30 Mayıs 2024 Perşembe

Fleabag | Dizi Yorumu


Yönetmen: Harry Bradbeer, Tim Kirkby

Senarist: Phoebe Waller-Bridge

Tür: Dram, Komedi

Yapımı: 2016 (ilk sezon), 2019 (2. sezon) - İngiltere

Sezon: 2


Bu diziye dair en net hissettiğim şey ne diye düşünüyordum. Acaba... en çok gözüme çarpan şey, neydi? Çünkü söze buradan başlayacaktım! Sonra, aslında dizinin isminin onu tam olarak açıkladığını fark ettim: Fleabag. Çöpe atılmış, nefret edilen, adi vb. şey\ kişi anlamlarına gelen ifade. Öte yandan, seyircileriyle 2 sezon boyunca iletişim halinde kalan pek sevgili isimsiz ana karakterimizin -bana kalırsa- kendini tanımlama şekli de bu. Dizi boyunca dizinin ana karakteri olan genç ve yalnız bir kadının depresyonla baş edememe yöntemlerini izliyoruz. Her sezonu 6 bölümden, her bölümü 25 dakika civarındaki sürelerden oluşan 2 sezonluk kısacık ve bir veya birkaç oturuşta bitirilebilecek denli akıcı bir dizi Fleabag. Herkese pek tabii önerilmez, zira fazlasıyla ''farklı'' bir dizi; bu arada 18 yaş altına hiç önermiyorum, çünkü içerisinde cinsellik barındırıyor. Son dakika uyarımızı da geçelim yeri gelmişken!


Kaynak: Pinterest

Ana karakterimiz (Phoebe Waller-Bridge) annesinin ve en yakın arkadaşının ölümünden sonra depresyona girmiş ve bu ruhsal çalkantılarını alkol, sigara ve rastgele yaşadığı cinsel birlikteliklerle kontrol altında tutmaya çalışan birisi. Aslında kendisine sorsak eminim ki kontrol altında tutmaya çalıştığı hiçbir şeyin olmadığını söylerdi. Ancak belki ilk sezonda kendisine inansak bile, ikinci sezonda kontrolü dışında gelişen bazı tanımlanamayan duygularının kendisini nasıl etkilediğini fark ediyoruz. İlk sezonda gerçekten hiç umut ışığı yok... Ancak ikinci sezonda olaylara dahil olan Peder (Andrew Scott), ana karakterimize olduğu gibi, bana ve eminim pek çok izleyiciye de ışık oluyor.

Peder'in en önemli özelliği tatlı bir kişiliğe veya yüze sahip olması değildi tabii ki. Onun en önemli özelliği... Görmesiydi! Ana karakteri. Daha ilk dakikada onu fark etti. Onu ve onun dalmalarını. Ana karakterimiz dördüncü duvarı alaycı bakışlarıyla yıkıp geçen bir karakter. Yani dizi boyunca daima biz izleyicilerle iletişim halinde kalarak yaşadığı olaylar hakkındaki yorumlarını dile getiriyor. Peder bu özelliğe sahip olmasa ve ana karakterin ne yaptığını anlamasa bile onu görebiliyor. Acaba ruhsal açıdan saf enerjide kaldığı için mi? Yoksa ana karakterle aralarında daha ilk anlarda gelişen o tuhaf bağ nedeniyle mi? Muhtemelen cevap bu kadar karmaşık değildir diye düşünüyorum. Nedeni, hani muhtemelen, dikkat. Ana karaktere dikkatini veren tek kişi Peder'di. 

Bu nedenle olacak ki, veya bana bu nedene bağlamak daha anlamlı geliyor ki, Peder'e dair ana karakterle olan ilişkisi dışında hiçbir bilgi edinemiyoruz. Evet, onun da bir ismi yok. Evet, o da çiçekli yollardan gelmemiş birisi. Evet, belki o da bir zamanlar bir ''fleabag'ti. Ancak öte yandan, onun sorunlarını görmüyoruz! Bu nedenle, ana karakterle birlikteyken sadece onunla birlikte oluyor. Ona sorunlarını veya beklentilerini yansıtmıyor. Onu, ana karakterin onun kendisini görmesini istediği şekilde görmeyi reddediyor. Çünkü Peder, gerçeğin peşinde.

Açıkçası dizideki bütün karakterler sorunluydu. Ana karakter, onun ablası, üvey annesi, babası, eniştesi, üvey yeğeni, sevgilileri (??)... Hepsi tuhaf ama kendine bu konuda çok da yüklenmeyen tiplerdi. Ana karakter ise farklıydı. Çünkü içinde Peder'e bile anlatamadığı ağır bir yük vardı. Bir türlü içinden atamadığı ve atamadığı için de başka başka yükleri taşımaya gönüllü olmasına sebebiyet veren bir sürü yük. Sonuçta bir kere ''fleabag'' olursan, artık gerisinin önemi yoktur... yok mudur?

Bu diziyi birkaç yıl evvel izlemeye başlamıştım. Diziyi yarım bırakma sebebim diziyle ilgili değil, tamamen benim dizi izleyememek gibi tuhaflık içeren bir  özelliğim ile ilgiliydi. Ancak şimdi diziyi çok kısa bir sürede birbiri ardına izlediğim bölümlerle, çok da keyif alarak izledim ve bitirdim. Hatta keşke 3. sezonu da çekilse... Dizinin iki sezonu arasında üç yıl ara verilmiş. Bu demek oluyor ki umut var! 

Yukarıda belirttiğim uyarılar ve dizinin konusunu değerlendirerek siz de izleyip izlememeye karar verebilirsiniz pek tabii. Dediğim gibi, herkese şak diye önerebileceğim bir dizi değil. Ancak çok sevdiğim bir dizi oldu bu açık.

Hoşça kalınız efenim.

:)


ŞİMDİ DE REPLİKLER KÖŞESİ

21 Mayıs 2024 Salı

Yaza Yolculuk (Tomris Uyar) | Kitap Yorumu

Yazar: Tomris Uyar, Yayınevi: YKY

Bu kitabı okumak benim için ilginç bir deneyimdi. Bu deneyimin ilginç olduğunu anlamam için ise özlediğim bir şeyi hatırlamam gerekti: Sesli okumak. Bazen kitap okurken, eğer ortam müsaitse, bir anda sesli okumaya başlarım. Boğazımın kuruyacağı ana dek böyle okurum. Kendi sesimle kitabı duymak, hikayeye sanki hacim katar. Ben mi kitabın içine girerim, karakterler mi dışarı çıkar? Belki ikisi de. Bazen bu, değişir. Bazen dönüşümlü olarak kendini gösterir. Bu kitapta ise daha önce hiç yaşamadığım bir şey oldu. Kelimeler canlandı.

Kitap dokuz öyküden oluşuyor ve aynı zamanda sevgili Tomris Uyar'ın öyküleri ile tanışma kitabım oluyor. Güzel bir kitapta buluştuğumuz için halimden memnunum. Zaten, beklentimin karşılık bulacağını seziyordum, seziyordum ama öte yandan, kitapta beni bizzat yazarın kendisi bekliyormuş gibi de hissettim. Yazar, bir okuru olarak bana, ara ara bir satırın arkasından el sallayabiliyordu misal. Ben buradayım, demeyi ihmal etmiyordu. Bazı anlarda bu durum okurun kafasını karıştırabilir tabi. Çünkü öykülerin arasında tek başına dolaşmıyorsun, yazar da seninle birlikte dolanıyor. Bazen bir karakteri görüyorsun. Tam ona odaklanıyorsun ki, karakter bir yöne bakıyor; bir cisme, bir anıya... hatta başka bir karaktere. Ne fark eder? Bundan sonrasında o karakter değil, o nokta öne çıkıyor. O noktada yazar mı konuşuyor, karakter mi kestirmek zor. Belki de odak noktasına alınan o varlık veya şey konuşuyor. Onun da bir hikayesi var belli, ben buradayım diyor. Sonra yazarın başka kitaplarındaki öykülerinden bazı karakterler selam verebiliyor, editörün notu bana bu konuda yardımcı olmuştu. Öyküler kendi içinde bir bütün ama tüm bunlar ufak muziplikler bence. 

Kitaptaki dokuz öykü üçerli olarak gruplanmış. Aslında bu art arda gelen öyküler birbirinin devamı gibi durmuyor. Yine de dedim ya, tıpkı öykü içinde başka öykülerin varlığını da sezmemiz gibi, bu öyküler arasındaki bağlantıyı da ufaktan seziyoruz veya ben sezdim demeliyim. Belki biraz zorlama, belki değil; ama bu birbirinden farklı ama paralel olan öyküler okuduğum fikrini de sevdim. Sanki öykülerin dünyası daha da genişledi böylece. Her öykü derinlerime ulaşmadı. Ama dedim ya ilginçtir, ne zaman sesimi açtım da okudum onları, o zaman dile geldiler sanki. Yoksa bir tık sönüktüler benim için. Öte yandan bazıları ben sessizken bile sesliydi. 

Özellikle de Bol Buzlu Bir Aşk Lütfen!, Ölen Otelin Müşterileri ve Düzbeyaz bir Çağrı isimli öyküleri okumaktan keyif aldım diyebilirim. Bu öykülerde daha bir açık sözlüydü sanki karakterler. Daha sesliydi eğlenceleri, daha hüzünlüydü yalnızlıkları, daha buruktu yaşanmamışlıkları. Daha daha daha. Bu daha olayını sevdim işte en çok. Çünkü sanki yazar da nihayet daha gürül gürüldü, bilemiyorum. 

Kitaptaki dil kullanımı hep aynı, zengin. Öykülerin konuları daha yaşanmış, yaşanabilecek yerlerden; yani tanıdık. Ancak dediğim gibi bazı öyküler daha açık, daha konuşkan. Karakterleri daha ön planda. Kitabın ismi, yazarının isminden sonra, kitabı okumamda büyük bir etkendi. Malum havalar ısındı, yaza son on. Kitaptaki öyküler yaz mevsiminde geçse de ben o yaz havasını hissedemedim. Bunaltıcılığını bile. Daha çok sonbahar gibiydi sanki bu kitap veya ilkbahar. Neden bilmiyorum... Belki de hep bir araf hali vardı, ondan öyle gelmiştir.

Hoşça ve kitaplarla kalın.


5 Mayıs 2024 Pazar

Hıdrellez.


''Bu duayı her kim okuyorsa...

Yüzüne, gözüne, yanaklarının ucuna can gelsin. Hücreleri, midesi, içinde düşünceler dönüp duran beyni sağlıkla dolsun. Güneş kirpiklerine dokunsun, göz bebeklerinden kalbine ulaşsın. İçi ışıl ışıl parlasın.

Hayattan korkmasın. Kendini akışa hop diye bırakmayı bilsin. Neşe onu kucaklasın, başından aşağı kova kova şans dökülsün. Sevdikleri hep yanında olsun.

Kafası karıştığında, şüphe tohumları zihin kıvrımlarında oynaşmaya başladığında... gözlerini Toprak Ana'ya çevirsin. Yağmuru izlesin, rüzgara sarılsın. Her şeyin geçeceğini bilsin.

Hırsla, kibirle koşup durmak yerine hayata teslim olmanın gücünü hissetsin. Gökyüzü kadar engin, kar tanesi kadar eşsiz olduğunu hatırlasın. 

Duygularından korkmasın. Küçük bir çocuğun cesaretiyle dinlesin karnının sesini. İçine sinmeyen hiçbir şeye ''evet'' demesin. Kendini köşeye sıkıştırıp ''keşke''lerle, ''ama''larla, ''oysa''larla ruhunu çürütmesin.

Kalabalığın sesiyle arasına mesafe koysun. İhtiyacı olmayan sözlerin kalbine girmesine izin vermesin.

Meyvenin yere düşmesini beklemesin. İstiyor mu? Koparsın dalından. İştahla yesin, afiyet bal olsun.

Geceleri uykuya dalmadan önce sahip olduklarını hatırlasın. Hiçbir şeyi yok mu? Pencereden baksın. Yıldızlar hepimizin, unutmasın.

''Olması gerekenler''le ''var olan'' arasında sıkışırsa, aynaya baksın. Doğa Ana'ya, Gök Baba'ya, Dünya'ya... Aynada ona bakan gözlerin uğruna güvensin.

İnansın, tüm kalbiyle inansın: Güneşin daha parlak doğacağına, bulutların dağılacağına, yağmurun dineceğine inansın. Güzel günlerin geleceğine.

Kendine sahip çıksın. Bu bedende, bu kirpiklerin arasından dünyaya bakarken... Küçük bir çocuğun resim yapışındaki heyecanla. Usta bir şairin kalem tutuşundaki özgüvenle çizsin sınırlarını. Kendi olmaktan korkmasın.

Bu mavi dünyaya yıldız tozu gibi serpilmiş milyarlarca insandan biri olduğunu da, bir su damlasına eşsiz bir okyanus sığdırdığını da unutmasın.

Evini aradığı anlarda kalbine baksın. Kendini yalnız hissettiğinde her kalabalıkta yeri olduğunu hatırlasın.

Bu dünyada kocaman bi' yeri olduğunu, hayal edebildiği her şeyin gerçek olabileceğini bilsin.

Yüzünü güneşe dönsün. Dönsün ki tüm gölgeler arkasında kalsın...''

(alıntıdır).


Not: Bu yazıyı bir defterime not almıştım. Eğer aksilik çıkmasaydı, geçtiğimiz hıdrellezde de seninle paylaşacaktım. Olsun, bu yıla kısmetmiş. Bu yazı benim kalbime ferahlık veriyor. Bu nedenle seninle ve belki gelecekteki kendimle paylaşmak için buraya not düşmek istedim. Bu yazıyı nereden bulup da not almışım işte onu malesef not almamışım ama her yıl çeşitli yerlerde rastladığım bir yazı. İlk kim paylaştı bilmiyorum.

Hepimizin dileklerinin en güzel şekliyle gerçekleşmesi dileğiyle.


bir şeyler dinlemek için tıklayabilirsiniz. :)



4 Mayıs 2024 Cumartesi

Ağaçlar (John Fowles) | Kitap Yorumu

Yazar: John Fowles, Çevirmen: Süha Sertabiboğlu,
Yayınevi: Ayrıntı Yayınları

Yazar bu kitabında çeşitli çocukluk anılarından yola çıkarak kendi iç dünyasını anlatmış. Bunu yaparken de ağaçların çocukluğunda bıraktığı etkiyi merkeze almış. Kitap boyunca hem yazarın anıları aracılığıyla çocukluğuna ve babasıyla olan ilişkisine dair bilgi ediniyoruz, hem de insanın doğaya bakış açısının aslında hayata ve hayatı kavrayışına olan etkisini yazarın bakış açısıyla değerlendiriyoruz.

Ağaçlar yazardan okuduğum ilk kitap oldu. Tahmin edersiniz ki kitabı ismi nedeniyle merak edip okumaya başladım. Bir de tabii kitabın arka kapağında yazarın iç dünyası, anıları gibi kelimeler gözüme çarpmıştı. Anılar, hele de çocukluk anıları, öğrenmekten keyif aldığım bir tür. Okumaktan, dinlemekten. Henüz hiçbir kitabını okumamış olsam da, yazarın kitaplarını okumaya böyle aslında hem derin bir yerden anlatılmış, hem de belki daha rahat okunacak bir kitabıyla başlamak istedim. Böylece yazarın kurgularına yansıyan yazma motivasyonunu, beslendiği kaynakları sonrasında daha kolay tespit edebilirim diye düşünmüştüm. Bir de anılar, biz okurlar ile yazarlar arasında samimiyet kuran bir tür diye düşünen bir yanım var. Bu nedenle kitaba hevesle başladım. Nitekim kitabın ilk cümlesi bile beni heyecanlandırmaya en baştan yetmiş gibi görünüyordu: ''En iyi tanıdığım ağaçlar çocukluğumun geçtiği evin bahçesindeki elmalar ve armutlardı'' (Sayfa 11).

Ancak bunun erken ulaşılan bir düşünce olduğunu kitabı okumaya başladıktan az sonra fark ettim. Kitap yaklaşık 80 sayfalık ince bir kitap olmasına karşın o kadar da hızlı okunan bir kitap değil. Bir anı kitabından ziyade, denemeye daha yakın bir türde olduğunu söyleyebilirim. Yukarıda da belirttiğim gibi, yazar aslında anılarından yola çıkıp ağaçlar aracılığıyla çeşitli konulardaki görüşlerine yer vermiş. Bu görüşler arasında babasıyla olan ağaçları ve dünyayı algılayışlarındaki farklılıklar, insanların doğayla olan hükmetme hükmedilme savaşı, doğanın sanat ve bilimdeki görünümleri gibi konular yer alıyor.

Kitap bana beklediğimi vermese de, okumaktan keyif aldım. Böyle, yazarın yaptığı gibi, basit bir noktadan, belki bir nesneden (yazar için bu ağaçlardı) yola çıkıp da, sonrasında çeşitli konulardaki görüşleri bu basit gerçeklikle kaynaştırarak anlatmak sevdiğim bir anlatım yolu. Öte yandan düşünce yazılarını okumak da bana ilginç ve eğer içeriği ilgimi çekerse keyifli gelir. Bu nedenle ben kitabı beğendim ama kitabı okuyacak olanların sadece bir anı kitabı okumayacaklarını bilmelerinin de beklentilerini buna yönelik oluşturmaları bakımından daha iyi olacağını düşünüyorum.

Hoşça ve kitaplarla kalın.


Diğer yazılarıma da göz atabilirsiniz.