Bu akşam eve geldiğimde kargomun geldiğini öğrendim. Yazılarını ve öykülerini çok sevdiğim sevgili Duygu Emanet'in bana hediye olarak gönderdiği yeni çıkan kitabı gelmişti. Gerçekten çok heyecanlandım ve mutlu oldum. Kitabın, yanına koyduğun hediyeler ve kitabın içine yazdığın not için çok teşekkür ederim. Ayrıca tekrardan çok tebrik ederim. Dilerim bundan sonra da her şey gönlünce olur sevgili yazarımız. <3 Kendisinin bloğuna gitmek için şuraya tıklayabilirsiniz.
16 Ekim 2023 Pazartesi
13 Ekim 2023 Cuma
Uygarlığın Ayak İzleri (Celil Sadık) | Kitap Yorumu
![]() |
Yazar: Celil Sadık, Yayınevi: Epsilon Yayınları |
Bir sanat eseri incelenirken, o eserin yapıldığı zamanı, mekanı, toplum yapısını, sanatçının hayatını ve kişiliğini eserle bir bütün olarak değerlendirmek önem taşımaktadır. Eserin yapıldığı dönemin şartları şüphesiz ki sanatçının hayata bakış açısını, diğer bir ifadeyle ilhamını, etkileyecektir. Bu nedenle eseri ve sanatçıyı çevreleyen atmosfer hakkında bilgi sahibi olmak, eserin hikayesini ve sanatçının bakış açısını anlamamızda biz sanatseverlere yardımcı olacaktır. Bu kitapta ise Leonardo da Vinci, Michelangelo Buonarroti, Michelangelo Merisi Da Caravaggio ve Lorenzo Bernini'nin biyografileri ve eserleri işlenmiş. Sanatçıların yaşamları ve eserleri anlatılırken kitabın yazarı olan Celil Sadık, bahsettiğim etkenleri bir bütün olarak sohbet havasında okurlarına sunmuş. Bu sayede kitapta bizi salt öğretici bir dilden de öte, hikaye okuyormuş hissini veren bir anlatım karşılamakta. Bir eserin hikayesi anlatılırken o eserin fotoğraflarına da aynı sayfada yer verilmiş. Yani acaba bu eser nasıl görünüyor diye de ek bir araştırma yapmamıza gerek kalmıyor. Bu tip kitaplarda fotoğraf kullanımının çok önemli olduğunu düşünüyorum bir okur olarak. Çünkü sadece düz anlatımdan oluşan resimsiz sanat kitaplarında anlatılan eseri incelemek için googlelama araları vermemiz gerekiyor. Bu da doğal olarak okuma esnasında konsantrasyonumuzun bozulmasına sebep olan bir durum.
Rönesans ve Barok Dönem'e damga vurmuş ve günümüzde de hala ünlerini koruyan bu dört sanatçı bir hayli şahsına münhasır karakterlere sahipler diyebilirim. Da Vinci'yi zaten bilmeyeniniz yoktur diye düşünüyorum. Kendisi resimden müziğe, matematikten mühendisliğe varana kadar pek çok alanda eser tasarlamış birisi. Hatta kendisinin en temel özelliği olarak bu çok yönlülüğünü ifade edebiliriz. Bu çok yönlülük beraberinde işlerin yarım kalmasını da getirse de, kendisi yüzyıllar boyunca eserleriyle adını tarihe kazımış bir sanatçı olmayı başarmıştır. Kitapta onun bölümünü okurken en çok şaşırdığım kısım ise Mona Lisa tablosunun çalınma hikayesiydi. Burada hikayeyi anlatmayacağım ancak bu olay hakkında şunu söyleyebilirim, bu tatsız ve trajikomik olayın da Mona Lisa'nın ününde pay sahibi olduğu ifade ediliyor.
![]() |
Pieta (Michelangelo Buonarroti, 1499) |
Michelangelo Buonarroti de isminden ve eserlerinden haberdar olduğunuzu düşündüğüm ünlü bir Rönesans sanatçısı. Resimle başladığı çalışmalarına heykelle devam etmiş ünlü ve başarılı bir heykeltraş. Başarısı ve yeteneğinin yanı sıra, mizacı da bir hayli ilgi çekiciymiş diyebilirim. Yeteneğinin fazlasıyla farkında, hırslı, belki aksi ama nerede ve kiminle nasıl konuşması gerektiğini de bilen, kendisini sanatına adamış birisiymiş Michelangelo. Onun bu başarısının anahtarının da sanatına yönelik tutkusu olduğunu düşünüyorum. Nitekim, tutku duymadığı işleri bitiremeyen birisi olduğunu da sanatçının aldığı siparişleri incelediğimizde görüyoruz. Sözleşme imzaladığı işlerini yarım bırakıp büyük eserlerinden olan David'e başlamasını buna örnek olarak gösterebiliriz.
![]() |
Davut ve Golyat (Caravaggio, 1610) |
Michelangelo Merisi Da Caravaggio ise eserlerine aşina olduğum ama yaşamı hakkında en ufak bir bilgimin bile olmadığı bir sanatçıydı. Caravaggio'nun kitapta işlenen diğer iki sanatçıdan tarz olarak bariz bir şekilde ayrıldığını görüyoruz. Işık gölge oyunlarını eserlerinde sıkça kullanan sanatçının resimlerine her daim karanlık bir atmosfer hakim. Yaşamı sokak aralarında, kavga dövüşle ve toplumda ötekileştirilmiş insanlarla kurduğu dostluklarla geçmiş sanatçı, eserlerinde de sokakta şahit olduğu karanlık atmosferi işlemiş. Dini hikayeleri ve figürleri işlediği resimlerinde kullandığı modeller bile bu serseri, dolandırıcı, fahişe olarak isimlendirilen ve sokağın kuytularına itilmiş insanlardan yani dostlarından oluşmakta. Yani eserlerinde her zaman faniliği işlediğini söyleyebiliriz. En büyülü konularda bile ölümlü bedenleri yansıtmış bir ressam kendisi. Eserlerinin etkileyiciliğinin de tam olarak burada yattığını düşünüyorum. Sanatçının isyankar ama net bir bakış açısı olduğu kesin. Öte yandan resmin teknik kısmından anlamayan ve bunlarla ilgilenmeyen birisinin bile onun eserlerine baktığında tekniğinin ne kadar başarılı olduğunu sezmemesi imkansız diye düşünüyorum.
Burada bu bahsettiğim güçlü teknik kullanımların olduğu başka eserlerinin fotoğraflarına da yer verebilirdim ancak ben özellikle de anlamından çok etkilendiğim bir eseri sizlerle paylaşmak istiyorum. Yukarıda fotoğrafına yer verdiğim eseri, sanatçının son resmi. Kendisi saldırgan kişiliği nedeniyle pek çok düşman kazanmış birisiymiş. Bu bakımdan hem yasal olarak hem de yasal olmayan şahsi meselelerle kellesi istenen birisiymiş. Bu eseri konusunu aslında Tevrat'ta geçen Davut ve Golyat hikayesinden almakta. Bu hikayeyi daha evvel Michelangelo Buonarroti de David heykelinde işlemiştir. Bu hikayenin Caravaggio'nun eserinde özel bir kimlik kazanmasının ise ayrıca bir nedeni var. Resimde suçlu olmayan genç Caravaggio'nun, orta yaşlarında olan suçlu Caravaggio'nun başını elinde tuttuğunu görüyoruz. Sanatçının amacı bu eseri papaya sunarak af dilemekmiş ancak yolda başına gelen talihsizlikler sonucu eserini kaybetmiş ve sebebi belli olmayan bir şekilde de yolda ölmüş. Bu kadar başarılı bir ressamın bu kadar suçla iç içe olması da ayrıca ilgi çekici.
![]() |
San Pietro Meydanı (Lorenzo Bernini) |
Lorenzo Bernini ise Caravaggio'nun resimdeki karanlık ve fani dünyayı yansıtan tarzını heykele taşımış bir isim. Hatta Bernini'nin sanatı için resim çizer gibi heykel yontmuş olduğunu söyleyebilirim. Diğer yandan sanatçı ardında mimari eserler de bırakmıştır. Sanatçının kendi kişiliğinin takıntılı ve acımasız olduğunu düşünmekle birlikte -sözümona ''aşık olduğu'' kadına kinlendiği için o kadının yüzünün parçalanmasını emreden birisiymiş kendisi...- eserleri etkileyici olan bir sanatçı olduğunu da belirtmek gerekiyor...
Kitabı bir ay gibi bir sürece yayarak azar azar okudum; ancak çok daha kısa sürede okunabilecek akıcılıkta bir kitaptı. Sanat tarihine giriş yapmak isteyenler için başlangıç kitaplarından olabilir diye düşünüyorum.
Hoşça ve kitaplarla kalın.
Not: Bu kitap yorumu yazısı reklam değildir, kitap önerisidir.
11 Ekim 2023 Çarşamba
Macbeth (William Shakespeare) | Kitap Yorumu
![]() |
Yazar: William Shakespeare, Çevirmen: Bülent Bozkurt, Yayınevi: Remzi Kitabevi |
Savaştan dönen komutanlar Macbeth ile Banquo'yu üç cadı karşılar. Bu cadıların kurdukları cümleler bir nevi kehanettir. ''Selam sana Macbeth! Selam, Glamis Beyi!'' der ilk cadı. Macbeth sahiden de Glamis Beyi'dir. Ardından ''Selam sana Macbeth! Selam, Cawdor Beyi!'' der ikinci cadı. Ancak Macbeth, Cawdor'a hükmetmemektedir. En son olarak ise üçüncü cadı ''Selam sana Macbeth! Selam, geleceğin Kralı!'' der. Bu noktada ikili şaşırır. Çünkü kral sağ ve sağlıklıdır. Macbeth ile akrabalık ilişkisi de bulunan İskoçya kralının halk ile de, Macbeth ile de arası iyidir. Cadıların kehanetleri bu kadarla bitmez. İskoç beylerinden olan Banquo da kendisi için bir kehanet ister. O zaman cadılar ona kısaca ''Çocukların kral olacak ama sen değil'' derler. Bu olayın hemen ardından başarıları için Macbeth'e krallık tarafından Cawdor Beyliği verilir. Macbeth artık gerçekten de resmen Cawdor Beyi'dir. Bu gelişme ile üçüncü kehanetin de gerçekleşmesine yönelik derin bir açlık duymaya başlar.
Kitapta insan doğası karanlık ama en saf haliyle anlatılıyor. Soylu ve başarılı bir komutan olarak bilinen Macbeth'in cadılar tarafından üç cümleyle içine ekilen tohum, kitap boyunca büyüyor, büyüyor, büyüyor ve Macbeth'in içindeki insanın işlenmemiş, katıksız ihtiraslarını ortaya çıkarıyor. Kitap zıtlıklarla örülü. Siyah ile beyazın ayrımının bu denli keskin olması kitabı okuyan okurun da gerilmesine ve belki kendini rahatsız hissetmesine yol açıyor. Özellikle de Lady Macbeth'in sarsılmaz ve acımasız duruşu beni ilk etapta fazlasıyla sarsmıştı. Nitekim bu kararlı ama acımasız duruşun Lady Macbeth'i de içeriden kemirdiğini, karanlığın ellerine bulaşmış çıkmayan bir leke gibi tüm düşüncelerine yayıldığını oyunun ilerleyen sahnelerinde görüyoruz.
Aynı durum Macbeth'in kendisi için de geçerli. İçinde yanan ve her şeyi yakıp kavurmak isteyen ateş zamanla Macbeth'in benliğine de tesir ediyor. Macbeth'i zamanla haksız yere elde ettiği tüm ünvanları korumak için benliğinden bile vazgeçmiş bir şekilde görüyoruz. Kitabın başındaki soylu halinden eser kalmıyor.
Konusunu tarihten alan bu oyun beş perdeden oluşmakta. Ayrıca oyunun içeriğine ve kısa bir incelemesine kitabın giriş kısmında yer verilmiş. Kitabı okuyup bitirdikten sonra bu kısmı okumak benim için açıklayıcı oldu. Bu bakımdan kitabın Remzi Kitabevi'nden çıkan bu baskısını sevdiğimi söyleyebilirim. Oyuna konu olan olaylar, Raphael Holinshed isimli bir vakanüvisin Vakayiname'sinde yer almaktaymış. Buna göre olaylar 1040 yılında gerçekleşmiştir ve Kral Duncan'ı öldürerek tahtı ele geçiren Macbeth, kralın oğlu Malcolm tarafından on yedi yıl sonra yenilgiye uğratılmıştır. Buna ek olarak oyunda yer alan İngiltere kralının sahip olduğu söylenen olağanüstü yetenekler, 1603 yılında İngiltere'de tahta çıkan eski İskoçya kralı 1. James'e vurgu yapmaktaymış.
Shakespeare'in insan doğasını tüm doğru ve çarpık yanlarıyla bir arada açıkça ifade ettiği bu oyunu ilgi ve merakla okudum.
Hoşça ve kitaplarla kalın.
6 Ekim 2023 Cuma
İnsanlar (Matt Haig) | Kitap Yorumu
![]() |
Yazar: Matt Haig, Çevirmen: Elif Ersavcı, Yayınevi: Domingo Yayınları |
Kendinizi geldiğiniz yerden bambaşka kurallarla dolu yabancı bir gezegende, yabancı bir türün arasında, dahası yabancı bir bedenin içinde düşünün. Ne hissederdiniz? Bilmediğiniz bir dünyaya gözlerini açmış 43 yaşında bir bebeksiniz. Dünya dillerinin tek bir tanesini bile bilmiyorsunuz. Buradaki kurallar zaten size yıldızlardan bile daha uzak. Profesör Andrew Martin çıplak bir şekilde yol kenarında uyandığında tam olarak bu sorunlarla karşı karşıyaydı. Çünkü artık o, aynı kişi değildi.
Asal sayılarla ilgili devrim niteliğinde bir keşif yapan profesör, Dünya'yı çağ atlamanın kıyısına getirmiştir. Ancak aksilik bu ki, bu keşfini dünyayla paylaşamadan gelişmiş bir uzaylı ırk tarafından ortadan kaldırılmıştır. Bu ırk, profesörün ardında bıraktığı tüm delil ve keşfin tanıklarını ortadan kaldırmaya kararlıdır. Bu nedenle de Dünya'ya profesörün görünümüne sahip bir uzaylı gönderirler. Profesörün görünümündeki bu uzaylının görevi, tüm kanıtları yok ederek insanlığın gelişiminin önünü kesmektir. Çünkü çok uzak bir galakside yaşayan gelişmiş zeki bir yaşam formu olan Vonnadoryalıların incelemelerine göre insanlar barbar, acımasız, bencil ve düşüncesiz yaratıklardır. Bulgularına göre, bu ''daha az zeki'' yaşam formunun gelişmesi tüm evren için sorun oluşturacaktır. Bu nedenle de, evrensel iyilik için, insanlığın evrene açılmasını engellemeleri gerekmektedir.
Kitap boyunca da profesörün görünümüne sahip bu görevli uzaylının insan olmayı keşfediş sürecini okuyoruz.
Açıkçası kitaba ilk başladığımda dilini çok yavan, konuyu çok sıradan bulmuştum. Hatta bu kitabı kesin yarım bırakacağım, diye bile düşünmüştüm. Oysa bir noktada bu her şeye yabancı olan uzaylı dostumuz gerçekten ilgimi çekti ve bir gözlemci olarak dünyayı algılayışındaki bu basit ama nokta atışı detaylar benim kitaba karşı olan ilgimi canlandırdı. Kitabın hala daha sıradan bir konusu olduğunu düşünüyorum. Ancak bu sefer bu sıradanlığı olumsuz bir durum olarak nitelendirmiyorum. Hatta aksine, kitabın sıradan bir konuyu böyle açık bir şekilde işlemesi çok hoşuma gitti ve bu söyleyeceğim şeyle birlikte bahsi biraz daha arttıracağım, kitap büyük ihtimalle yıl sonu favorilerimde de yerini almış olacak.
Profesör Andrew Martin işkolik bir matematikçi. O kadar işkolik ki, artık işin bilim boyutunu bile ikinci plana atabilecek kadar ün bağımlısı olmuş birisi. Ne karısıyla, ne oğluyla hayatı boyunca asla ilgilenmemiş; yalnızca adını daha çok yerde görmek ve alkışlanmak için aşırı düzeyde çalışan, doyumsuz bir adam. Onun bedeninde dünyaya gönderilen Vonnadoryalı dostumuzun geldiği yerde ise bu tip hırslar yok. Hırs diye bir şey yok. O, matematik dünyasından geliyor. Sadece matematiğin gerçek olduğu çok uzak bir varoluştan. İnsanlık ile ilgili bildiği tek şey gezegeninin önde gelenlerinden olan Gözcüler'in ona bildirdiklerinden ibaret. İnsanlar vahşidir; insanlar adına bildiği tek gerçek bu. İnsanlar gerçekten vahşi, doyumsuz ve tuhaflar. Onları tanıdıkça bunu daha net bir şekilde görüyor uzaylı dostumuz. Ama acının, ölümün, öfkenin, hırsın ve yedi ölümcül günahın yanı sıra; aşkı, sevgiyi, şiiri, müziği, kısacası sanatı, günbatımını, dostluğu ve kalbinin atışını keşfediyor. Zıtlıklarla dolu insan doğasını keşfediyor ve böylece doğumun ve ölümün matematiğini kavrıyor. İnsan olmayı hissediyor.
İnsanlar tek tekler onun gözünde. Oysa onun yaşadığı varoluşta birlik mühim olan. Bunu kavramakta zorlanıyor dostumuz. Ta ki aşkı keşfedene kadar. Profesör Andrew'in gözden kaçırdığı o müthiş varoluş biçiminin olasılığını fark ediyor. Tekliklerle dolu bu dünyadaki birlik hissini.
Özetle, kitabı severek okudum. Özellikle de kitabın son kısımlarındaki doksan yedi maddelik ''Bir İnsana Tavsiyeler'' başlıklı kısmı çok anlamlı ve güzel buldum. Yazar, kitabın ''Bir not, biraz da teşekkürler'' başlıklı son kısmında kitabının kurgusunu tasarlarken nelerden ilham aldığından bahsetmiş. Bu kurgu aklına düştüğü sıralarda kendisi bir yazar bile değilmiş. Anksiyetesiyle başı beladaymış ve diğer insanların arasında kendini bir çeşit uzaylı gibi hissediyormuş.
Bazen böyle olur. Üstelik bunun için, şanslıysanız, anksiyetenizin olmasına gerek de yok. Bazen diğerlerinin arasında gözlemci konumuna geçeriz ve her şeyi üçüncü tekil kişi bakış açısıyla görebiliriz. Bir uzaylı gibi. Benim burada ne işim var, düşünceleri. Sanırım kitabı en çok da bu yüzden sevdim. Çünkü her zaman olmasa da kimi zaman, üçüncü tekil kişi olarak olayları, durumları ve diğer her şeyi gözlemlemek bize farklı bir bakış açısı katabilir. Üstelik bunun için boyut değiştirmemize de gerek yok. Bu sayede bizler de olumsuz durumların yanındaki, bu durumlardan bağımsız olan güzel diğer şeyleri görebiliriz. Tıpkı Vonnadoryalı dostumuz gibi.
Hoşça ve kitaplarla kalın.
Diğer yazılarıma da göz atabilirsiniz.
-
Merhaba, nasılsınız? Beni soracak (veya sormayacak) olursanız... Ben heyecanlıyım. Sevdiğim şeylerden bahsetmeden evvel zaten içim hep kıpır...
-
Yazar: Sylvia Plath, Çevirmen: Handan Saraç, Yayınevi: Kırmızı Kedi Yayınevi Kitap, gittikçe daralan fanusunun içinde dertop olmuş bekle...
-
Yazar: Duygu Emanet, Yayınevi: Kitap Müptelası Yayınları Ölüm Terzisi yıllar sonrasında yeniden gücünü toplayarak yeryüzüne inmenin planl...
-
Yazar: Faruk Duman, Yayınevi: Can Yayınları Kitabın ana karakteri askerliğini yaptıktan sonra ana ocağına dönmüş genç bir adam. Ancak onu...