29 Kasım 2023 Çarşamba

Japon Sevgili (Isabel Allende) | Kitap Yorumu

Yazar: Isabel Allende, Çevirmen: İnci Kut, Yayınevi: Can Yayınları

Alma ve Ichimei'nin yarım asırdan fazla süren aşk hikayesini işleyen kitabın arka planında 2. Dünya Savaşı sahnelerine şahit oluyoruz. Her şey İrina isimli Moldova göçmeni genç bir kadının bir huzurevinde hasta bakıcı olarak işe girmesiyle başlıyor. İrina çalıştığı bu yerde oldukça etkileyici ve yanına yaklaşması bir o kadar zor olan Alma isimli yaşlı bir kadınla tanışıyor ve ek iş olarak bu kadının sekreterliğini yapıyor. Bir yandan Alma'nın yardımcılığını yaparken, diğer yandan Alma'nın torunu Seth ile birlikte Alma'nın anılarını derleme işinde görev alıyor. Kitapta geriye dönüş tekniği kullanılarak zaman sıçramaları yapılmış. Kitaptaki olay akışı doğrusal çizgide bir zamanda ilerlemiyor. Yeri geldiğinde kitaptaki olayların şimdiki zamanı olan 2013 yılında yaşananları okuyor, yeri geldiğinde Alma'nın çocukluk ve gençlik yıllarına gidiyoruz.

Alma, henüz sekiz yaşındayken İkinci Dünya Savaşı'nın olumsuz etkilerinden korunmak için nazilerin işgal ettiği Polonya'dan teyzesi ve eniştesinin yaşadığı ABD'ye göç ediyor. Ailesini geride bırakmak zorunda kalan küçük Alma, ABD'de teyzesi, eniştesi ve kuzenleriyle birlikte yeni bir yaşama başlıyor. Bu aile zamanla onun da çekirdek ailesi oluyor. Ailesinden ve yuvasından uzak düşmek zorunda kalmış bu küçük kız, yeni yaşantısının ilk yıllarında çok zorlanıyor. Her ne kadar teyzesi ve eniştesi onu kendi çocuklarından ayırmasalar bile, Alma evini özlüyor. Onun bu zor günlerinde ona iyi gelen iki kişi bulunuyor: Kuzeni Nathaniel ile bahçıvanın oğlu Ichimei. Bu iki çocuk aynı zamanda Alma'nın yaşamında kilit rol oynayacak iki isim oluyor.


Kitabı çok severek ve merakla okudum. Kitabı elime aldığım her seferde acaba ne olacak diye düşündüğümden elimden bırakamıyordum. Kitap içeriğinde bir aşk hikayesini işliyor olsa da, aslında tarihi olayları konu ediniyor. Alma'nın çocukluk ve gençlik yıllarını kapsayan İkinci Dünya Savaşı yılları, savaşın toplumsal ve bireysel etkilerini görmemizi sağlıyor. Kitapta nazilerin işgalleri daha geri planda tutulurken, ABD'nin ülkedeki Japon kökenli insanlara uyguladıkları politikalar daha ön planda işlenmişti. Açıkçası bu benim için yeni bir bilgiydi. İkinci Dünya Savaşı'nda ABD'nin Japonlar üzerinde gerçekleştirdikleri uygulamaları bu kitap sayesinde öğrendim. 

2. Dünya Savaşı yıllarında Pearl Harbor Saldırısı'nın ardından Japon kökenli Asyalı insanlar ister ABD vatandaşı olsunlar, ister olmasınlar ABD hükümeti bu insanları toplumdan tecrit ederek kamplarda göz altında tutuyorlarmış. Ichimei ve ailesi de Japonlar. Bu nedenle onlar da alelacele bu kamplara götürülüyor ve hayatları altüst oluyor. Savaş, dünyanın diğer ucuna kaçmış Alma'nın bu yeni evinde de sevdiği insandan ayrı düşmesine neden oluyor. Kitabı okurken savaşın yıkıcı etkilerini görüyoruz.

Kitaptaki karakterleri genel olarak sevdim. Alma'yı da çok sevdim. Ancak Alma'nın özel yaşantısında yaşadıklarını onaylamıyorum. Bu benim için bir ilkti bile diyebilirim. Normalde Alma nefret ettiğim tüm davranışlara başvurmuş, önyargıyla yaklaşacağım bir karakterken, onu en başından itibaren sevmiştim. Kitapta yaşananları adeta bir gözlemci olarak izlemişim gibi hissettim. Yer yer duygudaşlık hissetsem de, genel olarak olayları onaylıyorum\ onaylamıyorum bakış açısından çıkarak, daha geniş bir pencereden okudum. Ayrıca şunu da eklemeden geçmek istemiyorum; bence Alma gerçekten şanslı bir karakterdi. Sevdiği ve gerçekten sevildiği, üstüne üstlük sevildiğinden emin olduğu, bir yaşam sürdüğü için Alma'yı en şanslı karakterlerden biri ilan ediyorum.

Kitapta Alma'nın yaşam öyküsünün yanı sıra diğer karakterlerin yaşadıklarını da okuyoruz. İrina her ne kadar yan karakter gibi gözükse de, onun yaşadıkları da kitapta önemli yere sahipti. O da Alma gibi çocukluğunu başka bir savaşın etkisinin sürdüğü topraklarda geçirmişti. Moldovalı olan İrina, Transdinyester Savaşı'nın yaşandığı yıllarda doğmuştu. Ancak o, Alma gibi şanslı değildi. İstenmeyen bir çocuk olarak dünyaya gelmek, fakirlik, çocukluk yıllarında yaşadığı cinsel istismar, psikolojik ve fiziksel şiddet... Onun hikayesini burada uzun uzun anlatmayacağım ama tüm bunlar malesef ki gerçek hayatta da var olan durumlar. 


Alma ile İrina'nın bir araya gelmesinin bu bakımdan ikisine de yardımcı olduğunu düşünüyorum. Vermeyi bilmeyen yaşlı bir kadın olan Alma ile almayı bilmeyen genç bir kadın olan İrina'nın birbirlerinden çok şey öğrendiklerini düşünüyorum. Kitapta farklı kuşaklardan karakterleri bir arada görüyoruz. Ama burada bir kuşak çatışmasından ziyade, insanın yaşam evrelerinin altı çiziliyordu. Gençken her insan aynı olmadığı gibi, yaşlıyken de aynı değildir. Kimisi 25 yaşında 55 yaşında gibi davranırken, kimisi 85 yaşında 25 hisseder. Ancak önemli olan sanki bu da değildir. Belki de önemli olan tek şey, geriye dönüp baktığında sahiden yaşanmış bir hayatı görmekten başka hiçbir şey değildir.  

Bunun yanı sıra, Alma'nın torunu Seth ile İrina sahnelerini de tatlı bir heyecanla okudum. Kitap genel olarak gerçek hayattan kopmadan olayları kurgulaştırsa da, Seth'in bir hayal ürünü olduğuna eminim... Değilse de, 777. :)

Kitabı ben çok sevdim. Merak edenlere öneriyorum.

Hoşça ve kitaplarla kalın.

:)

22 Kasım 2023 Çarşamba

Vanya Dayı (Anton Çehov) | Kitap Yorumu

Yazar: Anton Çehov, Çevirmen: Ataol Behramoğlu,
Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Hayatlarından memnun olmayan karakterlerden oluşan dört perdelik bu oyun, bir çiftlikte geçmektedir.  Karakterlerin hepsinin kendince uğraştığı şeyler vardır ancak hiçbir karakter hayatta gerçekten istediği amaçlar uğruna çalışmaz. Oyuna da ismini veren Vanya dayı (Voynitski), boşa geçip gitmiş gençliğini dile getiren bir karakterdir.

Emekli bir profesör olan Serebryakov, ömrünü akademiye adamıştır. Ancak hasta ve yorgun düştüğü yaşlılık yıllarında istediği ilgiyi göremez. Belki de bu nedenle hep hasta ve yorgundur... Serebryakov'un kendinden bir hayli genç eşi Yelena Andreyevna güzel ve alımlı bir kadındır. Çevresindeki herkesi güzelliğiyle etkiler. Ancak Yelena da ömrünü kendinden uzakta, boş avuntu ve anlık tatminlerle tüketmektedir. 

Profesörün ilk evliliğinden olan kızı Sonya akıllı ve çalışkan bir genç hanımdır. Taşra hayatına sıkışıp kalmış bu genç kadını heyecanlandıran tek şey, kasaba doktoru Astrov'dur. Astrov orta yaşlarında, yakışıklı, duyarlı ve çalışkan bir hekimdir. Tüm yaşamı işi olmuştur. İşinden arta kalan zamanlarda ise kasabayı ağaçlandırmak için uğraşır. O da kendini tıpkı Sonya gibi kendinden oldukça farklı ve duyarsız olduğunu düşündüğü insanların arasında sıkışmış olarak görür. İdealistliği yıllar içinde yavaş yavaş sönmüştür.

Kitapta içinde bulunduğu tekdüze yaşamı kabullenmiş iki karakter bulunur: Evin yaşlı dadısı Marina ile yoksullaşmış bir toprak ağası olan Telyegin. İkisinin de teslimiyetçi bir yapıda olduğunu görürüz. Yaşamlarını olduğu haliyle kabullenmişlerdir. Diğer karakterler ise içlerinde hala bir şeylerin değişebileceğine dair umut taşımaktadırlar.


Kitabı diğer Çehov oyunlarını olduğu gibi ilgiyle okudum. Bu oyunun pek çok kişiye hitap edebileceğini düşünüyorum. Çünkü pek çok kişinin kendinden parçalar görebileceğini, malesef ki, düşünüyorum. Hepimiz yaşamlarımızı öyle ya da böyle sürdürüyoruz. Ancak bu, ''öyle gelmiş böyle de gider'' bakış açısı, yaşamımızın merkezinde yer aldığında kendi yaşamımızdan uzakta bir yaşamı bir çeşit alışkanlıkla sürdürmek durumunda kalıyoruz. Sonra geçip giden yıllar beraberinde gençlik yıllarını da götürdüğünde bir suçlu bulma ihtiyacı içinde panikliyoruz. Oyunun karakterlerinden biri olan Voynitski'nin (Vanya dayı) yaptığı da buydu. Boşa geçirdiği yılları için bir suçlu aramak. Suçlu bulmak çoğu durumda kolay olsa da, geçmiş gitmiş durumları geri getirmediği apaçık. Belki de bu noktada şunu düşünmeliyiz diye düşündüm kitabı bitirmemin hemen ardından: Kendi yaşamım için tam şu anda ne yapabilirim? Tam şu anda...

Kitabı okurken karakterlerin tam da bulundukları andan itibaren kendi yaşamlarını seçmelerini diledim. Oldu mu dersiniz... Devamı kitapta diyelim.

Hoşça ve kitaplarla kalın.


19 Kasım 2023 Pazar

Gizli Bahçe (Frances Hodgson Burnett) | Kitap Yorumu

Yazar: Frances Hodgson Burnett, Çevirmen: Osman Çakmakçı,
Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Küçük Mary yalnız bir çocuktur. İlgisiz anne ve babası onun bakımını Hintli yerlilere bırakmıştır. Sevgisiz büyüyen ve etrafa emirler yağdırmaya alıştırılmış bu küçük kız, küçük kızlardan beklenmeyecek ölçüde aksi ve memnuniyetsizdir. Hindistan'da baş gösteren kolera salgınında ailesi dahil herkesin ölümüne şahit olan Mary'i askerler ıssız bir evde bir başına bulurlar. Kimsesiz bu küçük kızın hayattaki tek akrabası İngiltere'deki eniştesidir. Hindistan'dan İngiltere'ye giden Mary'i pek çok sürpriz bekler. Yüzlerce odası olan yasaklarla dolu bir malikane, duvarlarla çevrelenmiş bir sürü bahçe, kambur ve korkutucu bir enişte, geceleri koridorlardan yükselen ağlama sesleri... Ve on yıldır tek bir kişinin bile adım atmadığı, girilmesi kesinlikle yasak olan gizli bir bahçe. Kitap boyunca Mary'nin İngiltere'deki bu yeni evinde yaşadıklarını okuyoruz.


Bir kitap ne kadar çok sevilebilirse Gizli Bahçe'yi o kadar çok sevdim. Kah üzüldüm, kah güldüm. Ama en çok da heyecanlandım. Kitabı okurken içimi tatlı bir heyecan kapladı. Bazı kitaplar okurlarına bazı değişik hisleri hissettirirler. Yaşamda kısa bir anlığına duyulan ama tüm benliğimizde hissedilen huzur anları gibi. Bu kitabı okumak tıpkı yavaş yavaş kızıllaşan bir gökyüzündeki günün ilk ışıklarının doğuşunu izlemeye benziyordu. Mary tanıdığım hiçbir küçük kıza benzemiyordu. Ama yine de o da tüm çocuklar gibi meraklıydı. Yeni evinde keşfedilecek şeylerin peşinden giderken onun da yavaş yavaş ışıldamaya başladığına tanık oldum. Tıpkı kuzeni Colin gibi.

Kitap çocuk edebiyatında özel bir yere sahip olsa da aslında yazıldığı ilk dönemde yetişkinler için yazılmış. Kitabı okuduğumda bunun nedenini anladım. Bence de kitabı büyük küçük her yaştan okur okuyabilir ancak özellikle de yetişkinlerin bazı yerlere ayrıca dikkat ederek okuması gerektiğini düşünüyorum. Mary, Colin ve Dickon'un aracılığıyla çocukların 'Sihirli' dünyasına bizi davet eden bu güzel kitap, bizlere bildiğimizi düşündüğümüz ama bilmiyor gibi davrandığımız şeyleri gösteriyor. Çocukların parayla satın alınabilecek onlarca şeyden önce en en en başta sevgi ve ilgiye ihtiyaç duyması ve insanın da her ne kadar bu gerçeğe sırtını dönse bile, doğanın bir parçası olmasından mütevellit doğaya kendini açtığında baharda canlanan ağaçlar gibi canlanması gibi şeyleri gösteriyor. Ayrıca hayatımızı pozitif düşüncelerin olumlu, negatif düşüncelerin olumsuz etkilediği fikri de kitapta işlenen ve katıldığım bir diğer durum.

Benim için Gizli Bahçe, okurunu daha iyi bir insan olması için dürtükleyen kitaplar kategorisine giren, hoş bir kitaptı. Velhasıl kelam, kitabı çok sevdim.

Hoşça ve kitaplarla kalın.

:)


11 Kasım 2023 Cumartesi

Vişne Bahçesi (Anton Çehov) | Kitap Yorumu

Yazar: Anton Çehov, Çevirmen: Ataol Behramoğlu,
Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Kitapta, Rusya'nın değişen toplumsal, politik ve ekonomik düzenine uyum sağlayamayan bir ailenin yaşadıkları anlatılmaktadır. Evin babası ve küçük oğlunun ölümüyle Rusya'yı terk eden L. Andreyevna ve ailesi, yıllar sonra evlerine geri dönerler. Ancak hiçbir şey bıraktıkları gibi değildir. Dahası aile, servetlerinin büyük bir kısmını kaybetmiştir. Çok kıymet verdikleri vişne bahçesi dahil, ellerindeki mülkler teker teker satılmaktadır.  Bahçenin akıbeti hakkında değişen düzene uyumlu kararlar alamayan, eski toplum düzeninde ve eski güçlü günlerinin hayalini sürdürmekte direten aile zor günler geçirmektedir.


Kitap bir çırpıda okunabilecek akıcı bir dile ve sürükleyici bir işleyişe sahip bir tiyatro metni. Ancak gelelim görelim ki, kitapta okumayı beklediğim o sarsıcı etkiyi pek de hissedemedim. Kitabın tiyatro olarak sahnelenmiş halini izlemenin daha etkileyici olabileceğini düşünüyorum. Çehov'un daha etkileyici bulduğum eserlerini de okumuştum. Bu kitapta ise konuşmalar daha ziyade nükteye kayan, daha hafif etkilere sahip diyaloglardan oluşuyordu. Bu diyalogları okumak keyifliydi orası ayrı ama daha derin işlenmiş bir metin okumayı ummuştum diyebilirim.

Kitapta özellikle de Trofimov karakterinin konuşmaları üzerinden Rus toplumunun yapısını görebiliyoruz. Bu durum diğer karakterlerin topluma ne kadar uzak ve ne kadar kendi dünyalarında olduğunu da daha net görmemizi sağlıyor. Aynı şekilde en dipten bir bey olmaya kadar yükselen Lopahin karakterinin aldığı akıllıca kararlar da, önemli olanın şartlara uyumlu hareket etmek olduğunu gösteriyordu. Babası ve dedesi köle olan Lopahin, köleliğin kaldırılmasının ardından yükselen burjuvazinin getirdiği yeniliklere uygun adımlar atarak ilerlerken; aile, ellerinde avuçlarında bir şey kalmamasına karşın, eski düzeni sürdürmekte diretiyordu. Andreyevna'nın kardeşi Gayev'in eski varlıklı günlerini canlandırmak için düşündüğü beceriksiz girişimler de olaylara gülünç bir yan katmıştı. Ailenin yaşlı uşağı Firs, köleliğin kaldırılmasını bir çeşit felaket olarak nitelendiren, eskinin güvenli limanlarını özgürlüğe yeğleyen bir adamdı. Firs üzerinden kanıksanmış eski düzenin etkilerini, diğer çalışanlar üzerinden ise değişimin etkilerini görebiliyorduk. 

Bana göre kitabın açık ara en etkileyici kısmı, ağaçların kesildiği kısımdı. O kısımlarda yerinden sökülen ağaçların seslerini neredeyse duydum diyebileceğim kadar etkilendim. Yerinden sökülen ağaçlar, köklerini geride bırakan aileye gönderme yaptığı gibi; bir devrin sona erdiğini ve geçmişin izlerinin her yönüyle, hatta acı verici denebilecek ölçüde, silindiğini de vurguluyordu.

Vişne Bahçesi, ironili anlatımıyla güzel bir toplumsal eleştiri olsa da, benim için ortalama bir kitap oldu. 

Hoşça ve kitaplarla kalın.


4 Kasım 2023 Cumartesi

Past Lives | Film Yorumu


Yönetmen: Celine Song

Senarist: Celine Song

Yapımı: 2023 - Güney Kore, ABD


''Kore’de bir tabir var. In-Yun. ‘’Yazgı’’ anlamına geliyor. Ya da ‘’Kader.’’ Ama bilhassa insanlar arasındaki ilişkiyi ifade eder. Sanırım Budizm ve reenkarnasyondan geliyor. Sokakta birbirinin yanından geçen iki yabancının kıyafetlerinin birbirine sürtünmesi In-Yun’dır. Çünkü bu, geçmiş yaşamlarında mutlaka bir ilişkileri olduğu anlamına gelir. Eğer iki insan evlenirse bunun In-Yun’ın 8000 katmanı sayesinde olduğu söylenir. 8000’i aşkın yaşamın.'' 


Kaynak: Pinterest

Nora (Greta Lee) ve Hae Sung (Yoo Teo) yakın iki arkadaştır. Bir gün Nora'nın ailesinin Kore'den Kanada'ya göç etmeleri ile birlikte ikili birbirinden ayrı düşer. Aradan geçen on iki yıldan sonra birbirlerini internetten bulurlar ve sanal yollarla görüşmeye başlarlar. Ancak Nora'nın Amerika'da, Hae Sung'un ise Kore'de bir hayatı ve planları vardır. Kendilerine bir hayat oluşturma telaşında olan bu iki gencin yolları bir kez daha ayrı düşer. Bu ayrılığın ardından geçen on iki yılın ardından ikili artık orta yaşlarına gelmiştir ve yolları bir kez daha kesişir. 

Buna yazgı mı denir emin değilim. Ancak bazen yüreğimize dokunan bazı insanlar olur. O insanları hayatımızın bir döneminde tanırız. Bu kısacık bir zaman dilimini kapsasa ve hatta başkalarına göre elle tutulacak kadar büyük yaşantılar yaşanmasa bile, bazen bazı kişiler kalbimize dokunur. Tıpkı In-Yun felsefesinde geçen ''kumaşların sürtünmesi'' gibi. Belki de yüreklerin kumaşları birbirine uyar ve bu temas ile birlikte kalbimizde iz kalır.

Filmi çok severek izledim. Benim için uzun olan bir süredir film izlememişken, şimdi gerçekten izlemekten keyif aldığım bir filmi izlemek iyi geldi. Kendimi yenilenmiş hissediyorum desem yeridir. Aslına bakarsanız filmin çok sıradan bir konusu var. İki çocuğun yolları ayrılır ve yıllar sonra birbirlerini bulurlar. İlk aşk mı? Evet ama bundan ibaret değil. Replikler ''vaov' demelik değil veya çok farklı bir bakış açısı da sunmuyor film. Sadece hissettiriyor. Bazı filmler böyledir. Sadece hisleri verir. Karakterin bir bakışında görürsün o hissi. Bazen söylediklerinde ama en çok da sustuklarında görürsün. Araya giren sessizliğin süresi bile anlamlıdır bazen. Pek çok ''vaov'' diyeceğimiz replikten daha çok sarsar izleyicisini. Bu film böyleydi benim için. Yaklaşık iki saatin nasıl geçtiğini hiç mi hiç anlamadım. Benden size hafta sonu için bir öneri olsun o halde.

İyi seyirler.

:)


Past Lives 2023 (Original Motion Picture Soundtrack) dinlemek için tıklayabilirsin.


Not: Bu film yorumu yazısı reklam değildir, film önerisidir.


3 Kasım 2023 Cuma

Şifacının Kalbi (Duygu Emanet) | Kitap Yorumu

Yazar: Duygu Emanet, Yayınevi: Kitap Müptelası Yayınları

Ölüm Terzisi yıllar sonrasında yeniden gücünü toplayarak yeryüzüne inmenin planlarını yapar. Etkisi altına aldığı çıraklarıyla karanlığını her yana ulaştırmaya çoktan başlamıştır. Dünya olanca hızıyla karanlığa teslim olurken, kötülük ve umutsuzluk her yana yayılır. Ülkenin dört bir yanından gelmiş Ruh Budayıcılar, Bilge Akbara'nın söyleyeceklerini merakla beklemektedirler. Karanlığın yayılmasını geciktirmek için Ruh Budayanların önlerinde fedakarlık isteyen büyük bir seçim vardır. Çünkü Ruh Budayanlar, diğer insanlardan farklıdırlar. 

Hayatlarının belli bir döneminde güçleri açığa çıkan bu özel görevli insanların fiziksel özellikleri gibi hayatlarının akışı da değişir. Bu insanlar güçlerini diğer insanların yaşamlarını kolaylaştırmak ve içlerindeki iyiliği açığa çıkarmak için kullanırlar. Tıpkı Şifacılar gibi. Şifacılar da özel güçlere sahip insanlardır. Şifacılar, insanların fiziksel ve zihinsel acılarını iyileştirme yeteneğine sahip empatik, şefkatli ve fedakar insanlardır.

Karanlıkla olan savaşta Ruh Budayanlar, Şifacılar, olağanüstü yeteneklere sahip diğer türler ve insanlar bir arada omuz omuza savaşacaklardır. Her şey Bilge Akbara'nın kararıyla başlar: ''Felaket kapıya dayandı ancak yıkımı önlemek için hala bir şansımız var. Bu kez budanacak ruhlar sizinki olacak ve ruhlarınızdan tohum elde etmek icap edecek. Havaya, suya, toprağa gömülecek olan tohumlarınız iyilik ağını oluşturacak ve felaketi erteleyecek'' (sf: 13).

Ruhlarını tohum olarak teslim eden Ruh Budayanlar yeryüzünün farklı köşelerinde hasat edilmeyi beklerler. Yaydıkları titreşim karanlığı yavaşlatmakta ancak yok edememektedir. Şifacı Ubin, Prens Çelekan, karanlığa hapsolmuş Rubaro ve savaşçılardan oluşan özel bir grup, ruh tohumlarını bir araya getirip Ölüm Terzisiyle savaşmak üzere uzun ve zorlu bir yolculuğa çıkarlar. Kitap boyunca da bu grubun başından geçenleri okuyoruz.


Kitabı büyük bir heyecanla okumaya başladım ve merakla da okumayı sürdürdüm. Bu heyecanımın sebebi ise kitabın yazarının, yazılarını okumayı çok sevdiğim bloggerlardan biri olan sevgili Duygu Emanet olmasıydı. Kendisinin bloğuna ulaşmak için şuraya tıklayabilirsiniz. Öncelikle kendisini tebrik ediyor ve başarılarının devamını diliyorum. Sonralıkla ise :), kendisine bana imzalı bir kitabını hediye ettiği için bir kez daha çok teşekkür ediyorum. 


''Umudu hayal edin sadece.''


Kitapta en sevdiğim durum, olayların geçtiği atmosferin anında etrafımı kaplaması oldu diyebilirim. Her şeyi sanki ben de o mekandaymışım gibi algılayarak okudum. Aynı şekilde karakterlerin doğal oluşu da sevdiğim bir diğer durum oldu. Karanlık ve aydınlığın iç içe geçtiği bir kurguda çeşitli özelliklere sahip birbirinden farklı karakterlerin yer alması, olayların sürükleyiciliğini artırmıştı. Ubin'in dostluğu, Çelekan'ın karizması, Rubaro'nun azmi (ve tatlılığı diyerek genelleyelim de spoiler olmasın :) ve İnume'nin cesur ve aynı zamanda utangaç kişiliği bana çeşitli duyguları bir arada hissettirdi. Özellikle de kitabın sonlarına doğru olayların nasıl bağlanacağını öğrenmek için merakla sayfaları çevirdim. Kitaba dair getirebileceğim eleştiri ise, bazı olayların çok hızlı geçilmiş olduğunu düşünmem diyebilirim. Bazı bölümlerde çok fazla olay art arda verilmişti. Bu noktalarda olayların biraz daha birbirinin içine geçmesi ve yavaşlaması, olayların daha açık olması açısından daha iyi olabilirdi diye düşünüyorum.


Benim beğendiğim bir kitap oldu. Yaratıcı bir kurguya ve akıcı bir dile sahip olduğunu düşünüyorum. Yazarımızın başka kurgularını okumayı da heyecanla bekliyorum.

Hoşça ve kitaplarla kalın.


Diğer yazılarıma da göz atabilirsiniz.