaüstü güçlere sahip karakterler insanlardan üstün anlatılmakla birlikte, insani özelliklere sahip yaratıklardı. Aynı durum Yunan mitolojisinden büyük oranda beslenen Roma mitolojisinde de görülmekte. Bu bakımdan bu mitlerde ele alınan değerlerin daha somut bir düzlemde aktarıldığını söyleyebiliriz. Ancak Çin mitolojisinde daha soyut, daha insanlardan uzak ama dünyadaki düzeni sağlamaya yönelik bir üst akıl olarak karakterlerin ve efsanelerin oluşturulduğunu görüyoruz. Bu farklılığı da toplumların farklı değer ve dünya görüşlerine sahip olmalarına; bu nedenle de dünyaya bakışlarının farklı şekillenmesine yorabiliriz. Doğu'nun ve Batı'nın mit, efsane ve felsefesi birbirinden farklı bakış açısına sahipler.

Kitabın yine bu ilk bölümünde Çin mitlerinin ''hayal gücünden yoksun, duygusuz ve tutkusuz'' olduğuna yönelik yapılan yorumlara katılmıyorum. Hatta aksine, Çin mitlerindeki yaratıkların insanlardan farklı olmalarını, insani hırs, tutku ve korkulardan farklı bir düzlemde ele alınmalarını çok daha 'mantıklı' bulduğumu bile söyleyebilirim. Mitlerde dünyanın oluşumunu açıklayan kısımlar olağanüstülükleri nedeniyle masalsı, ancak içerdiği fikirlerle felsefi yönü olan anlatılardı. Buna karşın dünyanın işleyişiyle ilgili kısımlar öğretici olma amacı taşımaktaydı. Özellikle iyi yönetici-kötü yönetici gibi fikirlerin ifadesi, 'iyi' davranışların olağanüstü güçlere hak kazanma veya ölümsüzlükle ödüllendirilmesi gibi konuların net olarak ifade edilmesi bu duruma örnek gösterilebilir. 

Kitap konuya giriş için bir alternatif olabilir tabii ancak gerek baskı kalitesi, gerek içeriği daha zengin kitaplar bulunabilir mi dersek; bir bakmak lazım. Yine de ilgiyle okuduğum bir kitap oldu diyebilirim.

Hoşça ve kitaplarla kalın.


15 Ağustos 2024 Perşembe

Geç Kalan (Dimitri Verhulst) | Kitap Yorumu

Yazar: Dimitri Verhulst, Çevirmen: Erhan Gürer,
Yayınevi: İthaki Yayınları

Desire emekli bir kütüphane müdürü. Kitap okumak, klasik müzik dinlemek ve bahçedeki kuşları beslemek en sevdiği aktiviteler. Yetmiş dört yaşındaki bu adamın neredeyse yarım asırlık hayat arkadaşı ise belki de dünyada en gıcık olduğu ve anlaşamadığı insan. Bir gün yaşadığı, daha doğrusu yaşayamadığı, hayatına katlanamayan muzip kahramanımız alışılmadık olduğunu düşündüğü ve tüm oyunculuk yeteneğini sergileyeceği bir plan yapıyor. Bu planını sonuna kadar da götürüyor. Altına kaçırıyormuş gibi yapacak, ona verilecek ne olduğunu bilmediği ilaçları içecek ve dünyaya boş bakışlar atacak kadar ileri gidiyor. 

Kitap, bunamış rolü yapan yaşlı bir adamın öyküsünü anlatıyor. Yer yer komik, yer yer üzücü bir öykü bu. Hem film tadında, hem de aslında hayatın yansıması gibi. Kitap, ana karakteri olan Desire'nin ağzından sade bir dille yazılmış. Desire biz okurlara bu tuhaf planına neden karar verdiğini ve nasıl uygulamaya koyduğunu anlatırken, diğer yandan hayatına dair keşkelerine değiniyor. Belki de Desire'yi böyle zor bir rolü üstlenmeyi bile göze alarak bu yola iten de aslında bu: Keşkelerinin fazlalığı. 

Yıllarını sevmediği, hatta düpedüz katlanamadığı ve daha da fenası, aynı şekilde ona katlanamayan bir kadınla geçirmiş bir adam Desire. Tabii kitabın bir noktasından sonra ''amcacığım değer miydi, boşansaydın o zaman'' demedim de diyemem ancak eğer böyle yapsaydı muhtemelen ortada bir kitap olmazdı. Bu nedenle de acaba sonraki aşamada ne olacak; olaylar sonsuza kadar mutlu yaşamalara mı, hayatın hazin gerçeklerine mi bağlanacak diye bir küçük merakla bekledim. 

Bence kitap tam olması gerektiği gibiydi. Olaylar ilk başta abartılı ve gerçek dışı gibi görünse de, Desire de zaten alışılmışın dışında bir karakterdi. Hem içinde yılların öfkesi vardı. Öfkesinin karısına yönelik olduğunu bile düşünmüyorum - tamam belki biraz... Ama pek çoğu aslında kendisine yönelikti. Mesela neden on altı yaşında katıldığı o partide tatlı Rosa'yı öpmemişti ki? Onu öpseydi, üstelik Rosa da bunu isterken, hayatı nasıl şekillenirdi? İlk kavgalarında, üstelik haklı olduğuna neredeyse emin olduğu kavgalarında, sevmediği karısıyla yollarını ayırsaydı... henüz gençken ve devam edebilecek cesarete sahipken bunu yapsaydı... nasıl olurdu hayatı? Bu nedenle, belki de can havliyle, bu alışılmadık plana atladı Desire. Hayatı ona ait değildi. Hayatı boyunca kendi kararını bir kez bile alamadı, almadı. Bari ipleri tümden koparsındı. Kendine belki de güzel bir ölüm seçmek... Düşünsenize, entelektüel bir adamın resetlenmiş bir beyne sahipmiş gibi davranması... Sizce anlaşılır mı? İnsanlar bu rolü 'çakarlar' mı?

Kitabı sevdim. Böyle farklı karakterleri ve alışılmadık kurguları severim. Sanırım kitaba dair en sevdiğim şey de bu şaşırma hali oldu. Kitabı okurken merak içinde kaldım diyemesem de, bu alışılmadık atmosfer en başından en sonuna kadar kitapla birlikte beni sardı sarmaladı. Kitabın bir film uyarlaması olsa beğenirmişim gibi geliyor.

Hoşça ve kitaplarla kalın.


11 Ağustos 2024 Pazar

Exhuma | Film Yorumu


Yönetmen: Jang Jae-hyeon

Senarist: Jang Jae-hyeon

Yapımı: 2024 - Güney Kore


Genç şaman Hwa Rim (Kim Go-eun) ve yardımcısı Bong Gil'in (Lee Do-hyun) karşılaştıkları vaka oldukça zorlayıcıdır. Varlıklı bir aileyi rahatsız eden bir ruhla karşı karşıyadırlar. Üstelik kurtarmaları gereken bir bebek de vardır. Kötü ruhun ailenin soyundan geldiğini anlayan Hwa Rim, toprakları iyi tanıyan Kim Sang-deok'tan (Min-sik Choi) yardım ister. Kötü ruhu olması gerektiği yere göndermek için harekete geçen bu grubu beklemedikleri başka tehlikeler karşılar.


Kaynak: Pinterest

-Yorumum galiba spoiler içeriyor. Bence çok da içermiyor ama içeriyor da. Bilemedim, dikkatli olun. Böööööö...-


''Dünyanın bize görünür olması için ışık gerekli. Ve çoğu insan sadece görebildiği somut şeylere inanır. Aydınlık dünyamız ve içinde saklı olanlar. İnsanlık kadim zamanlardan beri karanlığın farkındaydı ve ona isimler taktı. Hayaletler. İblisler. Goblinler. Tezahürler. Bu şeyler daima aydınlık yerlerin özlemini çeker ve bazen de bizim dünyamıza geçerler. İnsanlar bana o zaman gelir.''


Filmi merak etmemin en önemli sebebi pek bir sevdiğim oyunculardan olan Kim Go-eun'un başrolde olmasıydı. Kendisi öylece dursa bile oynadığı yapımı izlerim gibime geliyor. Bunun en büyük etkisi ise tipik bir Asyalı görünümüne sahip olması sanırım. Bana hep sanki oynadığı fantastik dizilerdeki gibi gerçekten efsanelere konu olmuş bir kadın veya bilinmeyen zamanın bir köşesine gidecek bir zaman yolcusuymuş izlenimi veriyor. Bu filmde de gizemli, hatta mistik, üstüne otoriter diyebileceğim bir karaktere hayat veriyordu. Bu bakımdan oyuncunun bende bıraktığı izlenim ile canlandırdığı karakter birebir örtüşüyordu diyebilirim. Ancak bu yeterli oldu mu, malesef hayır.

Filmden pek bir beklentim olmadan filmi izlemeye başlasam da, potansiyel barındırdığını fark ettiğim andan itibaren hep bir şeyler olmasını bekledim. Filmin olay yönünden herhangi bir sıkıntısı yoktu bu arada. Arada bazı mantıksızlıklar, efenim bir oldu bittiler, bir böyleymiş işte çok da kurcalamayalım önümüze bakalımlar olsa da; temelde kurgu akıcıydı ve bana kendini sıkılmadan izlettirdi. Amma ve lakin, bu filmin asıl eksik yönü -pek tabii bana kalırsa- karakterlerin bir öykülerinin olmamasıydı. Bu da karakterlerin derinleşmelerinin ve filmin katmanlaşmasının önündeki bir engeldi. 

Toprak falcısı (filmi tanıttığım ilk paragrafta direkt bunu yazmadım ki hemen bu ne be deyip kaçmayın ahahha, uyduruk duruyor biliyorum), karakterini canlandıran bey amca işinin ehli gibi duruyordu ve az buçuk ailesinden, geçmişinden ve gelecekte neler umduğundan; en önemlisi korku ve sevinçlerini, biz izleyicilere azıcık ucundan bile olsa çıtlatıyordu. 

Kim Go-Eum'cuğumun hayat verdiği karakter ile ise; müthiş karizmatik olabilecek ama -üzülerek belirtiyorum ki- benim için meh yorumundan öteye gidemeyen, ''üstad'' olarak anılsa da bence sadece bir ''çaylak'' imajı çizen bir karakteri izledim. Hwa Rim'in şaman ayinindeki dans performansı gerçekten başarılı ve üstünde durmaya kesinlikle değer; ancak bunun dışında karakter derin olarak işlenmemişti. Belki de burada sorun oyuncuda değil de, senaristin seçimindeydi; bilemiyorum. Keşke bizlere şöyle derin bir karakter çizseydi de şu kızcağızın döktürmesini izleseydik. Ah be keşke...

Onun ortağı da keza aynı şekilde müthiş gizemli, müthiş karizmatik, müthiş müthiş müt- olabilecek iken, malesef sesini bile 'duydum mu duymadım mı bilemiyorum Altan' tadında izlediğim bir karakterdi. İçine ruh girdiği anlardaki geçiş başarılı gibiydi o ayrı ancak karakterin kendi benliğini hiç izleyemediğim için neydi ne oldu çok da ayırt edememekteyim. Öte yandan iki karaktere de çok kızgınım! Koca filmde ağız tadıyla birilerini şiiipleyemedim (yakıştıramadım)...

Filmde oyunculuğuna bayıldığım asıl isimler Hwa Rim'in kız kardeşleri ve kaypak (ah üzgünüm bip kelime) morgçuydu.

Yine de... Göme göme yorumumun sonuna ulaşsam da filmi sevdim. Hatta karakterler azıcık çaba gösterselerdi çok sevdim bile diyebilirdim. Filmin türü için 'korku' demeliyiz ama değil; korkunçlu sahnelerde baya baya güldüm zira. Bunun dışında boş zamanınız varsa güzel gider, öneririm. Hatta bu film, film değil de bir dizi olsaydı çok daha güzel olurdu bence.


(Not: Oyunculuk performanslarını dünyanın başka köşelerindeki insanlar epeyce sevmiş gibi görünüyor, sorun bende. Olsun, güldük eğlendik...)


Exhuma | Official Trailer (2024) izlemek için tıklayabilirsiniz.


Not: Bu film yorumu yazısı reklam değildir, film önerisidir.


3 Ağustos 2024 Cumartesi

Oz Büyücüsü (L. Frank Baum) | Kitap Yorumu

Yazar: L. Frank Baum, Çevirmen: Volkan Yalçıntoklu,
Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Dorothy, Kansas'ın kurak ve gri topraklarında yaşayan küçük bir kızdır. Etrafındaki göz alabildiğine uzanan grilik yetmezmiş gibi bir de somurtkan bir teyze ve enişte ile birlikte günlerini geçirir. Tüm bunlara rağmen küçük kız neşesini korumakta ve tek arkadaşı köpeği Toto ile birlikte oyunlar oynamaktadır. Bir gün bir fırtına çıkar ve Dorothy, köpeği Toto ve derme çatma küçük evleri ile birlikte büyük bir hortuma kapılarak uzak diyarlara uçar. Bu diyarda Dorothy ve Toto'yu Kıtırsoylar karşılar. Kıtırsoylar çalışkan ve barışçıl küçük insanlardır. 

Dorothy bu halkı Doğu'nun Kötü Cadısı'ndan kurtarmıştır. Kıtırsoylar ve Kuzey'in İyi Cadısı, küçük kızın bu iyiliğini karşılıksız bırakmak istemezler. Dorothy'nin en büyük isteği köpeği Toto ile birlikte evine, Kansas'a, dönmektir. Küçük kız bu dileğini yerine getirebilecek tek kişinin efsanevi Zümrüt Şehri'nde yaşayan büyük büyücü Oz olduğunu öğrenir. Zümrüt Şehri'ne gitmek uzun ve tehlikeli bir yolculuğu gerektirmektedir ancak Dorothy bunu göze almaya hazırdır. Bu yolculukta Dorothy ve Toto gerçekten de zorlu yollardan geçerler ancak aynı zamanda onlar gibi dileklere sahip dostlar da edinirler. Beyin isteyen bir Korkuluk, kalp isteyen bir Teneke Adam, cesaret isteyen bir Aslan... Neyse ki Kuzey'in İyi Cadısı'nın öpücüğünün gölgesi onlarla birliktedir.

Kitap boyunca evine dönmek isteyen bu küçük kızın dostlarıyla birlikte Oz'un diyarına doğru yaptığı yolculuğu okumaktayız.


İçimde bu kitabı yeniden okumaya dair güçlü bir istek duydum. Sevdiğimiz kitapları tekrar okumanın rahatlatıcı bir yanı var. Özellikle de bu kitaplar içerisinde fantastik bir kavramı taşıyorlarsa: Umut. Oz Büyücüsü'nün de bana tanıdık bir yerden yaklaşacağını biliyordum. Kitabı bundan üç dört yıl evvel ilk kez okumuştum. Bu 'modern masal' o zaman da bana çeşitli duyguları bir arada yaşatmıştı. 

Masallarda her şey en uçtadır; iyiler daima iyi, kötüler daima kötüdür. Ödüller ve cezalar keskindir. Masal karakterlerinin aslında kendilerine has bir ''kişiliği'' bulunmamaktadır. Bir misyonları vardır bu doğru: İyi veya kötü olmak. Her karakterin varoluş amacı, her masalda üç aşağı beş yukarı aynıdır. Hepsi ana karakterlerin mutlu sonuna ilerlemeleri için sahneye çıkar ve sonra da görevleri bitince kaybolurlar. Bu resimden baktığımızda aslında ana karakterlerin bile onlara biçilmiş kaderden kaçışlarının olmadığını görürüz. Seçim hakları yoktur. Göze alabildikleri şeyler bile, masalların tüm sınırsızlığına karşın, sınırlıdır.

Kötü karakterler de bu taslağın dışına çıkamazlar. Onların misyonu da, pek tabii, ''kötü olmak''tır. Buradaki ''kötülük'' tanımı da ana karakterler üzerinden yapılır. Kötü karakterler ana karakterlerin mutlu sonlarına giderlerken aşmaları gereken engellerdir. Bu karakterler ellerinden geleni artlarına koymazlar. Çoğu durumda güçlerini ana karakterin kendi kaderine yönelik bilgisizliğinden almaları belki de işin ironik olarak değerlendirebileceğimiz kısmıdır.

Kitabın önsözünde L. Frank Baum bizlere ''Ancak eski masallar, kuşaklar boyu faydalı olduktan sonra, artık çocuk kütüphanelerinde 'tarihi' olarak sınıflandırılabilirler; zira yazarların her hikayede korkunç bir kıssadan hisseye işaret etmek için tasarladığı bütün o dehşetengiz ve kan donduran olayların yanı sıra basmakalıp cinler, cüceler ve perilere de artık yer vermeyen bir dizi yeni 'masal'ın zamanı geldi.'' demektedir. Bunu 1900 yılında kaleme aldığı yazısında ifade eder.

Bu kitabın yazarın ifade ettiği klasik masallardan ayırt edici yönü ise karakterlerinin kendilerine has arzularının, tutkularının; diğer bir deyişle, ''yaşama amaçlarının'' bulunmasından kaynaklanmaktadır. Kitabın ana karakteri olarak Dorothy'i görürüz. Kahramanın yolculuğuna başlayan ilk karakter odur. Yolda karşılaştığı diğer karakterler yolculuğunda ona yardımcı olan ''diğerleri''dir. Ancak bu diğerlerinin de kendilerine has kişilikleri, istekleri ve bunlarla birlikte doğal olarak oluşan yolculukları vardır. Her yolculuğun engeli de, ödülü de kendi içinde farklılaşır. Dorothy'nin aşması gereken engeller ile diğerlerinin, Korkuluk'un engelleri ile diğerlerinin, Teneke Adam'ın engelleri ile diğerlerinin ve Aslan'ın engelleri ile diğerlerinin engelleri aynı değildir. 

Burada üstünde durmaya değer diğer bir nokta ise karakterlerin istekleridir. Korkuluk bir beyin ister, Teneke Adam kalp ve Aslan da cesaret. Kendi yolculuklarını yapan tüm bu karakterler, Dorothy için bir çeşit yarendir. Dorothy yolculuğunda aslında eve dönme isteğiyle birlikte akıl, sezgi ve cesarete de ulaşacaktır. Belki de burada üstünde durulan ''ev'' simgesi içerisinde bunları da barındırır. Başından beri çözümü yanında taşıyan Dorothy için çıktığı bu yolculuk, bu üç erdemi de içerisinde taşır.

Kitaptaki karakterler siyah ya da beyaz değil; gridir. Teneke Adam'ı, her ne kadar bir kalbe sahip olmadığından yakınsa da, hassas ve şefkatli özellikleriyle görürüz. Ancak kendisi ve dostlarının amaçları için başka varlıklara zarar vermekten de geri durmaz. Bu durum aslında tasvip etmediğim ve özellikle de yaşı küçük olan okurlar için olumsuzluk barındırdığını düşündüğüm bir durum. Ancak öte yandan onaylamadığım (spoiler: fareleri kurtarmak için kedinin öldürülmesi, önlerine çıkan her engelde ilk önce ağaçları kesme ve bu yolla onlardan faydalanma yoluna başvurulması vs.) tüm bu durumların karakteri canlı kıldığını da görüyorum. Zira ''gerçek'' yaşamda da karakterlerin (insanların) yolculuklarında başvurdukları yollar içerisinde bencillik taşıyabilir.

Kitapta sevdiğim ve yazarın tatlı bir dokundurma yaptığını düşündüğüm nokta ise başlı başına minik Toto'ydu. Toto siyah bir yavru köpektir. Hayattaki en sevdiği şey, belki de çoğu köpek gibi, oyun oynamaktır. Kelebekleri kovalar, oradan oraya koşturur ve dostlarını her ne olursa olsun korur. Kitabın bir kısmında Toto'nun ''ilginç bir şekilde'' konuşamadığından, sadece havladığından bahsedilir. Toto, sıradışı bir özellik göstermeyen bir karakter olarak bir masaldaki belki de en sıradışı karakter olabilir.

Daha evvel okumuş olduğumuz kitapları tekrar okuduğumuzda dikkatimizi çeken noktaların farklılaşması ne ilginç ve aslında hoş, değil mi? Tıpkı akan zaman gibi bakış açımız da bu yolla farklı noktalara akıyor ve genişliyor. 

Kitabı yine severek okudum. Bence güzel bir başucu kitabı. Filmini ise hala izlemedim, izleyeceğim bir ara (umarım).

Hoşça ve kitaplarla kalın.



Rahatlama Kitabı (Matt Haig) | Kitap Yorumu

Yazar: Matt Haig, Çevirmen: Kıvanç Güney,
Yayınevi: Domingo Yayınevi

Kitap kısa kısa pek çok bölümden oluşuyor. Bu bölümlerde yazar genel olarak hayata ve bazı kavramlara dair düşüncelerine yer vermiş. Kitap için bana kalırsa yazarın düşünce günlüğü benzetmesini yapmak bile mümkün. Bu yazılarda yazar depresyon ve panik atak sürecinde yaşadıklarına, yaşantılarının üstünde bıraktığı etkiye, yaşama dair ulaştığı düşünce yapısına, sevdiği alıntı sözlere ve bazı kısa bilgilere yer vermiş. 

Yazarla geçtiğimiz yıl tanışmış, bakış açısını beğenmiştim. Hala en ünlü kitabı olan Geceyarısı Kütüphanesi'ni oku(ya)masam da, okuduğum diğer popüler iki kurgusal kitabından hareketle söyleyebilirim ki, yazar yazdıkları kurgu dahi olsa yazdıklarında düşünce dünyasını baskın bir şekilde okura sunuyor ve bir yazar olarak gizlenmek yerine, kendini karakterlerinin varlığının içinde gösteriyor. Bu durum bazı zamanlarda anlatımı zayıflatan bir etken olarak değerlendirilebilir belki ama Matt Haig bunu öyle doğallıkla yapıyor ki, normalde bu durumu olumsuz olarak değerlendirecek bir okuru olan bana bile bu anlatım tarzını sevdirmeyi başardı.

Bu kitabı ise kurgusal bir kitap olmadığı için kendi yaşantısından örneklere başvurarak düşüncelerini daha açık bir anlatımla ortaya koymuş. Kitabı okurken sanki yazarın kendisi karşımda konuşuyormuş gibi hissettim. Kitaba dair en sevdiğim durum da bu samimi anlatım oldu diyebilirim.


Son olarak beni çok mutlu eden bir duruma değinmek istiyorum. Bu kitabı sevgili Öneri Makinesi'nin çekilişinden kazanmıştım. Kitabın içinden çok tatlı bir not çıktı. Evet, Matt Haig sevdiğim yazarlardan birisi. Bu tatlı not için çok teşekkür ederim, benim için gerçekten çok kıymetli.

Hoşça ve kitaplarla kalın.

:)


Diğer yazılarıma da göz atabilirsiniz.