15 Eylül 2024 Pazar

Denemeler (Montaigne) | Kitap Yorumu

Yazar: Montaigne, Çevirmen: Sabahattin Eyüboğlu,
Yayınevi: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları

Kitap, Montaigne'nin çeşitli konular etrafında yazdığı kısa düşünce yazılarından oluşuyor. Montaigne bu yazılarında kimi filozof, tarihi kişilik ve yazarların düşünce ve sözlerinden de ilham alarak insan ve ona dair konuları işlemiş. 

Sanıyorum ki öğrencilik yaşamınızın en azından bir noktasında mutlaka Montaigne ile yolunuz kesişmiştir. Belki bir öneri, belki zorunlu bir okuma, hatta belki de kişisel bir keşfiniz sonucunda kendisinin Denemeler'ini okumuş, göz atmış, en azından ismen duymuşsunuzdur. Bu kitabı ben de ilk kez liseye giderken okumuştum. Öğretmenlerimin kitabı önerdiğini hayal meyal hatırlamakla birlikte, kitabı yine bir kitapçı turumda keşfedip okudum.

O zamanlar kitap hakkında ne düşünmüştüm bunu anımsayamıyorum ancak kitapta sarı keçeli kalemle (evet böyle şeyler yapardım ahahah) çizdiğim yerler ve kimi yerde hafifçe beliren kısa notlar bana pek tabii o zamanki düşüncelerim hakkında biraz fikir verdi. Tabii geçmiş zamanın fikirlerinin ilginçliği bir yana kitabı bu okumamda daha farklı şeyler de düşündüm. 

Montaigne'nin x konusundaki düşüncesine katılmam veya y konusundaki düşüncesine katılmamam çok değişken bakış açılarımın ürünü. Kendisinin cinsiyetçiliğini ise yaşadığı yüzyılın popüler fikirlerinin basmakalıplığına veriyorum. Ancak tüm bunlar bir yana, kitaba ve yazarın düşünce dünyasına dair en beğendiğim ve kendime yakın bulduğum nokta, yazarın bireylerin kendi fikirlerini inşa etmelerine verdiği önemi şiddetle savunması ve bunu kendi yazdığı bu kitapla da somutlaştırmasıydı. Hatta yazar bu somutlaştırma eylemini de yazdığı önsözde kendisi dile getiriyor: ''Kısacası, okuyucu, kitabımın özü benim.'' Kendisi öldükten sonra da düşüncelerinin yaşaması için onları yakınlarına bırakma amacının kitabı var etme amacı olduğunu ve bu yolda ilerlerken ''ben kitabımı yaptığım kadar da kitabım beni yaptı.'' sözleriyle, kendisinin de yazı yoluyla geliştiğini ifade ediyor.

Velhasıl kelam, kitabı okumadıysanız okuyun derim. Eksik kalmasın kategorisindeki bir kitap benim için Denemeler.

Hoşça ve kitaplarla kalın.


Kitabın fiyatı gözlerimi yaşartıyor...

5 Eylül 2024 Perşembe

Evreka Yazılarım.


Bazen kişisel yazılarımı toptan kaldırmak istiyorum. Ama sonra bir yazı karşıma çıkıyor ve kendimi 'bu kalsın,' derken buluyorum. Tamam... o zaman o kalsın. Ama sonra bir başkası, bir başkası ve... hani yazılarımı kaldıracaktım; oluyor. Bir de bu yazılar bir dizinin bölümleri gibi. Birini kaldırsam öbürü daha da sürreal bir hal alacak ahhaha. Peki neden kaldırmak istiyorum? Başlangıçta kendimi çok açtığımı düşündüğüm için sanmıştım. Belki de gerçekten yüzeyde öyleydi emin değilim. Ama gerçek bu değil, hiç olmadı. Kendimi açma kapama işini pek de sallamıyorum açıkçası. Ben sadece bir anlatıcıyım ve aslında kendimi de anlatmıyor olabilirim. Bir şeyler anlatıyorum ve o şeyler üzerinden kendime dair bir şeyler keşfediyorum. Bunu eğlenceli olduğu için yapıyorum üstelik. O halde yazılarımın ne günahı var da onları taslaklara hapsedeceğim?

Bilmiyorum, yazacaktım ama yazarsam da inanma. İnsan bir soru soruyorsa yüksek ihtimalle cevabını da biliyordur. Tabii matematik sorusu falan değilse - hah... Ama cevaplar da hep değişmez mi - matematik sorusu olmayanlar hani? Sözgelimi bir x kişisi beni y yazımdan okusun ilk kez. Üstelik ilk ve son okuyuşu olsun o. Beni sadece o yazımla tanıyacak. Sadece o kişi olacağım onun için. Oysa ben yazdığım anda değişiyorum. Belki de yazma sebeplerimden biri de bu (yüzde yetmişi eğlence). Neden tanımadığım x kişisini bu kadar önemsiyorum o zaman? Hadi tanıdığım x kişisi olsun, ya da yarım tanıdığım... Eeee, işte ben de onu yarım tanıyorum veya tanımıyorum ki. Tam tanımak diye bir şey var mı ki hem? İnsan dibindeki insanı bile tam olarak tanıyamaz. Puuu kahve, aman kahpe, bir yerden değil tabii. Bir insanı başka bir insan belki de istese bile tam olarak tanıyamaz. Hücrelerimiz bile değişiyor ve gün geliyor ki bambaşka bir insanın bedeni oluyor bedenimiz bile. Eee o zaman? Zevkler ve renkler nasıl bir hızla değişir, onu hesap etmek akıl karı değil.

Bugün istediğimizi yarın istemeyebiliriz. Bugün sevdiğimize yarın meh diyebiliriz. Bunda ne kusur var? Yok. Aslında her şeyin aynı kaldığını iddia etmek tuhaf olurdu. Günlüklerimi okurken bile şoklar içinde kalıyordum bu ben değilim yhaaa diye. Burası da bir çeşit günlüğüm değil mi? Kişisel yazılar, kitap-film yazıları... Hepsi bir aslında. Bir kitabı şimdi okusam farklı, beş yıl sonra okusam farklı düşüncelere odaklanırım. Bu bile değişirken, benim iç dünyam nasıl aynı kalsın? Zaten 'bu bile' dediğim de, benim iç dünyam değişiyor diye değişmiyor mu? Zaten, değişim dediğimiz şey de için yansımasından ibaret değil mi?

Bazen daha fazla kendimi yazmayacağım diyorum. Zaten açık açık kendini anlatabilme becerim de yok. İtiraf etmek gerekirse bu açık olma yeteneğinden yoksun olmamdan inanılmaz keyif alıyorum. Çünkü istesem bile bunu başaramam ve bu, işleri benim için de gizemli bir hale sokuyor. Ne yazacağını bilmeden yazmak öyle keyifli ki. Ama sonra bir şey oluyor ve o yazı bana çok uzak geliyor. Uzak olması onun artık benim parçam olmadığı anlamına gelmese de... Dış dünyadaki varlığı beni tedirgin ediyor. Bu da bir çeşit anksiyetik hal mı ola ki? 

Yazmama sözümü de asla tutamıyorum. Belki de tutmaya çalıştığım için her seferinde bırakıyorum. Yazmak istememe sebeplerimden birisi de çenemi tutamamam. Sanki daha oluşmamış her şeyin oluşmaya ayıracağı enerjiyi yazılarıma akıtıyormuşum gibi geliyor. Sonra düşünceler düşüncede kalıyor ve eylem olmuyorlar. Bir de içten gelen şeyler tükenmese de (bence), bir tık kuruyor. Düşüncelerimi buraya akıttığımda hem ilham buluyorum, hem de enerjimi akıtıyorum. Garip bir hal. E o zaman bırakayım dağınık kalsın. Madem öyle olsun. İşte yazma sebeplerimin bir diğeri de bu (yüzde yirmi dokuzu): Sorularıma yanıt bulmak.

Gazı aldım şimdi taslaklardakileri yeniden yayınlıyormuşum... hahaha. *-* 

-amannn bi' daha mı gelcez neptün'e-


bir şeyler dinlemek için tıklayabilirsiniz.


4 Eylül 2024 Çarşamba

Olması Gerektiği Yerde, Olması Gerektiği Zaman Olan Şeyler.

Söze nereden girsem bilemediğimi düşündüğüm noktada, yazıma benim için zaten sevgili Sylvia'nın başladığını fark ettim. Mutlu olmaya kafayı çok fazla takmıştım. Yoksa mutsuz olmamaya mı demeliyim? Temelde ikisi de aynı şey değil midir? Bu, belki bir sınırı geçmek gibi gelmez bize her zaman ama sanki olan aslında budur. Tabii bu noktada mutluluktan, ah hayır, mutsuzluktan ne anladığımız da önemli bir noktadır.

Sana hep mutluluktan bahsettim. Tüm bu parçaları toplamak keyifli ancak yine de yanıltıcı olabilir. Mutluluk derken kastettiğim şey hep kendi parçalarımdı. İnanır mısın tam da bu nedenle kendimi mutlu hissedemiyordum. Ne kadar çabalarsam o kadar olmuyor gibiydi. Ama, diyordum, bu zaten bana ait bir şey... mutluluk olamaz. Ben, mutluluğun içimizden dışımıza akan bir duygu olduğunu düşünüyorum bu arada. Buna rağmen... Her duygu içten dışa akar. Önemli olan beyninin onu nasıl tercüme ettiğidir. Ama bir noktada durmaz mısın? Bir noktada içimizdeki mızıkçı çocuk bize sarılmak istemez belki.

Küçük kuzenim ne yapacağı kestirilemeyen bir civciv ahahah. Çocuklar çok ilginçler. Ben sadece sevip kaçayım'cıyım ama bir çocuğun minik bir hareketinin, bir sohbetinin, bir düşüncesinin tanıklığını etmek bile aslında bize kendimiz hakkında fikir verebilir. Küçük kuzenimden neden bahsettiğimi bilmiyorum ama sanırım aradığım kelimeleri bana şimdi o verecek. İçimizden bir şey çıkmak, daha doğrusu dışarı akmak istediğinde sanırım ne yaparsak yapalım onu tutamıyoruz ve o kendini bir şekilde ifade ediyor. Bir sözle, bir hareketle, bir olayla... herhangi bir şeyle. Bizden yayılan enerji bile olabilir bu. Biz fark etmiyor gibi yaptığımızda bile o bir şekilde akar. Ne olduğunun bile önemi yok. Hangi noktayı tutup da sana içimden akmak isteyen düşünceleri anlatacağımı bilemiyordum. Bildiğim tek şey onun akacağıydı. O halde sana biraz küçük kuzenimden bahsedeyim.

Biraz inattır ahahah. Bazen aşırı uslu tatlış bir çocuk, bazen zıpır bir tazmanya canavarı olur. Bir insan bütün hepsini nasıl bünyesinde taşıyabilir anlamak zor. Hayır, ikizler burcu da değil. Belki de çocuk olduğu içindir. Çocuk olduğu için, her şey olabilir. Ona sarılmak istediğimde bana izin verdi beyefendi. Ama bana sarılmadı! Gerçekten kırılmıştım. Ona bunu söylediğimde bana, 'bana sarılmak istemediğini,' söyledi. Ah kalbim! Sesini duydun mu?.. Bu olayı kalbime gömüp uzun süredir depoladığım kurtlarımı döktüğüm bir sohbete daldım. Tanrıdan başka bir şey istesem olur muydu bilmem ama buna çok fazla ihtiyacım vardı. Düşüncelerimi olduğu gibi ifade etmeye. 

Ben bir cırcır böceğiyim. Bunu sanıyorum ki sağır sultan bile... Ah nasıl duysun, yazıyorum! Elektriksiz sultan bile? Ah bilemedim. Elektriksiz sarayındaki sult- Jeneratörsüz? Her neyse! Herkes duydu biliyorsun. Tüm Neptünlüler (yani ben *-*) ve bazı Dünyalılar! Bir cırcır böceği ötmelidir, bunu da bilmelisin. Yeryüzüne bu yüzden çıkarlar. Evet, ötmek için. Yoksa ne işleri var bunca hengameyle? Ben de bir cırcır böceği olduğum için uzun süre ötmediğimde bunalıma giriyorum. Evet, beni bunalıma sokan şey bu. Öttüğümdeyse doğama aykırı davranmayı bırakıyorum. Bu yüzden bu akşam ferahlamıştım. Ferahladığımızda unuttuğumuz şeyleri bir anda hatırlarız, biliyorsun. Ben de ötüp de sustuktan sonra bunu hatırladım işte. Bundan iki üç yıl önce yine bir gece ansızın yıldızlarda gördüğüm bir şeyleri. Hani cadıyım da ya, bööö! Şaka yapıyorum. Gördüğüm şeyi sana anlatmayacağım ama o şey... Bir hayaldi! 

Ben yıldızları izlerken hiç hayal kurmam. Bunu daha evvel söylemiş miydim? Yaaa. Düşünürüm. Düşünmeden düşünürüm. Pek çok şeyi. Yıldızların ne kadar çok, parlak ve havalı olduklarını; misal. Bu nedenle mi bana güzel gelirler, yoksa güzel olma hali ayrı bir sıfat mıdır ki? Bilmiyorum. Sadece, onları görebildiğim her gece kendimi şanslı hissederim. Bazı gecelerse onları göremem. Gördüğüm şeyler bazen beni üzer, bazen sinirlendirir, bazen güldürür, bazen şaşırtır ama hiç korkutmaz. Yıldızları izlerken insan korkmamalı. Çünkü korkarsa, onları görme ihtimali azalabilir. Ne kadar parlak, çok ve havalı olduklarını falan işte.

Bu gece sanırım kendime sarıldım. Uzun süredir bunu reddettiğimi ansızın hatırladım. Nasıl unutabilirim pek çok kez ifade ettiğim şeyi? İnsan unutandır sanırım. Belki de unutmak bize verilmiş bir kutudur. Pandora'nın kutusu gibi evet. İçinde bir sürü şey vardır. Bir sürü his. Bazen kötü hislerden, bazen iyi hislerin sorumluluğundan kurtulmak için unutmayı seçeriz. Oysa Pandora, kutusundaki bir şeyi çıkarmaz. Her şeyi serbest bıraksa da, o şeyi tutar. Benim çoğu zaman burun kıvırdığım, beni öfkelendiren; çok nahif, çok güzel bir kavramı. Evet, bence o 'şey' bir duygudan ziyade kavramdır ve o kavrama yönelik düşüncemiz onu bir duyguya dönüştürür. Bundandır ki herkes farklı şekillerde ''umut'' eder. Belki de umut, hatırlamaktır.


bir şeyler dinlemek için tıklayabilirsiniz.


1 Eylül 2024 Pazar

Eylül 2024.


Eylül ayını hep sevmişimdir. Bana aslında hep orta yolu bulmaya çalışan bir ahbap gibi gelir. Bir ayağı yazda, bir ayağı canım sonbahardadır. Bir gün takar takıştırır ve içi cıvıl cıvıl, yüzü pırıl pırıl bizi kucaklar. Bir başka gün ise biraz daha soğuk davranır. Yüzünden düşen bin parça olmasa da; hafif sararmalar, coşkulu uğultular, üç beş gözyaşı gibi belirtiler seçmek mümkündür. Kardeşi ekime yaklaştığı her yeni günde biraz daha mesafeli bakar yüzümüze. Öte yandan ben en çok o hallerini severim. Bir sonbahar ayı olduğunu hatırladığı, o havalı hallerini.

Bir ay olabilseydim, sonbahar aylarından olmak isterdim sanırım. İlkbaharın aylarını da düşünmüyor değilim; ama yok, sonbahar. Aslında bir kış çocuğuyum ama ne kışı, ne de yazı -üzgünüm- pek de sevmem. Her iki uç da bana pek bir dramatik gelir. Hele yaz... Gittiğine sevindiğim bir akraba olur sonbahara kavuştuğumda. Yazın yeri de ayrıdır tabii; belki de sonbaharı sonbahar yapan şeylerden biri de odur. Tüm hiddetini üzerimizden nihayet çekip de rüzgarlar usul usul saçlarımızı okşadığında anlarız sonbaharın geldiğini. Ah, hırka giymek istiyorum!

Artık geceleri serin. Bu bir tık buruk tabii benim için. Yaz gelirken bana çikolata getirir aslında. O kadar ardından attım tuttum ama... Pırıl pırıl çikolatalardır bunlar. İçimi yumuşacık yapan, beni mutlu eden çikolatalarım: Yıldızlar, eski dostlarım. Onları izlediğim her an, inancım artar. Kendime, hayata... Sanırım bu kadarı yeterli. Daha ne... Yaza dair en çok sevdiğim şey onları hasta olmadan rahatça izlemektir. Onlar bulutların ardındaki uzak evlerinde gizlenmeden, ben bulutların öbür tarafındaki bir eve çekilmek zorunda kalmadan; yazın onları rahatça izlerim. Yaz... Gittiğine üzülecek miyim ne?

Sonbahara hüzünlü müzünlü derler ama bence aslında şakacıdır. Ne zaman ne yapacağını kestirebilir misin? 

Güzel bir ay dilerim.

:)


bir şeyler dinlemek için tıklayabilirsiniz.


Diğer yazılarıma da göz atabilirsiniz.